NAZAR BÜYÜM

Nazar Büyüm

DÖNÜP BAKTIĞIMDA 

Gelin bir hayal kuralım

Gelin bir hayal kuralım... Buna da mı izin verilmez, buna da mı hakkımız yok!

İzin almayalım öyleyse, sormayalım kimseye, dalalım hayalimize; hiç değilse düşümüzde kuralım yeni bir hayatı, yeni bir ülkeyi.

!980lerde, Adam Yayınları’nın heyheyli günleri. Hem yayıncılığa bir düzen, ilkeli bir yaklaşım ve uygulama peşindeyiz, hem de buna örnek, yolaçıcı olmak çabasında. O güne kadar çeviriye forma (kitap sayfasıyla 16 sayfa) hesabıyla ödeme yapılmasına karşılık kapak fiyatıyla ilişkili, tıpkı telif ödemesi gibi, yüzde hesaplanarak ödemeyi yerleştirmeye çalışıyoruz, hem de yazarlara, telif sahiplerine, sözleşmeli, düzenli ödemeyi esas alan bir sistem kuruyoruz. Daha ilk yıl, ilk batında 39 kitap birden yayımladığımız için, sesimiz duyuluyor, etkili oluyoruz. 

İşte o yıllarda yayımladığımız kitaplardan biri J.M.Coetzee’nin Barbarları Beklerken romanı. Coetzee 20 yıl kadar sonra Nobel edebiyat ödülü alacak; o zaman ne biz biliyoruz bunu, ne kendisi. Sonra Michael K. Nasıl Yaşadı romanı geliyor. Peşinden Düşman adlı romanı yayımlıyoruz. Bunlar Cevat Çapan’ın seçimi, işi. Bunlar Güney Afrika üstüne, orada yaşananlar üstüne müthiş romanlar. 

Barbarları Beklerken Konstantinos Kavafis’in bir şiiri. Olağanüstü bir şiir, şiir olarak da, sezgi, saptama, öngörü, uyarı olarak da. Sorgulatan, ayıltan bir şiir. Cevat çevirdi Türkçeye. Önce bu şiire bakalım.

BARBARLARI BEKLERKEN

Neyi bekliyoruz böyle toplanmış pazar yerine?

         Bugün barbarlar geliyormuş buraya.

Neden hiç kıpırtı yok senatoda?

Senatörler neden yasa yapmadan oturuyorlar?

         Çünkü barbarlar geliyormuş bugün.

         Senatörler neden yasa yapsınlar?

         Barbarlar geldi mi bir kez, yasaları onlar yapacaklar.

Neden öyle erken kalkmış imparatorumuz,

şehrin en büyük kapısında neden kurulmuş tahtına,

başında tacı, törene hazır?

         Çünkü barbarlar geliyormuş bugün,

         onların başbuğunu karşılamaya çıkmış imparatorumuz.

         Bir de koca ferman hazırlatmış

         ona rütbeler, unvanlar bağışlayan.

İki konsülümüzle yargıçlarımız neden böyle

işlemeli, kırmızı kaftanlar giyinip gelmişler?

Neden böyle yakut bilezikler, parlak,

görkemli zümrüt yüzükler takınmışlar?

Ellerinde neden böyle altın,

gümüş kakmalı asalar var?

         Çünkü barbarlar geliyormuş bugün,

         onların gözlerini kamaştırırmış böyle takılar.

Ünlü konuşmacılarımız nerde peki,

neden herzamanki gibi söylev çekmiyorlar?

         Çünkü barbarlar geliyormuş bugün,

         onlar pek aldırmazlarmış güzel sözlere.

Neden bu beklenmedik şaşkınlık, bu kargaşa?

(Nasıl da asıldı yüzü herkesin!)

Neden böyle hızla boşalıyor sokaklarla alanlar,

neden herkes dalgın dönüyor evine?

         Çünkü hava karardı, barbarlar gelmedi.

         ve sınır boyundan dönen habercilere göre,

         barbarlar diye kimseler yokmuş artık.

Peki, biz ne yapacağız şimdi barbarlar olmadan?

Bir çeşit çözümdü onlar sorunlarımıza.

Coetzee’nin Kavafis şiirini bilmediği düşünülemez. Onun aynı adı taşıyan romanında da barbarlar beklenir, orada da barbarların olmadığı ortaya çıkar. Kavafis’in şiiri antik çağı zaman seçerek güne gönderme yapar; Coetzee’nin romanında “barbar” referansı Güney Afrika’da kaç yüzyıldır sömürülen, insan yerine konmayan, düşman sayılan ülke yerlilerini ifade eder.

Her iki referans da, anlatılan süreçle, “barbar” olanların esasında baştakiler, muktedirler olduğunu ortaya koyar. Muhteşem bir mizahla, edebiyatın yaratıcı gücüyle... 

Türkiye’de yaşadıklarımız farklı mı? Biat etmeyen, hak arayan herkes hainlikle, terörist olmakla suçlanmıyor mu? Kurulan düzen yüzyıldır sesini biraz çıkaranın tepesine elindeki balyozla inmiyor mu?

Peki, bu kader mi? Bu böyle mi gidecek? Korku, umutsuzluk, umarsızlık, yenilmişlik duygusu mu hakim olacak bize, hepimize? Çocuklarımıza?

Gelin 8 Haziran sabahı için bir hayal kuralım. Kimseye sormadan, kimseden izin almadan dalalım hayalimize; yeni bir hayatı, yeni bir ülkeyi düşümüzde kuralım. Unutmayalım ki, gerçeğinin yaratılması hayalini kurmakla başlar. 

“IMAGINE”

 

Gel bir hayal kuralım

Denersen kolay:

                                 Ki ne cennet var yukarda

Ne aşağıda cehennem 

Üstümüzde yalnız gökyüzü.

Düşle şöyle ki her insan

Yaşıyor bugününü

 

Diyelim ülkeler yok

Hayali zor değil

Ne bir ülkü, uğrunda ölmek, öldürmek için

Ne bizi ayıran din

Düşle ki tüm insanlar

Yaşıyor barış içinde

  

Hayalci de istersen bana

Ben yalnız değilim ama

Umarım sen de gün gelir

Katılırsın bize

Ve tüm dünya buluşur tek bedende

  

Şöyle düşün: Mülkiyet yok

Bir düşle bunu

Ne hırs için bir neden ne açlık yoksulluk

Öyle bir insan kardeşliği ki

Tüm insanlar

Paylaşıyor yüryüzünü

 

Seçime giren, meclise girebilecek partilere bir bakalım. Hangisi bizimle böyle bir hayali paylaşır? Hangisinin sözüne güvenilebiliriz? Hangisinin aklında, yüreğinde, programında, bildirgesinde hakiki insanlık, dürüstlük, eşitlik, özgürlük, adalet var? 

Bir düşünelim: Oyumuzu hangi parti hak ediyor... 

50 yaşına geldiğimde tümü de akran ya da küçük 14 arkadaşımı yitirmiştim. Kalp, beyin, kanser... Saymayı bıraktım. 

İki yıl önce Uğur’u kaybettik, Uğur Hüküm’ü, Paris’teki kardeşimi. Sinan’ın, Zeynep’in babası, Pınar’ın, Defne’nin eşi. Benim güleryüzlü, iyilik dolu, dünyaya sevgiyle bakan, sevgili dostumu. Şimdi de öteki Uğur’u, Uğur Okman’ı... Ferasetli, akil, gönlü de yüreği de tüm insanlığı içine alacak kadar engin dostumu, can kardeşimi. Hayatı, insanı gösterişsiz sevgisiyle saran sarmalayan arkadaşımı. Can’ın babası, Nil’in, Güner’in eşi. 

Öyle deme derdi, ikisi de, gülerek bana, ama, yaşamak gittikçe zor geliyor.