Yeni devletimiz ve yeni medyamıza bakılırsa, PKK’nın saldırıları sonrası yeniden çatışma ortamına döndük. Şunu her ne kadar aklımızda tutsak da, yani bunun öncelikle AKP devletinin tercih ettiği bir seçime gidiş atmosferi olduğunu aklımızda tutsak da, artık ellerin sürekli tetikte olması nedeniyle toplumun meseleyi uzaktan izleyen kısmı, ilk kurşunu kimin attığını bilmeyecek, daha doğrusu önemsemeyecek hale gelmiştir. Sadece içinde bulunduğumuz hafta, Silvan, Lice, Varto gibi ilçelerde 90’ları hayli andırır baskınlar yaşandı. Devlet güçleri, bu ilçeleri neredeyse yerle bir etti, sivil kayıpları yaşandı ve Diyarbakır, Siirt ve diğer kentlerde askerler, polisler, PKK saldırılarında hayatlarını kaybetti. 90’lara dönüş hızımız maalesef şaşırtıcı ve bir o kadar da düşündürücü.
Başta da dediğim gibi, bu büyük oranda Erdoğan ve çevresindeki kliğin hem seçim sonuçları, hem de HDP’nin kazandığı etkinlikten memnun olmaması nedeniyle “tercih” ettiği bir yoldu ve bunun işaretlerini zaten daha seçimden önce vermişlerdi. Erdoğan’ın izleme heyetine karşı çıkması ve süreci daha o zamandan buzdolabına kaldırması, bu gelişmelerin habercisiydi. Suruç Katliamı’nın ardından iki polisin evinde öldürülmesiyle, devlet beklediği fırsatın eline geçtiğini düşünmüş olacak ki, “IŞİD’e de saldırıyoruz” sosuyla servis edilmiş savaşı başlattı ve PKK da anlaşıldığı kadarıyla, hazırlıklarını sürdürdüğü savaşa aynı hızla dahil oldu. Dediğim gibi, mevcut durumda artık toplumun genişçe bir kesimi için ilk tetiği kimin çektiğinin bir önemi kalmamış gibi görünüyor. Ancak, bilhassa Erdoğan devletinin, kafasında kurduğu hesabı adım adım uyguladığını da görüyoruz. Daha seçim gecesi, AKP ideologlarının ima ettiği şekilde, koalisyon görüşmeleri sonuçsuz kaldı ve artık herkes Erdoğan’ın erken seçim ilan etmesini bekler vaziyette.
Daha önce de yazdığımız gibi, Erdoğan ve çevresindeki kliğin hesabı, çok açık ki seçime bu savaş ortamında gitmek ve AKP’yi tek parti iktidarı olma imkânından mahrum bırakan HDP’den bir tür intikam almaktır. Son haftalarda açık biçimde gördüğümüz şudur: HDP, tüm barış çağrılarına, taraflar ellerini tetikten çeksin açıklamalarına, PKK’ya da yönelen çatışmaları durdurun mesajlarına rağmen, AKP ve medyası tarafından özenle ve ısrarla ve elbette kötücül bir tavırla “savaş isteyen taraf” olarak sunulmakta, buna mukabil sürekli savaş çağrıları yapan kendileri her ne hikmetse “çözüm isteyen taraf” olarak takdim edilmektedir. Bu elbette her türden devletin yapacağı türden bir iş, hele ki medya aygıtları elinizde ise. Bilhassa AKP milletvekilleri ve bakanlarından gelen “HDP’ye oy verenlerin eline kan bulaşmıştır” türünden kurnazca suçlamalar, seçime kadar bu çıtanın daha da yükseltileceği ve HDP’ye giden oyların bir şekilde geri alınmak isteneceği hesaplarının yapıldığını gösteriyor.
Peki bu mümkün mü? Açıkçası HDP’nin seçim başarısının altında, aslında daha önce AKP’ye oy vermiş dindar Kürtlerin, Erdoğan’ın seçim öncesi performansının da etkisiyle, bu kez HDP’ye yönelmesinin yattığını yazmıştım. Bu atmosferde gidilecek bir seçimde, dindar Kürtlerin yeniden AKP’ye yönelmesi zor görünüyor. Gaye belli ki, HDP’ye ‘Batı’dan gelen oyları kesmek, partiyi kriminalize etmek. AKP’nin böylece tek parti iktidarını yeniden kazanmak istediği açık.
Gerçi, evdeki bu hesabın çarşıya uyacağı hayli su götürür; ama PKK’nın da bu hesabı Erdoğan’a yâr etmeme gibi bir mantıkla saldırılarını artırdığı düşünülebilir. PKK, muhtemelen bundan önceki 30 yılın deneyimlerini de göz önünde tutarak, herhangi bir iktidarın böylesi bir saldırı dalgası ve her gün gelen ölüm haberleri karşısında tutunamayacağı, bir süre sonra şehit cenazelerinde iktidara yönelik tepkilerin artacağı mantığıyla hareket ediyor olabilir.
Hesapları, senaryoları, artık bir yana bırakabiliriz. Bütün bu manzara ve muhtemel hesaplar karşısında, benim kişisel olarak söyleyebileceğim birkaç şey var. Öncelikle, bu topraklar kana doydu. 30 yıldır sürüyor bu savaş ve yeterince can kaybettik. Devlet ne kadar değiştim derse desin, Türk devletinin geleneksel karakterinin hiç uzağında değil. Çatışmalarda öldürülmüş kadınların çıplak bedenlerinin yerlerde sürüklenmesi, bunun en bariz örneği. Devlet, bölgeyi cehenneme çevirmekten çekinmiyor ve biz burada ne olduğunu anlamaya çalışırken, olan yine bölge halkına oluyor. Devletin 100 yıllık kodu bu.
İkincisi, dünya her gün yeniden kuruluyor. AKP ve yeni devlet, her ne kadar meseleyi çözmeye niyetli görünmese de, devlete seri kayıplar verdirerek varılacak bir çözüm, toplum tarafından sindirilmiş bir çözüm olamıyor. Bu kayıplar karşısında iktidarın oturduğu sandalyenin ayakları, evet belki çatırdıyor ve kırılıyor, ama nihai amacımız tüm toplumun içine sinmiş bir barış ise bu gitgide zorlaşıyor. Bütün bu çözüm sürecinden sonra, devletin, toplumun ve medyanın 90’lara büyük bir hızla dönebilmesi, biraz da bundan önceki dönemin tortularının sonucu aslında.
Üçüncü olarak, şunu herhalde artık iyi biliyoruz ki, AKP’nin tek hedefi sadece yeniden iktidar olmak değil, HDP’nin tüm Türkiye için umut olabilen ve büyümeye hayli eğilimli çizgisi, söylemidir. Bu zemin dağıtılmaya çalışılıyor özetle. Fakat biz, eğer o zemine inanıyorsak, o zemini korumamız da gerekiyor. Bu sadece HDP yöneticilerine bırakılmayacak bir iş.
Son olarak, devletin mantığını, aslında Başbakan Davutoğlu gayet net ifade etmişti, “Evlatlarımızı feda etmeye hazırız” diyerek. Kastettiği, elbette ki bu ülkenin çocuklarıdır. Yapılacak iş, “Evlatlarımızı feda etmenize izin vermeyeceğiz” demektir, öncelikle...