Türkiye, çözüm sürecinin sona erdirilmesiyle yeni bir çatışma dönemine girmişken, hükümet krizinin çözüme ulaşmaması nedeniyle ‘güvenlik’ gerekçeli fiili uygulamalara sahne oluyor. Bir yandan sadece valilik kararlarıyla Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde sayısı 100’ü geçmiş özel güvenlik bölgeleri ilan ediliyor, bir yandan da Cumhurbaşkanı “Sistem fiilen değişti” diyor; ardından, koalisyon ibresi bir anda erken seçime dönüyor. Fiili uygulamaların kaideye dönüştüğü bu dönemde, süreci yürüten mekanizmaların Anayasa’ya uygunluğunu, anayasa profesörü ve eski AKP milletvekili olan, son olarak geçtiğimiz haftalarda bir grup aydının yayımladığı ‘Barış Çağrısı’nın imzacılarından Zafer Üskül’le konuştuk.
Özel güvenlik bölgesinin OHAL’den farkı nedir? 2013’te Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu’nda yapılan değişiklik ne getirdi?
Olağanüstü durumun ortaya çıkması demek, büyük bir felaket veya ülkenin bir bölgesinde güvenlik açısından ciddi sorunların olması, olağan yönetim yetkileriyle üstesinden gelinemeyecek bir durumun ortaya çıkması demektir. Bu tür durumları önleyebilmek için idarelerin olağanüstü yetkilere ihtiyacı olabilir. Bunu bütün ülkelerin anayasaları öngörür. Bizim anayasamızda da olağanüstü hal (OHAL) veya sıkıyönetim nasıl, ne zaman ortaya çıkar, nasıl ilan edilir ve yönetime nasıl yetkiler verilebilir konusu düzenlenmiştir. Fakat Türkiye’de çok tuhaf bir gelişme yaşadık. OHAL kaldırıldıktan sonra zaman içinde sorunlar ortaya çıktı, olağan yetkililere olağanüstü yetki veren yasal düzenlemeler yapıldı. Bir anlamda OHAL yönetimi, olağanlaştırıldı. Bu, Anayasa’ya uygun bir gelişme sayılamaz. Çünkü OHAL’in özel bir usulü, denetimiyle ilgili özel hükümler vardır. Olağan yönetimi, olağanüstü yetkilerle donatırsanız, bunlara uymamış olursunuz. Bugün bir valinin bazı bölgeleri özel güvenlik bölgesi ilan etmesi yasaya uygun olabilir, ama Anayasa’ya uygun olduğunu söyleyemeyiz.
Özel güvenlik bölgesi ilanıyla ilgili dava açılırsa ne olur?
Vali, özel güvenlik bölgesi ilan ettikten sonra dava açılması halinde, bağımsız bir yargının varlığında bile bu denetimin yapılması uzun bir zaman olacak ve iş işten geçmiş olacak. Atı alan Üsküdar’ı geçmiş olacak. Dava açma imkânı var ama bir dava kısa sürede sonuçlanmıyorsa, orada denetim yapılamıyor demektir. Bu da hukuk devleti anlayışına uygun olmayan bir durum. Bir de bu uygulama, neyi çözüyor? Güvenlik önlemini aldınız, ama şu günlerde yaşadıklarımız, sorunun çözümünü sağlamadığını gösteriyor. İki taraftan da insanlar ölmeye devam ediyor. Bu da kötü bir yönetim gerçekleştiğinin apaçık göstergesi.
Geçtiğimiz günlerde Silvan ve Şemdinli’de sokağa çıkma yasağının ilan edilmesinin ardından saatlerce bu bölgelerden haber alınamadı, telefon hatlarının fiili olarak kesildiğine yönelik pek çok iddia ortaya atıldı. Bunun anayasal herhangi bir karşılığı var mı?
Bilgi edinme hakkı ve basın özgürlüğü, temel insan haklarıdır. Anayasamız bilgi edinme hakkını ‘sözde’ güvenceye almıştır. Bu iki hakkın sınırlanmayacak derecede kullanılabilmesi lazım. Özel güvenlik bölgesine gazetecileri sokmazsanız, iki hakkı da engellersiniz. Bilgi edinme hakkı yasası, bu hakkı kısıtlayacak birçok sınırlamalar getirmiştir. O zaman biz hangi bilgileri alma hakkına sahibiz? Bilgi edinme hakkı, esas olarak devletin yaptığı işler hakkında insanların bilgilenmesidir.
“AK Parti iktidar çoğunluğuna ulaşsa bile çatışma kaçınılmaz”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ''Türkiye'nin yönetim sistemi, bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken, bu fiili durumun anayasal olarak kesinleştirilmesidir' ifadesiyle ilgili, pek çok yorum yapıldı. Sizin yorumunuz nedir?
Anayasa parlamenter bir sistem kurmuşsa, Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesi bu sistemi değiştirmiş olmaz. Bunun Avusturya gibi örnekleri var. “Beni halk seçti, o yüzden fiilen sistem değişmiştir” demek, Anayasa’yı tanımamak, ortadan kaldırmak demektir. Cumhurbaşkanı’nın yetkileri, Anayasa’ya göre sınırlıdır, bu yetkilerin dışına çıkarak “sistem değişmiştir, anayasal kılıf sağlansın” denemez.
Cumhurbaşkanı’nı yetki denetimi nasıl sağlanmalı?
Şu anda eğer Cumhurbaşkanı’nın partisinin dışında bir siyasi parti iktidarda olsaydı, belki fiilen uyuşmazlıklar ortaya çıkacaktı; ama hükümet, Anayasa’nın kendisine verdiği yetkileri kullanarak Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini sınırlayacaktı. Ama hükümet, aynı siyasi görüşten olduğu için Başbakan da hükümet de karşı çıkmıyor. Bu açıdan fiili bir durum var. Ama bu durumun Anayasa’ya uygun olduğunu söylemek mümkün değil. Önünde sonunda bir seçim yapılacak, yeni seçimden sonra AK Parti tek başına hükümet kuracak çoğunluğa ulaşsa bile, Cumhurbaşkanı’yla hükümet arasında çatışma çıkması kaçınılmazdır. Bunu bir tek yarı başkanlık sisteminde Fransa halledebildi; eğer cumhurbaşkanı da Meclis çoğunluğu da aynı siyasi partidense, başkanlık sistemine benzer bir sistem işliyor; ama başka partilerdense parlamenter sistem gibi işliyor sistem. Biz bunu başaramayız, çünkü siyaset son derece sert bir biçimde kamplaşmış durumda. Parlamenter sistemden vazgeçmemek, Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini sınırlamak gerekiyor. Başka türlüsü işlemez. Başkanlık rejimin ne getirip ne götüreceği belli değil.
“Ana muhafelet partisine koalisyon kurma görevi vermek teamül gereğidir”
Koalisyon beklentisi artık kimsede yok gibi görünüyor. Davutoğlu, koalisyon görevini kurma görevini Cumhurbaşkanı’na iade ettikten sonra, son olarak 19 Ağustos’ta Erdoğan CHP’yi kast ederek “Beştepe’nin adresini bilmeyenlerle vakit geçirecek zamanımız yok” dedi. Anayasa, koalisyon konusunda ne söylüyor?
Anayasa’da nasıl koalisyon kurulacağına dair hiçbir hüküm yok. Eğer yoksa anayasal teamüllere, eski uygulamalara bakılır. Teamül nedir; önce en büyük partinin genel başkanına başbakanlık görevi verilir; o kuramazsa, ondan sonraki partinin başkanına verilir. Herhangi bir siyasi partinin başkanı olmayan, Meclis üyesi olması şartıyla başka bir kişiye başbakanlık görevi verilebilir. Burada önemli olan, cumhurbaşkanının hükümet kurulması için çaba harcaması, denenmesini sağlamasıdır. Cumhurbaşkanın ülkeyi seçime götürmek gibi bir sorunu yoktur Anayasa’ya göre. Geçen sürede gördüğümüz kadarıyla, sanki hükümetin kurulmaması için çaba harcanıyor. Bu da teamüllere aykırı. Ana muhalefet partisinin hükümet kurma denemesine girişmesine fırsat sağlaması, teamüllerin gereğidir. 45 gün süresi uzatılabilir.