İngiltere’nin kuzeyindeki Lancaster Üniversitesi 23 ve 24 Mart tarihlerinde Ermeni-Türk ilişkilerinin değerlendirildiği geniş katılımlı bir etkinliğe ev sahipliği yaptı. Oxford Üniversitesi öğretim görevlilerinden Kerem Öktem, meslektaşı Sossie Kasbarian ile birlikte düzenledikleri konferansı Agos için değerlendirdi.
KEREM ÖKTEM
23 ve 24 Mart günlerinde, İngiltere’nin kuzeyindeki Lancaster Üniversitesi Ermeni-Türk ilişkilerinin değerlendirildiği geniş katılımlı bir etkinliğe ev sahipliği etti. Meslekdaşım Sossie Kasbarian ile birlikte düzenlediğimiz konferansa Türkiye, Ermenistan ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden yirmiden fazla tarihçi ve sosyal bilimci katıldı. Amacımız, özellikle son on yılda yoğunlaşan ve Türkiye-Ermenistan resmi ilişkilerindeki tıkanıklığa rağmen devam eden Türkiye merkezli sivil toplum yakınlaşmasını mercek altına almaktı. Yıllardır devam eden ve bir nebze yüzleşmeyi de beraberinde getiren bu yakınlaşma süreci hem Türkiye’de, hem diasporada birçok insanı bildik görüşleri sorgulamaya sevk etti. İstanbul caddelerinde on binler Hrant Dink için yürür, aydınlar 1915 için özür dilerken, devletin keskin inkar söylemi bile yer yer yumuşar gibi oldu. Ancak Hrant Dink cinayetinden beş sene sonra, soykırımın 100. yıl anmalarına ise üç sene kala, devletin inkar politikasından pek de vazgeçmediği anlaşılıyor. Bu şartlarda Türkiye, Ermenistan ve diasporadaki sivil toplum örgütleri barış ve yakınlaşma adına ne yapabilir? Devletlerin baltaladığı bir süreci, sivil toplum devam ettirebilir mi?
Konferans düzenleyicileri; |
Bu sorulara farklı yanıtlar bulmakla birlikte, çoğu katılımcı, açılış konuşmasını yapan Cengiz Aktar ile hemfikirdi: ‘Her ne kadar devletin kurucu ideolojisi İttihatçı-Kemalist çizgide devam etse ve AKP’nin siyasi manevraları kafa karıştırsa da, Türkiye toplumu eski günlere asla geri dönmez. Son yıllarda elde ettiği toplumsal olgunlaşma deneyiminden vaz geçmeyecektir’. Ancak neredeyse yüz senedir tarihini unutmak ve unutturmak üzere şekillenmiş bir devlet ve toplum gerçeği ve Abdülhamit dönemine uzanan ve İttihatçılıkla zaman zaman yolları kesişen siyasal İslam geleneği bu olgunlaşmanın sınırlarını da belirliyor. Uğur Ümit Üngör’ün ‘soykırım ve inkar’ konusunu işleyen tebliğinde belirttiği üzere, inkar, devletin tasarladığı resmi Türk kimliğinin temel taşlarından belki de en önemlisi olmuştur. Buna karşın, toplumsal hafıza özellikle Kürt coğrafyasında resmi ideolojiye karşı direnmiş ve bir anlamda anti-hejemonik özgürlük adacıkları yaratmıştır.
Sivil toplumun gücünü ve sınırlarını irdelerken, daha çok Türkiye’yi konuştuk. Diasporada Türkiye’ye karşı farklı yaklaşımlar ve siyasi tercihler devam etse de, aslında yurtdışındaki Ermenilerin büyük bölümü bugünlerde Türkiye’deki gelişmeleri yakından izliyor. Diasporada Türk ve Kürtlerle ortak noktalar arayan, Hrant Dink anmalarında birlikte hareket etmek isteyenler artıyor. Buna karşın, Gevorg Ter-Gabrielyan’ın belirttiği üzere, Ermenistan’da ne gerçek anlamda bir sivil toplum, ne de Türkiye’deki gelişmeleri anlayarak izleyen bir kamuoyu mevcut. Sovyet deneyimiyle şekillenmiş Ermenistanlılarla iletişim kurmak için farklı kavramlar ve yaklaşımlar gerekiyor Ter-Gabrielyan’a göre. Bir de Ermenistan’ın girdiği siyasi ve ekonomik çıkmazı unutmamak gerekiyor: Bir yandan ekonomik çöküş ve dış göç, bir yandan yolsuzluk batağına saplanmış, oligarklar ve mafya tarafından belirlenen bir siyaset kültürü.
Sivil toplumu tahlil ederken, Armine Ishkhanian’in yaptığı bir ayrım önemliydi: Tocqueville geleneğine sadık, devletin etkin olmadığı alanları doldurmak için çalışan bir nevi ‘devlet ikameci’ STK’lar, bir de Gramsci’nin tanımladığı hejemonik yapıya meydan okuyan muhalif sivil toplum. Türk Ermeni ilişkilerinde de bu ayrım çok önemli: Bir yanda, 1915’de katledilenleri anmakta, sesleri kısılan, tarihten silinenleri tekrar tarihe ve hafızamıza kazandırmakta ısrar eden, diğer yanda devletin hejemonik inkar politikasını proje temelli bir şekilde ama daha esnek bir yaklaşımla devam ettiren devletçi ve devlet ruhlu kurumlar. Tartışmalar dahilinde sözü edilen ‘proje fetişizmi’ de bu ikinci tür, hejemonik projelere getirilen bir eleştiriydi.
Konferansta üzerinde önemle durulan başka bir konu ise Ermeni – Türk ilişkilerinin küresel boyutları ve üçüncü ülkelerin davranışlarıydı. Vicken Cheterian’a göre: ‘Yakın bir zamana kadar, Suriye, Ürdün ve Lübnan gibi Arap ülkelerinde, Araplarla Ermeniler arasında derin bir dayanışma alanı vardı. Türkiye hem Arapların, hem Ermenilerin düşmanıydı. Filistin Kurtuluş Örgütü ile ASALA terörizm ile sol siyaset arasındaki yelpazeyi paylaşıyordu. İki örgüt yakın ilişkiler içindeydi’. Türkiye’nin değişen Ortadoğu siyaseti ve İsrail karşıtlığı, Ortadoğu’daki Ermenilerle Arapları birleştiren ‘Türkiye’ye karşı ezilen halkların dayanışmasını’ tamamen yok etmiş gibi. Ancak Türkiye Cumhuriyeti Ortadoğu da giderek güç ve saygı kazanır ve böylece resmi tezlerini daha kolayca yayabilirken, soykırımı tanıyan ülke sayısının giderek arttığı Batı’da durum biraz daha farklı. Hans-Lukas Kieser’in işaret ettiği “hafıza yasaları” özellikle Fransa’da bilimsel özgürlüğü sınırlamaya meyilliyken, önce Doğu Perinçek, sonra da Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış’ın ‘inkar ısrarı’ ile gündeme gelen İsviçre’de daha farklı bir uygulama söz konusu. Buradaki kanun soykırımla ilgili değil aslında, ‘Irkçılığa karşı’ bir yasa. Amacı İsviçre’de toplumsal barışı sağlamak, ve bunun için soykırımdan kurtulanların anısını ve hafızasını inkarcılara karşı korumaktır.
Lancaster konferansında sunulan tebliğler arasına kimlik ile ilgili olanlar özellikle dikkat çekti: Olga Demetriou, Kıbrıs’ta önce Türklerle yaşayan, Kıbrıs işgalinden sonra ise Rum tarafına kaçmak zorunda kalan Ermenilerin kimliğini, Hovann Simonian Hemşinliliği, Laurent Mignon en başta Hovsep Vartanian adıyla anılan Ermeni-Türk edebiyatını ve Ayşe Gül Altınay, zorla Müslüman olan Ermeni kadınları anlattılar. Hepsi de keskin ikilemlerin hüküm sürdüğü bir ortamda, geçişken ve değişen kimliklerin var olduğunu ve bu esnekliğin ilerisi için umut vadettiğini hatırlattı bize.
Ermeni soykırımı ve onun inkarı laik Türk kimliğinin inşasında kilit bir rol oynadı, bu konuda katılımcılar hemfikirdi. Kimilerine göre, inkarın sona ermesi, bir anlamda modern Türk kimliğinin de sonu anlamına gelebilirdi. Donald Bloxham’in psikolojik bir çözümlemesi ise konferansın kavramsal çerçevesini hazırlayan bizler ve katılımcıların ortak bir paydasını ifade ediyordu: ‘Jung’cu terapinin bize gösterdiği önemli bir şey var. Kimlik inşasında kullanılan temel mitler terk edilse bile, yapı ayakta kalmaya devam eder’. Gramsci geleneğindeki sivil toplum yakınlaşması işte tam da bunu gerçekleştirebildiği ölçüde ‘yüksek siyasete’ meydan okuyabilecektir.