Çin hükümetinin Ramazan ayında, Doğu Türkistan’da yaşayan Uygurlara ibadet kısıtlaması getirdiği yönündeki haberler, Türkiye’de yeni bir saldırı furyasının başlamasına neden oldu. Koreli olduğunu söyleyen turist grubunun protesto edilmesi, Uygur Türkü çalıştıran Çin lokantasının taşlanması, Twitter’da lince maruz kalan oyuncu Ayumi’nin “Ben Japonum!” feryadı gibi kimi alay konusu olan, kimiyse gayet ciddiye alınması gereken saldırılar ne anlama geliyor? ‘Türkiye’nin Linç Rejimi’ kitabının yazarı Tanıl Bora’yla, Çinlilere karşı yükselen bu yeni nefretin altında yatanları ve Türk milliyetçiliğinin linç rejiminden beslenen damarlarını konuştuk.
Çinlilere yönelik, bazıları Turancı Hareket Birliği gibi adı sanı belli, bazıları anonim kalan bu saldırılar, Türkiye’nin linç rejimi haritasında nerede duruyor? Hangi saiklerle harekete geçiyor?
Eski Türkçüler arasında -Nihal Atsız muhitini kastediyorum- bir tür anti-Çin duyarlılığı vardı. Güncel Rus-komünist tehdidine konsantre olurken, Türk ırkının kadim ve ezelî düşmanının Çin olduğunu unutmamayı telkin ederlerdi. Eski Türklerle ilgili popüler mitolojinin, yine Atsız’ın ‘Bozkurtların Ölümü-Dirilişi’ romanlarıyla başlayarak, düşman imgesi olarak ‘kancık ve gaddar’ bir Çinli imgesiyle iş gördüğünü de unutmamalı. Türkçü muhitle sınırlı kalmayan güçlü bir popüler kültür mirasıdır bu. Türkçü ideolojinin bire bir devamlılığından söz edemeyiz -üzerine konuştuğumuz saldırganların kaçı Atsız’ın adını duymuştur ki? Fakat popüler kültürün mirası bence önemlidir; zihinlerin arkasında, ‘kötü’ ve ‘ezelî düşman’ olarak tahayyül edilen Çinli’yle ilgili ırkçı imgelerin canlandığını düşünebiliriz. Buna, Çin’in gaddar bir ekonomik güç olarak yükselişiyle ilgili global korku söyleminin etkilerini de ilave etmemiz gerektiğini düşünüyorum.
“Tehdit algısı, içerik değil formattır, mekanizmadır. Kuşkusuz bu teyakkuzun olağan şüphelileri vardır, malûm, Kürt, Ermeni… Ama aslolan formattır, içini Kürt’le de doldurursunuz, Çinli’yle de, icap ederse Haitili’yle de.”
Bütün bunları, bu linç saldırılarının somut saiklerini açıklamak için anlatmıyorum. Bunları, saldırıları zihinde meşrulaştırarak motivasyonuna katkıda bulunan etmenler olarak hesaba katıyorum. Yoksa, ‘gönül sohbet ister kahve bahane’ misali, kendine mecra arayan bir linççi ‘duyarlılığın’, bir tür teyakkuz halinin zaten mevcut olduğunu düşünüyorum. Milliyetçi ideolojinin süreğen tehdit algısıyla ilgili bir teyakkuzu bu. Türk milliyetçiliği, inşasından beri, kendisini bir tehdit ve bekâ kaygısıyla yeniden üretiyor. (Muhafazakâr-İslâmcı zihniyetin de aynı biçimde kalıplandığını da eklemeliyim burada.) Tehdit algısı, içerik değil formattır, mekanizmadır. Kuşkusuz bu teyakkuzun olağan şüphelileri vardır, malûm, Kürt, Ermeni… Ama aslolan formattır, içini Kürt’le de doldurursunuz, Çinli’yle de, icap ederse Haitili’yle de.
Millî dava ateşiyle, bekâ davası alarmıyla harlanan bir zihniyet dünyası bu. Dava bu olunca, vurup kırmayı meşru addeden bir zihniyet dünyası. Karşıdaki de hayat memat davasında yok edilmesi gereken düşman olarak görülüyorsa…
Çin’in Uygur Türklerine uzun yıllardır baskı uyguladığı bilinen bir gerçek; hal böyleyken son iddiaların Türkiye’deki yansımalarının bu kadar şiddetli olmasını neye bağlamak lazım? Onur Yürüyüşü’nün de yasaklanmasına neden olarak sunulan bir ‘Ramazan hassasiyeti’ mi söz konusu olan sizce? Eğer böyleyse son yıllarda daha da artarak üretilen bir hassasiyet mi bu?
Türkiye’de gerçekten Uygur Türklerinden haberdar olanların, orada neler olduğuyla gerçekten ilgilenenlerin sayısının, Tuva veya Karay Türklerinin nüfusu kadar bile olduğunu sanmıyorum. Bu defalık, vesile bu oldu. Linç cihazının idmanlı tutulmasıyla ilgili bir yanı da olabilir, vesile yaratmak gerekiyordur.
“Millî bir ambalaja konmuş her linç saldırısını ‘milletimizin, vatandaşlarımızın hassasiyetleri’ fiyongu takarak mazur gören bir politik kültür içinde yaşıyoruz. O ‘hassasiyet’ hart hurt kaşınarak teşvik ve tahrik de ediliyor yetkililerce.”
Artarak üretilen bir ‘hassasiyet’ de evet, var. Türkçü-milliyetçi ve milliyetçi-muhafazakâr ideolojinin bu hassasiyeti ganimet bellediğinden söz ettik zaten. 1990’ların, anti-Kürt nefretin oluşturduğu muazzam bir birikim var, bunlar malûm… Millî bir ambalaja konmuş her linç saldırısını ‘milletimizin, vatandaşlarımızın hassasiyetleri’ fiyongu takarak mazur gören bir politik kültür içinde yaşıyoruz. Dahası, o ‘hassasiyet’ hart hurt kaşınarak teşvik ve tahrik de ediliyor yetkililerce. Linç güruhları, şayet bizzat celp edilmiyorlarsa, himaye görüyor, ‘orantılı’ şiddetten fazlasına maruz kalmıyorlar.
Ben ayrıca linççi zihniyetin, ideolojik muhtevasından bağımsız olarak, tahsilden medyaya ve sosyal medyaya geniş bir zeminde yeniden üretilerek, bir vasat, bir ortalama haline geldiğini düşünüyorum. Çünkü linci skandalize etmeyen, olağanlaştıran bir toplumsal kültür içinde yaşıyoruz. Sanırım bunun, milliyetçi-muhafazakâr ideolojiyle sınırlı olmayan bir tehdit algısıyla ve güçlü bir acz hissiyle ilgisi var. Düşünme malûliyetinin bir düşmana konsantre olarak ikame edilmesiyle ilgisi var. Bu da başlı başına bir meseledir.
Bu linççi protestoların sonuncusu Zonguldak'ta oldu, Çinlilerin çalıştığı bir santrale ev sahipliği yapan kentte bir protesto gösterisi düzenlendi. Burada "ekonomik diş bilemeler"in de devreye girdiğini söylemek mümkün mü?
Ekonomik saikler zaten çok durumda devrede. Geçmiş yıllarda özellikle taşrada, ama bazen İstanbul’un kenar mahallelerinde de Kürtlere, yanı sıra Romanlara yönelen linç saldırılarında, bu etken barizdi. Kâh esnaf rekabeti, kâh ucuz işgücünün daha da ucuz işgücünü tehdit olarak algılaması… ‘İşimizi, ekmeğimizi alıyorlar’ paniği… Gücünü bankaya, patrona, ‘sisteme’ yettiremeyen garibanın öteki garibana veryansın etmesi… Sadece garibanın değil, kaybedecek bir şeyi olan orta sınıfın o şeyi kaybetme korkularının seferber edilmesi… Bu, göçmenlere ve ‘bizden farklı’ damgası vurulan herkese yönelik ırkçı saldırganlığın beynelmilel tahrik donanımıdır.
“HDP’yi yok saymak linççi saldırganlığa açık davet”
Son seçimlerde MHP'nin oyunu artırması ve seçim sonrasında MHP'nin HDP'ye yönelik kullandığı dışlayıcı dili de düşünürsek, yeni dönemde AKP ve MHP'de temsil edilen milliyetçi dilin evrimini ve bunun sokağa yansıması için neler söylersiniz?
“Standart” milliyetçilik içinde zaten bir geleneği olan anti-Kürt nefret söylemi, bence 2000’lerde gitgide yeni bir boyut kazandı. Liderinin yakalanmasına ve yenilmiş sayılmasına rağmen PKK’nin ve Kürt hareketinin bir türlü sona ermemesi, aksine genişleyerek ve kendini geliştirerek güçlenmesi, Türk milliyetçilikleri arasında hayal kırıklığına, hınca, hatta bir tür hasede yol açtı. Millî tarih ders kitaplarındaki gibi, “aslında kazanmışken (dış güçlerin de müdahalesiyle) masada kaybettik” inancına dayalı bir hınç; Kürt halk hareketinin zindeliğine, yüksek moraline dönük bir haset… Bu milliyetçi-muhafazakar hınç ve hasedin, bir linççi “hassasiyet” kuvvesi oluşturduğunu düşünüyorum.
HDP’nin seçim başarısı, söz ettiğim hasedi alabildiğine pekiştirdi. HDP’nin meşrulaşmasından ve görünürlüğünden çok rahatsız olan, diş bileyen bir tavır var. Seçim kampanyası sırasında sistematik linç saldırılarıyla gördük bunu. Seçimden sonra, özellikle MHP’nin parlamenter siyaset düzlemindeki yok sayma tavrı, linççi saldırganlığa açık davettir.