Faşizmi tüm renkleriyle, tonlarıyla, çeşitleriyle, çok doğal bir şeymişçesine doyasıya yaşayan ülkemizde, bilhassa seçim sonrası itibarıyla kendimizi yeni bir dalga boyunda bulduk. Uygur Türklerine zulüm edildiği gerekçesiyle başlayan bu yeni dalga, tek başına titreşmiyor. LGBTİ’lerin polisin sert saldırısıyla sonlanan Onur Haftası Yürüyüşü sonrasında, eşcinsellere yönelik açık cinayet çağrıları sağda solda karşımıza çıkıyor. İş bununla da kalmıyor, bilhassa MHP çevresinden Ermenilere yönelik ırkçı ve saldırgan açıklamalar birbirini izliyor. Kars’ta Ermeni avına çıkmayı aklından geçiren Kars Ülkü Ocakları Başkanı’nın ardından, Adana’nın MHP’li Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü de “Manukyan'ın Adana’daki yeğeni mutludur. Üç teyze çocuğu daha Meclis’e girdi, AKP, CHP ve HDP’den. Ne kadar gururlansa azdır” şeklinde bir Tweet yazdı, tepkiler üzerine sildi.
Şunu da hatırda tutmak gerekir ki, bu sözler, eylemler, itinayla korunan bir sera içinde yeşeriyor. Çinlilere yönelik saldırılar, MHP Genel Başkanı tarafından gayet olumlu karşılandı, hatta Çinli diye Korelilere saldırılmasıyla ilgili soru karşısında Bahçeli, “Nasıl ayırt edeceksin?” dedi ve şöyle devam etti: “Baktık ki ikisi de çekik göz… Fark eder mi efendim?”
Çinlilere yönelik saldırılar bu seralarda yeşerirken, LGBTİ’lere yönelik saldırı ve tehditlerin de hükümet ve İslamcı medya tarafından yaratılan iklimde hayat bulduğunu söylemek yanlış olmaz. Her gün bir AKP yetkilisi tarafından eşcinsellik konusunda gayet suçlayıcı ve dışlayıcı bir açıklama yapılmakta, medyanın konuya bakışı zaten malum ve bu tehdit havası “Ramazan’dayız” diyerekten ayrıca sorgulanmaz bir kalıba sokulmakta. Yani hal böyleyken, LGBTİ bireylere saldırmak doğaldır yönünde bir hava oluşturulmuş vaziyette. Ve şunu herhalde artık hepimiz biliyoruz ki, kolluk güçleri açısından asıl önemli olan insan hakları vs değil, iktidar tarafından yaratılan kodlardır. Kolluk güçleri ve yargı, büyük oranda bu kodlara göre hareket ederler. Bu duruma son örnek de evinde tecavüz ve gaspa uğrayan trans aktivist Kemal Ördek’e polisin “Şu Lut kavmi de bir türlü bitmedi” diye tepki vermesi ve saldırganların serbest kalması. (Kaynak: kaosgl.org)
Bütün bu tabloya geçen hafta da üzerinde durduğumuz MHP’nin HDP’ye yönelik dışlayıcı dilini de ekleyebilir miyiz? Bence ekleyebiliriz. Zira MHP’nin bu çizgisinin anlık bir reaksiyon sonucu olmadığı, planlı programlı bir stratejinin ürünü olduğu anlaşılıyor. Geçen hafta bu stratejinin altında, seçim sonrasında siyasal Kürt hareketinin memleketin kaderinde söz sahibi olmasının egemen Türk-Sünni blokta yarattığı hazımsızlığın yattığını yazmıştım. Fakat öyle görünüyor ki, bu galiba işin sadece bir yönü.
Biraz spekülasyona girecek ama bir yandan şöyle bir strateji ile karşı karşıya olma ihtimalimiz de var gibi. Hükümet pazarlıklarında mevcut tablo, bir erken seçime doğru gidiyor olma ihtimalimizin, diğer koalisyon seçeneklerine göre daha güçlü olduğunu gösteriyor. Bir AKP-MHP koalisyonu hayli güç, hatta imkânsız görünmekte, AKP-CHP koalisyonu ise kâğıt üzerinde AKP-MHP’ye kıyasla daha mümkün gibi görünmekle birlikte, AKP çevrelerinden gelen sinyaller “Beştepe”nin erken seçimi daha tercih eder halde olduğunu gösteriyor.
Dolayısıyla, belli ki partiler bir yandan da erken seçim hesabı yapmaktalar. MHP’nin şöyle bir hesabı yapması pekala mümkün: Son seçimlerden oyları artırarak çıktılar, bu yeni oy oranını elde tutmak ve üzerine yenisini eklemek için teyakkuz halindeki bir ülkücü hareket ile seçime gitme fikri, MHP yönetimine cazip görünmüş olabilir.
AKP’nin ise bu kendisinin sertleşmesine katkıda bulunduğu iklimde, hangi kartı seçeceğini biraz zaman gösterecek. Başbakan Davutoğlu’nun “Çözüm süreci devam edecek” yönündeki sözleri, gerçekten de bir AKP politikasına mı işaret ediyor, net değil; çünkü ortada süreç vs. kalmadığı gibi, barış ortamını dahi korumakta zorlandığımız bir döneme girdik ve AKP şu hükümetsiz dönemde atabileceği bazı adımlar olmasına rağmen, bunları atmaktan imtina ediyor. Bu “buzdolabı” siyasetinin nedeni, herhalde yeni kurulacak hükümeti beklemeye yönelik bir nezaket olmasa gerek. Zira seçim öncesinde de AKP, bilhassa Erdoğan’ın tavrı, hiç de süreci yürütmeye istekli gibi değildi.
Velhasıl mevcut seçim sonuçları, AKP başta olmak üzere egemen Türk Sünni bloğu koalisyon hesaplarını da aşan daha temel stratejiler üretmeye, yaratmaya itmiş gibi görünüyor. Bu stratejiler, çok açık ki memleketi daha demokratik bir ortama sürükleyecekmiş gibi görünmüyor. Zaten Türkiye’nin etnik ve kültürel yapısını, çözüm yollarını yansıtma açısından en olumlu sayılabilecek seçim sonuçlarından bir ay sonra, kendimizi biraz karamsar ve soru işaretleriyle dolu bir ruh halinde bulmamız da bu stratejinin ürünü olsa gerek.
Dolayısıyla, belki de mücadele yeni başlıyor.