“Asiyab-ı devleti har da olsa döndürür...”
Ziya Paşa
“Döndürür, lakin ebesinin örekesine döndürür!”
Şair Eşref
Çok alametler belirdi. (Bu alametler habire belirir durur, anlayan anlamazdan gelir, anlamayan zaten anlamaz...)
DEAŞ, IŞİD, adı her ne ise, tarihte rastlamadığımız bir baş belası. “Küreselleşme yalnız büyük devletlere, onlardan daha güçlü şirketlere mi yarayacak, bana da yarasın,” deyip işe koyulmuş görünüyor. Ne sınır tanıyor, ne halk, ne millet. Ulus devlet dogmasının iflası bu, iflasın yeni alameti.
Vahşetin boyutları yanında Taliban masum kız çocuğu kalır. Bir insan, anladım, haklı haksız bir savaşa katılır, kurşun atar, kurşun yer. Devlet için olursa ‘atan da yiyen de şereflidir,’ demiş bir büyüğümüz, bir Büyük Türk Büyüğü, bundan bir 20 yıl kadar önce. Bunlarınki bildiğimiz gibi bir devlet değil ki... Yeni, aşina olmadığımız bir tabloyla karşı karşıyayız.
Savaşır, evet, görmediği, tanımadığı birilerine karşı o mevziden bu mevziye ateş açar, bomba sallar, roket, füze yağdırır. Ama, birini, bir insanı, gördüğü, belki konuştuğu bir insanı, önüne diz çöktürüp boğazını nasıl keser? Kafasının gövdesinden nasıl ayırır? Bunu nasıl yapar, nasıl yapabilir?
İnsanlık tarihi vahşet dolu. Kırımla, soykırımla, zulümle, işkenceyle, ölümle yoğrulmuş bir tarihten söz ediyoruz. Bunların hemen hepsi devletlerin, muktedirlerin zulmü. Bizim coğrafyada hele bunun eksiği yok, fazlası var. Her muktedir, ister seçimle gelsin ister darbeyle, kendini en doğru bilen, ülke için en yararlı iktidar gördüğünden olmalı, ülkesini ve halkını bu yüce güçten mahrum bırakmamak için çabalar, iktidarı elden bırakmamak için her şeyi yapar. Bunu yalnız komşu ülkelerde, Irak’ta, Suriye’de, İran’da, bir bütün Arap dünyasında değil, kendi ülkemizde de fazlasıyla gördük, görüyoruz. İktidar için savaşlar çıktı, çıkıyor. Halklar muktedirin kararı ve emriyle en değerli genç nüfusunu ölüme gönderiyor. Çoğu kez bir hırs ve kibir yüzünden, çoğu kez bir hiç uğruna halk ateşe atılıyor.
Hele, “Bizim için IŞİD neyse PYD odur,” kerameti?
Biri, PYD, yani Kuzey Suriye’deki Kürtler, evleri, ocakları, yurtları, aileleri, insanları için savaşıyor, onları korumak için can veriyor. Öteki, IŞİD, tüm bunları yok etmek için saldırıyor. Bunları aynı kefeye koymak... Bu nasıl bir izan? Bu nasıl bir vicdan? Bu nasıl bir akıl?..
Demokrasi yoksa, işte bu olur. Daima.
İyi de, böylesini henüz görmemiştik. IŞİD -kendine devlet dese de- devlet değil. Bugüne kadar öğrendiğimiz tanımların hiçbirine uymuyor, hiçbir örneğe benzemiyor. Hem Afganistan’dan Kuzey Afrika’ya, Suudi Arabistan’dan Türkiye’ye çok geniş bir yeryüzü parçasında at oynatıyor, hem de muhatap alınacak bir merkezi, bilinen bir merkezi yönetimi, kendi saptamış bile olsa sınırları yok.
Bu yeni tablo, ehlinin akıl erdireceği, devlet ve yönetim teorilerini bilenlerin bileceği, yorumlayacağı iş. Benim siyaset, sosyoloji bilgim buna yetmez.
Yetmez de, duruma ve son 4-5 yıldır ortaya çıkan gelişmelere baktığımda akıl durduran bir manzarayla karşı karşıya kalıyorum. Bugün anlamakta zorlandığım kimi hususları -belki bir anlatan bulunur umuduyla- paylaşmak istiyorum.
• IŞİD bu kadar insanı, dünyanın dört bucağından kopup gelen bunca gönüllüyü nasıl buluyor?
• Bu genç insanlar cezbeye kapılmışçasına nasıl, hangi ruh haliyle akın akın ölmeye, öldürmeye koşuyorlar?
• Bunlar savaş alanlarına nasıl ulaşıyor?
• Bu bölgede yer alan hemen her ülke IŞİD’e karşı olduğuna, bir bölümü onunla kıyasıya bir savaş içinde bulunduğuna göre, bu kadar insan gideceği yere nasıl varabiliyor?
• Bunlar savaş malzemelerini nasıl, hangi yol ve kanallarla elde ediyor?
Tankı topu, uçaksavarı rotekatatarı, obüsü havanı, makineliyi kalaşnikofu nasıl ele geçiriyor?
• Bunları -diyelim- silah tacirlerinden ediniyor. Hangi parayla?
• Diyelim paraları var, petrol kuyusu işletiyorlar... O petrolü kime, nasıl, hangi yolla satıyorlar?
• Bunca insan bu kadar geniş bir alanda ne yiyor ne içiyor?
• Diyelim Irak’ta, ele geçirdikleri Musul gibi yerlerde bol silah-mühimmat buldular... Bunca savaş içinde, bunca bombardıman altında o silahlar olduğu gibi nasıl durur?
• Diyelim duruyor. Bunlar dakikada yüzlerce mermi yakan otomatik silahlarken, o mühimmat bitip tükenmiyor mu? Yerine bunca yıl nasıl yenisini alıp koyuyorlar?
• Bir an için kuşkucu davranıp diyelim Türkmenlere gönderildiğini işittiğimiz MİT TIR’ları gibi sevkiyatlar IŞİD’in eline geçti... Bunlar da bitip tükenmez mi?
• Bunlara karşı sıcak savaşa giren bunca devlet, İran, Suudi Arabistan, Ürdün, Irak, Suriye, İsrail, Mısır, Türkiye, Fransa, İngiltere, ABD bu işin nasıl olduğunu, bunların kimler olduklarını, finans kaynaklarını, nasıl yönetildiklerini, silah ve cephaneyi nereden, nasıl elde ettiklerini, bunca genci dünyanın dört bir yanından nasıl ölüme/öldürmeye çağırabildiklerini, o genç insanların nasıl/niçin bu çağrıya koştuklarını, bu işin nasıl başladığını, nasıl sürebildiğini bilmiyor, merak etmiyor, araştırmıyor mu?
• Silahta, istihbaratta ileri olduğunu bildiğimiz bunca devlet, uzaydan çöldeki bir cigara kutusunun markasını okuyabilen istihbarat örgütleri, CIA’ler, MI6’lar, MOSSAD’lar, MİT’ler bu başıbozuk güç karşısında nasıl yenik düşüyorlar? Yoksa bu örgütler birlikte savaştıkları ‘dost’ devletlerle ve kendi içlerindeki vatan hainleriyle uğraşmaktan IŞİD’e sıra gelmiyor mu? Yoksa IŞİD kendisiyle savaşan bu devletlerden, devletlerin içindeki güçlerden gizli açık destek mi görüyor?
İnsanın beynini oyan sorular bunlar... Bir bakıyorsunuz Kobani ‘düştü, düşüyor”.
Bir bakıyorsunuz Suruç katliamı oluyor.
Ne oluyor? Neler oluyor?
Daha Irak’ta, Suriye’de perperişan edilen milyonları yazmadım. Kürtleri, Arapları, Türkmenleri, Ezidileri, Hıristiyanları, Şiileri, Sünnileri yazmadım. Onların, başta Türkiye, sığındıkları ülkelerdeki hallerini, yürek burkan durumlarını yazmadım.
Peki, bu arada içeride ne oluyor? Kim kiminle koalisyon kurmalı... Bu durumu nasıl ‘idare’ etmeli... Saray’da kalmasını sağlamak için hangi düzen düzenekle yeni seçime gitmeli... Yeni seçimde daha yüksek oy almak için hangi planları devreye sokmalı...
İnsanın aklı duruyor! İçine zifiri karanlıklar çöküyor! Devleti yönetmek bu ise, devlet böyle yönetilecekse, varsın yönetilmesin.
Ziya Paşa’ya mı hak vereceğiz, Şair Eşref’e mi?