Çözüm sürecini yakından takip eden akademisyenlerden Arzu Yılmaz’la, sürecin bu noktaya nasıl geldiğini ve gelecek öngörülerini konuştuk.
Çözüm sürecinin geldiği noktayı nasıl yorumluyorsunuz?
Taraflar bittiğini söyledikten sonra, zaten bize kelam etmek düşmez. Fakat şunu da belirtmek gerekiyor; çözüm sürecinin bitmesini, Türkiye’nin Kürt sorununu çözmesi veya bir barış projesiyle eş tutmak doğru değil. Nihayetinde, kaçınılmaz olarak, savaş ne kadar uzun sürerse sürsün, barış elbette ki yapılacaktır. Fakat barış, 2013’te başlatılan çözüm süreci kapsamında olamadı. Zaten olamayacağı, bana kalırsa uzun süredir belli idi. Bir anlamda uzatmalar oynanıyordu, taraflar karşılıklı olarak çıkarlarını maksimize etme arayışındalardı. Sonunda resmî olarak da bittiği ilan edildi.
Çözüm sürecinin neden daha önce bittiğini düşünüyorsunuz?
Çözüm sürecinin bir proje olarak bir denklemi vardı. Bu denklem de, Türkiye sınırları içerisinde barış hedefiyle planlanan bir proje olarak değil, Ortadoğu ölçeğinde Türklerin ve Kürtlerin stratejik ortak olmaları üzerine kurulmasıydı. Dolayısıyla, Ortadoğu’daki gelişmeler üzerinden bu sürecin nerelerde tıkandığını veya yürüdüğünü analiz etmeyi tercih ederim. Ortadoğu ölçeğindeki bazı değişiklikler de bu denklemin kurulduğu gibi yürütülemeyeceğini gösteriyordu.
Bölgedeki hangi değişimler süreci etkiledi?
Sürecin çıkış noktası olarak konulan ve bir ‘tarihî moment’ olarak tarif edilen Arap Baharı’ydı. Ortadoğu’daki ‘başarısız devletler’in tek tek çöktüğü bir süreçte, Türkiye hükümeti de kendi iktidar planlamasını ‘yeni Osmanlıcılık’ ismiyle bölge üzerine yapmaya karar verdi. Çünkü 2011 itibarıyla AKP, Türkiye ölçeğinde gücünü tam anlamıyla konsolide etmişti ve artık Ortadoğu’da söz sahibi olmayı deneyecekti. Arap Baharı, Türkiye’ye aradığı bu fırsatı verdi. Öte taraftan, PKK ise 1999’da Öcalan’ın yakalanmasıyla birlikte başlatılan örgütün tasfiyesi üzerine uluslararası mutabakatın ardından, 2011’de Ortadoğu’da meşru bir aktör olma kararını yürürlüğe koydu. Rojava bağlamı da PKK’nin silahsız bir siyasi aktör olabilmesini sağladı. İki taraf için durum buyken, Irak Kürdistanı ile Türkiye arasında âdeta bir balayı yaşanıyordu ve İran, uluslararası kamuoyunun gözünde halen bir ‘şeytan’dı. Bu ortamda Türkiye ve PKK, bölgedeki çıkarlarını maksimize etmek adına bir araya geldiler. Fakat ABD’nin Arap Baharı politikaları değişti, İran’ın dünyayla entegrasyonu hızlandı ve Türkiye’nin kendisini merkez ülke olarak konumlandırdığı Ortadoğu politikası, özellikle Suriye’de çöktü. Bu çerçevede, Erdoğan’ın “Dünya beşten büyüktür” sözündeki gibi, Ortadoğu’nun Türklerden ve Kürtlerden büyük olduğu ortaya çıktı. Bu anlamda da çözüm sürecini yürütebilme imkânı daraldı. Bu noktada, Kürt tarafı Türkiye’nin Rojava’yı tanımasıyla çözüm projesinin yürüyebileceğini düşünse de, Türkiye buna yanaşmadı. Türkiye ise sınırları yeniden güvenlikleştirme yoluna gitti. Sürecin bu noktaya geleceğinin sinyalini Erdoğan, Ekim 2014’te ABD görüşmesi sonrasında yaptığı “Politikamız değişti” açıklamasıyla vermişti. Zira, ardından Meclis’ten Suriye ve Irak’a müdahale için tasarı çıkarıldı. Ahmet Davutoğlu ve Hakan Fidan’ın birlikte hareket etmesiyle süreci kurtarma planı olarak Dolmabahçe gündeme geldi; ancak Erdoğan, başkanlığını garanti eden bir proje olmadığı için bunun uygulanmasına müsaade etmedi.
Seçimin bu süreci ne anlamda etkilediğini düşünüyorsunuz?
Seçimin süreci nasıl etkilediğini de Erdoğan’ın Celal Doğan’la yaptığı görüşmede söylediği “Kırıldım” lafından yola çıkarak yorumlayabiliriz. Çok açık bir şekilde, “otoyol, havaalanı yaptık, Kürtçe kanal açtık, kardeşimizsiniz dedik, ama bize oy vermediniz” tavrı bu. Yalçın Akdoğan’ın yaptığı açıklamalar, AKP’nin Türkiye’nin en önemli sorunu olan Kürt sorununu bir şantaj unsuru olarak kullandığını gösteriyor. Hâlbuki, süreç boyunca, bu projenin Meclis’le ve diğer partilerin katılımıyla götürülmesi gerektiği hep söylendi. AKP ve MİT Müsteşarı’nın dışında, bağımsız isimlerden oluşan İzleme Heyeti’nin kurulmasını Kürt tarafı sürekli gündeme getirdi. Bunların yapılmamasının yanı sıra, Akdoğan’ın son açıklamaları, bu şantaj kozunun AKP’nin elinden alınmasının siyasi irade için sorun yarattığını gösteriyor. Kürtlerin Türkiyelileşmesinin Müslümanlık üzerinden olmaması kabullenilmedi. Maalesef, yaşanan süreci, ancak bu basitlikte açıklayabiliriz.
Bundan sonraki süreçte neler öngörüyorsunuz?
Suriye’de tampon bölge oluşturma isteği ve PKK kamplarının bombalanması, bana 2008’i hatırlattı. 2008’de Irak Kürdistanı’na karşı Kerkük’e kadar gidebilmek için Türkiye, Güneş Operasyonu’nu düzenledi. Erdoğan’ın öncesinde görüştüğü ABD Başkanı George W. Bush da bu operasyona onay vermişti. Bu, Türkiye’nin PKK’ye karşı son kara operasyonu olduğu gibi, askerin siyaset üzerine kurduğu otoriter vesayetin de sonu oldu; çünkü tam bir hezimetle sonuçlanmıştı. Bence bu sefer de Obama, IŞİD’le mücadele karşılığında bu operasyona icazet vermiş görünüyor. Bu operasyon da çok büyük ihtimalle, AKP hükümetinin sonu olacak. Çünkü bu gerilimin ve savaş halinin toplumsal bir zemini olmadan sürdürülmesi imkânsız. Böyle bir zemin yokken, savaşı isteyenlerin ve otoriter tavırlara sahip olanların sonunu getirecektir bu operasyon.
Suruç Katliamı’nda bu yana neler yaşandı?
20 Temmuz Pazartesi:
İnsani yardım için Kobanê'ye gitmek üzere yola çıkan Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu’nun (SGDF) üyelerinin Suruç’ta düzenlendikleri basın açıklaması sırasında canlı bomba patladı, 32 kişi hayatını kaybetti, 76 kişi yaralandı. Saldırıyı Adıyaman nüfusuna kayıtlı 20 yaşındaki üniversite öğrencisi Ş.A.A.’nın yaptığı açıklandı.
22 Temmuz, Çarşamba:
Urfa’nın Ceylanpınar ilçesinde, Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde görevli Feyyaz Yumuşak ve Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü’nde görevli Okan Açar evinde ölü bulundu. Saldırıyı HPG üstlendi. Saldırıdan 7 gün sonra KCK Dış İlişkiler sözcüsü Demhat Agit, saldırının PKK’nın bilgisi dışında gerçekleştirildiğini açıkladı
23 Temmuz, Perşembe:
Suriye’de IŞİD’in kontrolünde olan bölgeden Kilis’e ateş açıldı. Saldırıda astsubay Yalçın Nane hayatını kaybederken, dört asker yaralandı. Gelişme üzerine TSK Suriye topraklarındaki IŞİD mevzilerine ateş açtı.
Diyarbakır'da merkez Şehitlik semtinde iki trafik polisine silahlı saldırı düzenlendi. Saldırıda yaralanan polislerden Tansu Aydın, hayatını kaybetti.
Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi (YDG-H) İstanbul Gazi Mahallesi’nde IŞİD’le bağlantılı olduğu ileri sürülen Mürsel Gül'ü öldürdü.
24 Temmuz, Cuma:
IŞİD, DHKP/C, PKK ve PKK'nin gençlik yapılanması YDG/H'ye operasyon düzenlendi. Operasyonda Bağcılar'da Halk Cephesi'nden Günay Özaslan öldürüldü.
Başbakan Davutoğlu, operasyonların ‘noktasal değil süreç’ olduğunu söyledi.
Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri (ABD), IŞİD’e yönelik hava operasyonlarında İncirlik üssünün kullanılması konusunda mutabakata vardı.
25 Temmuz, Cumartesi:
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin savaş uçakları Suriye'deki IŞİD hedeflerini ve Kuzey Irak'taki PKK kamplarını bombaladı.
İstanbul Valiliği, Barış Bloku çağrısıyla düzenlenmesi planlanan Büyük Barış Yürüyüşü’ne izin verilmeyeceğini açıkladı. Barış Bloku, yürüyüş yerine Aksaray’da basın açıklaması gerçekleştirdi.
26 Temmuz, Pazar:
Diyarbakır’ın Lice ilçesinde askeri konvoyun geçtiği sırasında bomba yüklü bir araç patlatıldı. Saldırıda uzman jandarma çavuş Mehmet Koçak ve Astsubay İsmail Yavuz hayatını kaybetti.
Operasyonların protesto edildiği Şırnak’ın Cizre İlçesi’nde 21 yaşındaki Abdullah Özdal öldürüldü.
İstanbul Bağcılar’da 23 Temmuz’te düzenlenen polis operasyonunda öldürülen Günay Özarslan’ın cenazesi için Gazi Mahallesi Cemevi’nde toplanan gruplara polis saldırısıyla başlayan olaylarda Muhammet Fatih Sivri isimli polis öldü; iki kişi yaralandı. Özarslan’ın cenazesi dört gün sonra defnedilebildi.
MHP Lideri Devlet Bahçeli, HDP'nin kapatılması gerektiğini ima etti, "Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı teröristlere övgüler düzen ve terörle arasına mesafe koyamayan Kandil siyasetçileri hakkında hemen devreye girmeli" dedi.
27 Temmuz, Pazartesi:
TSK, Türkiye sınırları içindeki Cilo Dağı'nı ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırlarında yer alan Berekeşk, Kurêmizgevta bölgeleri, Zap ve Haftanîn'e yönelik hava saldırıları düzenledi.
28 Temmuz, Salı:
Türkiye, Kuzey Atlantik Antlaşması'nın 4. maddesi çerçevesinde NATO Konseyi'ni toplantıya çağırdı.
Uzman çavuş Ziya Sarpkaya Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde, Garnizon Komutanı Arslan Kulaksız Muş’un Malazgirt ilçe uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan "Milli birliğimize ve kardeşliğimize kast edenlerle çözüm sürecini devam ettirmek mümkün değil" dedi; HDP’nin kapatılmasıyla ilgili tartışmalara yönelik olarak “parti kapatmayı doğru bulmuyorum, suç işleyen yöneticiler bedelini öder” açıklaması yaptı.
Selahattin Demirtaş, Radikal’e verdiği söyleşide Dolmabahçe Mutabakatı’nın ardından sürecin bitirildiğini, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mutabakat sonrası AKP’nin oylarının artmaması nedeniyle bu kararı verdiğini söyledi
29 Temmuz, Çarşamba:
Erzurum, Aşkale'de TOKİ inşaatında çalışan Kürt işçiler linç edilmek istendi. Aralarından bazılarının da darp edildiği işçiler, gece yarısı ilçeden ayrılmak zorunda kaldı.
HDP Grup Başkanvekilleri Pervin Buldan ve İdris Baluken, HDP’li 80 milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için TBMM Başkanlığı’na dilekçe verdi. CHP’nin de dokunulmazlıkların kaldırılması için dilekçe vereceği belirtildi.
TBMM Genel Kurulu, CHP'nin verdiği terörle ilgili araştırma önergesini görüşmek üzere ve TBMM Başkanvekili Şafak Pavey başkanlığında olağanüstü toplandı. Meclis oturumunda konuşan Başbakan yardımcısı Bülent Arınç, hafta boyu devam eden operasyonlar kapsamında 847 PKK, 137 IŞİD ve DHKP-C ile diğer örgütlerden 77 kişinin gözaltına alındığını açıkladı.
Hazırlayan: Doğancan Erdoğan