20 Temmuz Pazartesi günü Urfa’nın Suruç ilçesinde Kobanê’ye insani yardım götürmek üzere toplanan gençlerin arasına dalan bir canlı bomba, 32 genci katletti. Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu çatısı altında toplanan ve Türkiye’nin dört bir yanından gelen gençler ‘Kobanê’yi yeniden inşa edelim’ sloganıyla harekete geçmiş, sınırın öte tarafına geçmek için Suruç’taki Amara Kültür Merkezi’nde buluşmuşlardı. Tüm işaretlerin IŞİD’i gösterdiği bu katliam, hiç şüphe yok, Türkiye tarihine geçen bir utanç oldu.
Katliam sonrasında ortaya çıkan haberler, intihar bombacısının seçim öncesinde HDP’nin Diyarbakır mitingini kana bulayan kişiyle bağlantılı olduğunu gösteriyor. Bu miting öncesinde, Adana ve Mersin’deki HDP il merkezlerine yapılan bombalı saldırılarda da aynı örgütün izi çıkmıştı. Diyarbakır mitingindeki bombalı eylemin zanlısı haftalardır elde olduğuna göre, Emniyet, bu zanlının bağlantılarını eksiksiz biçimde araştırsaydı, bu saldırı meydana gelir miydi? Öncelikli sorumuz budur ve burada bir ihmal olduğu apaçık ortadadır. İkinci sorumuz da, bununla bağlantılı: Bu olup bitenlere ‘ihmal’ demek doğru mu?
Hiç sanmıyorum. İç içe geçmiş iki meseleyle karşı karşıyayız. Siyasal Kürt hareketinin Suriye’nin kuzeyinde kazandığı etkinlik ve yine siyasal Kürt hareketinin Türkiye’de kazandığı etkinlik. Türkiye ayağını haftalardır bu köşede yazıyorum ve siyasal Kürt hareketinin şahsında HDP’nin Türkiye siyasetinde kazandığı etkinliğin egemen Türk Sünni bloğu nasıl alarma geçirdiğinin, hazımsızlık yarattığının altını çiziyorum. Bu süreç, seçim öncesinde Erdoğan’ın müzakere masasını ve Dolmabahçe mutabakatının ilan edildiği sehpayı tekmelemesiyle başlamıştı. Bu kampanyanın bir ayağı da, siyasete yeni bir soluk getiren HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın AKP ve medyası tarafından itibarsızlaştırmaya çalışılmasıdır. Her iki kampanya tüm hızıyla sürüyor, hatta Suruç katliamından sonra daha da yoğunlaştı.
Suriye ayağında da benzer bir durum var. Siyasal Kürt hareketine yakın PYD güçlerinin Rojava’da (yani Batı’da) kazandığı etkinlik, AKP’nin şahsındaki yeni devleti rahatsız etmiş ve aynı Türkiye içinde olduğu gibi, alarma geçmelerine vesile olmuştur. AKP bu meselede geleneksel Türk devletinin reflekslerini devralmış ve Kürtlerin kazanımlarını bir şekilde engelleme yoluna gitmiştir. Her akşam televizyonlara sıra sıra dizilen analistleri ve hükümete bağlı ‘think-thank’ kuruluşlarının sözcülerini dinlemek, bu konuda devletin ne düşündüğünü anlamak için yeter de artar bile. Bu kişilerin demelerine bakılırsa, PYD Suriye’de ‘tekçi’ bir anlayış gütmektedir ve etkinlik kazanması olumlu karşılanacak bir durum değildir.
Bu tablodan kolayca anlaşılacağı gibi, Türk devleti hem içeride, hem de dışarıda sol çizgide ve kendi etkinliğini tehdit eden bir siyasal Kürt hareketinin güçlenmesinden rahatsızdır ve bunu engellemek için elinden geleni yapacaktır. Teşkilat-ı Mahsusa’cı bir refleks bu. Ve tam bu reflekse yaraşır biçimde, Kürt hareketine saldıran IŞİD güçleriyle bir tür ‘anlayış birliği’ içinde.
Elbette, iktidar üyelerine soracak olursanız, hükümet IŞİD’le etkin bir mücadele içindedir ve hükümetin, IŞİD’in temsil ettiği İslam anlayışını kabul etmesi mümkün değildir. Ancak meselemiz İslam değil, AKP’nin Kürtlerle IŞİD karşı karşıya geldiğinde kimi tercih edeceğidir. Bunu anlamak için çok derin dosyalara vâkıf olmaya gerek yok. AKP medyasının “PYD IŞİD’den daha tehlikeli” manşetleri ve Erdoğan başta olmak üzere AKP’nin yetkili isimlerinin ağızlarından dökülenler, durumu tarif etmeye yeter de atar. Yani IŞİD, AKP’nin siyasal Kürt hareketiyle başlattığı, hadi, savaş demeyelim de, mücadelede gayet işe yarar bir maniveladır.
Ancak iş bununla bitmiyor, yani bu sadece ‘teknik’ bir mesele değil. Suruç’taki katliam sonrasında sosyal medyada ve kimi yayın organlarında rastladığımız “iyi olmuş” türündeki tepkiler Türkiye’deki Kürt düşmanı damarın sadece milliyetçilerde/ulusalcılarda değil, kendini dindar olarak tanımlayan kesimlerde de kolaylıkla zemin bulduğunu ya da o zeminin baştan beri var olduğunu gösteriyor. HDP’nin yanı sıra, Demirtaş gibi bir figürün bu meselede bile bu kadar kolay hedef tahtasına oturtulmasının başka bir izahı olmasa gerek. Aylardır gözlemlediğimiz bu eğilim, bu son saldırıyla yeniden su yüzüne çıktı. Mevzubahis Kürtler ise, IŞİD bu kesimin pekâlâ dostu olabilir.
Bu tablonun içinde, hükümet üyelerinin Suruç katliamı sonrasında söyleyiverdikleri “Hedef Türkiye’dir” sözünün pek bir karşılığı yok. Hedef Türkiye filan değil. Hedef insanlık. Hedef, HDP milletvekili Garo Paylan’ın da altını çizdiği gibi, Türkiye’nin batısının Kobanê’yle kurduğu insaniyet temelindeki ilişkiyi, dayanışmayı bombalamak. Ayrıca, Suruç’ta bir kuşağın temsilcileri katledildi aslında. Kürt meselesine devletin ve kimi ulusalcı sol siyasetlerin baktığı çerçeveden bakmayan, tertemiz, taptaze bir sayfadan başlayan bir kuşağın...
Evet, o gün oraya giden gençlerin önemli bir kısmı Türkiye’nın batısından yola çıkmıştı. Rojava devriminin yıldönümünde Kobanê’ye bir dostluk köprüsü inşa etmek istiyorlardı. Bu vahşi saldırı, o bölgede insani olan herhangi bir şeyin nasıl bir insanlık dışı reaksiyonla karşı karşıya kaldığını da gösteriyor.
İnsanlık kazanacak, diye bitirelim ve bunun için gayret edelim.