“Zenginin malından geçmesi devenin iğne deliğinden geçmesinden zordur.”
İsa Peygamber
“Böylece, bugün daha da çetrefil yollarla devam ettirilerek devasa boyutlara çıkan ‘devlet eliyle zenginleştirme’ işlemi ta o dönemde, yani Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında, kurucu babaların halisane niyetleriyle başlatılmış oldu. Adına ‘Devlet İhalesi’ denilen bu yöntemi haftaya bırakalım,” diyerek tamamlamıştım yazımı.
Şimdi devam edelim.
Ona bakarsanız “devlet ihalesi” sözünü rastgele kullanır çoğu. Devlet -ve hükümet- ise “kamu ihalesi” der, kanunu da öyledir zaten: Kamu İhale Kanunu. Bir de Özelleştirme Kanunu var, önce ona bakalım.
Özelleştirme devletin elindeki malı mülkü halka -siz bunu gücü olana diye okuyun- devretmeyle ilgilidir; Milli Piyango, telekomünikasyon, köprüler, karayolları, havalimanı işletmeleri, marinalar, elektrik dağıtım işleri... sayın sayabildiğiniz kadar. Buna özelleştirme diyoruz. Bu devirlerden muazzam paralar elde edilir. Bu paraların nasıl kullanıldığı başka hikaye.
Kamu İhalesi adı, yüzüne yüz tabaka fon-dö-ten sürülmüş makyajlı bir ifadedir. Tıpkı mahkemelerde asılı Adalet Mülkün Temelidir gibi. Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir gibi. Muasır Medeniyet Seviyesine Ulaşmak gibi, ulaşmak için hiçbir çaba gösterilmeyen hedeflerdir bunlar...Havada laflardır, hayat-ı hakikiyede hiçbir karşılığı yoktur.
Bu ülkede yazılmaya değer ne kadar çok konu-terim-söz var.
Kamu, malum, halk. Yani, devlet -siz artık bunu hükümet olarak okuyun- yapılacak bir iş, verilecek bir hizmet için kamuyu, halkı teklif vermeye çağırıyor. Ya da, öte yandan, halka vereceği bir hizmetle en ehil olanı görevlendirmek için seçim yapıyor. Öyle değil mi
Peki, bu seçim nasıl yapılıyor? Kamu İhale Kanunu hükümleri uyarınca...
Bu kanun, devletin -biz buna gene hükümetin diyelim- yapılmasını öngördüğü büyük yatırımların, örnekse ‘çılgın projelerin’, İstanbul’a dünyanın en büyük havalimanını yapmak gibi, duyarsızlığın ve duygusuzluğun abidesi olarak Yavuz Sultan Selim adıyla vaftiz edilen 3. Boğaz Köprüsü gibi, İzmit Körfez geçişi gibi devasa projelerin kim/kimler tarafından yapılacağını saptamaya yönelik esasları belirler.
Bu sonuncusunu, yani devletin açtığı büyük ihaleleri ele alalım.
2002-2015 arasında, yani AKP’nin mutlak iktidarı sırasında bu kanun, İhale Kanunu, 167 kez değiştirildi, değişime uğradı. Böyle değiştirilen başka bir kanun, bu bunun gibi üstüne düşülen bir başka konu yakın tarihte var mı?
Yok.
12 Eylül’ün üstümüze kıp diye oturan deli gömleğinde, örneğin %10’luk barajı öngördüğü için düzeni ve istikrarı sağlamak büyük ülküsüyle her parti tarafından 35 yıldır baştacı edilen Seçim Kanunu’nda değişiklik var mı?
Yok.
Partilerin ve o yurtsever, ehil, karakter sahibi milletvekillerinin liderin emirkulu haline gelmesini öngören Siyasi Partiler kanununda değişiklik var mı?
Yok.
Ama İhale Kanunu 13 yılda 167 kez değiştirilmiş!
Acaba neden?
Ben hala bir yandan yazarken bir yandan da anlamaya, öğrenmeye çalışıyorum. Öyle ya, vatana millete hizmet aşkıyla yanıp tutuşarak iktidara gelenler, acaba neden ihale meseleleriyle bunca uğraşmışlar? İyi niyetlerinden kuşku duyulamayacağına göre, örneğin eğitimi hallaç pamuğu gibi atarken mutlaka çocuklarımızın gençlerimizin daha iyi yetişmesini sağlamak amacında oldukları açıkça ortadayken, maarifi yazboz tahtasına bu nedenle çevirdikleri aşikarken, ihale konusunda yapılanlar da mutlaka vatan-millet aşkıyla yapılmıştır. İşte ben o aşkı anlama peşindeyim
Yoksa sakın bu ihale meselesi devlet eliyle zenginleşmenin/zenginleştirmenin muhteşem bir yolu olmasın? (İşte başa, sermaye terakümü konusuna döndük!)
Yoksa sakın bu, ihale meselesini böyle 167 kez değiştirenlerin bildiği -bizim bilmediğimiz- bir başka hizmet yöntemi olmasın?
Yoksa sakın bu insanlar -kamu ihalelerinden parsa kapmak peşinde olamayacaklarına göre- adaylık ve seçim sürecinde yaptıkları, 4 yıllık milletvekilliği maaşıyla geri kazanılamayacak harcamaları gene vatan-millet ve hizmet aşkıyla yapıyor olmasınlar?
Bütün bunların bizim kuşkulandığımız gibi bir niyeti, hedefi, zenginleşme amacı yoktur belki; kötü niyet bizdedir belki; ihalelerle, çıkarla, kundura kutularıyla, para sayım makineleriyle, sıfırlama telefonlarıyla hiç mi hiç ilgisi yoktur. Belki.
Hükümet -ve artık devlet- olanlar, ona buna ulufe dağıtır gibi hazineyi sağa sola peşkeş çekerken, ihaleler yoluyla kendi teveccühlerine mazhar olanları abad eder zenginleştirirken, iki şeyi bir arada yaparlar: (1) Bundan çoğu kez büyük maddi çıkar sağlarlar; (2) Halka halkın paralarını kömür, bakliyat, makarna olarak dağıtırken, ucuz bilet, hastanede bakım olanakları sağlarken, sanki kendi ceplerinden bunları karşılıyor gibi bir afra tafra içine girerler. (Bunları Asaf Savaş Akat, Seyfettin Yüksel, Eser Karakaş gibi üstatlar çok daha iyi bilir, anlatır.)
Dönersek, benim yaman merak ettiğim husus şu: Ülkede eskiye göre asayiş iyi. Her gün onlarca insan katledilmiyor. (Kadınlar ve işçiler zaten konu dışı.) Öyleyse, bu yeni İç Güvenlik Kanunu’nun gereği/gerekçesi ne, ne olabilir? Bunun ihale kanununun 167 kez değiştirilmesiyle, bunu soran/sorgulayanların ağzına biber sürme amacıyla bir bağı-bağlantısı olabilir mi? (Bunu da en iyi Mehmet Altan bilir, anlatabilir.)
Ülkemizde ve dünyanın büyük bölümünde Vahşi Kapitalizm hüküm sürer. Bu terim Neo-Liberalizmle eş anlamladır. Bu düzen, büyük kitlelerin, zayıf ülkelerin canına okur. O kadar ayan beyandır ki bu, kapitalizmin kabesi ABD’de başkanlık seçimlerinden birinde başkan adayının reklamcısı ‘compassionate capitalism’ yani ‘şefkatli kapitalizm’ gibi bir terim yarattı, uydurma gereğini hissetti, varın gerisini siz hesap edin.
Başlangıçtaki soruya dönelim: Varsıllar yedi cedlerine yetecek servetleri olduğu halde, niçin daha çoğunun peşine düşerler?
İnsanoğlu dünyaya yumruğu sıkılı gelir. Ömrü boyunca ister, hep ister. Ve sonunda elleri açık, avuçları boş olarak göçer gider.
Mülkiyet konusu. Kâr meselesi. Ve bunların piyasalarla ilişkisi.
Bunu da gelecek yazıda işleyelim.
(Devamı var.)