Tuğrul Eryılmaz: Şimdi ‘Bakur’u herkes görmek isteyecek

Sansürü konuşmak için bir araya geldiğimiz gazeteci Tuğrul Eryılmaz, sanat dünyasının üzerinde dolaşan karanlık bulutları bir cümleyle dağıttı: “Sanatın tarihi aynı zamanda sansürün de tarihi, sanatçının sansüre karşı verdiği yaratıcı kavganın da... Bastırıyorsun, bastırıyorsun, Yılmaz Güney çıkıyor, Metin Erksan çıkıyor. Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan geliyor. Bakıyorsun, Şerif Gören, Zeki Ökten var... Bunlar sistemle en az uzlaşan insanlar. Abuk subuk filmleri yapan adamları, kadınları kim hatırlıyor?”

Eryılmaz’ın, sansürün hep olacağını, sansürden iyi şeyler üretebilmek gerektiğini hatırlatmasıyla başlayan sohbetimiz , ‘sansür gelecek, tepkisini de görecek’ sloganıyla son buldu.

Sansür heyetlerinin uyguladığı yasakların meşru olduğu dönemle bugünü karşılaştırdığınızda, hangisi daha kötü geliyor size?

Sanat için her türlü imkânın sağlandığı, özgür bir ortamın olduğu söylenirken, ufak bürokratik engellerle ya da haince numaralarla yasaklar getirilmesi insanın daha çok sinirine dokunuyor. Mesela, Metin Erksan’ın ‘Âşık Veysel’in Hayatı’ filmine getirilen sansür sinemacıların en meşhur davasıdır. Sansür heyetinin bu filmi yasaklama sebebini okuduğumda aklımı kaçırıyordum: “Anadolu’nun buğday tarlalarını, başaklarını çok zayıf gösteriyor.” Veya, ‘Yılanların Öcü’... Kıyamet kopmuştu Türkiye’de. ‘Bir Türk ailesi, nasıl olur da bir odaya sıkıştırılır, böyle yoksul gösterilir?’ gibi sebeplerle sansürlenmişti film. Biz yıllarca Türkiye Sineması’nda kötü polis, kötü asker gösteremedik. Şimdi televizyon dizilerinde bile görüyorsun bunları. Bunlar hep bir kavganın sonucunda ortaya çıktı, demokratik kazanımlar elbette oldu. Şimdi sansür heyeti yok deniyor, diyelim ki yok. O zaman, kayıt tescil belgesi eksik diye ‘Bakur’un yasaklanmasını nasıl açıklayacağız? Sansür heyeti yokmuş da, her şeyi konuşabiliyormuşuz da... Bir kere, Türkiye ifade özgürlüğü sıralamasında en son sıralarda geliyor, bunun üstüne söylenebilecek başka bir şey yok. Bu sansür denen şey, kitle iletişim araçlarının başladığı günden beri ifade özgürlüğü ve demokrasi karşısında hiç bitmeyen bir bela.

80’lerle karşılaştırdığınızda sansüre karşı savaş yöntemlerinde bir değişiklik gözlemliyor musunuz? Mesela Yılmaz Güney’in filminin negatifleri toplandığında ne olurdu?

‘Yol’ Cannes’da ödül aldığında Nokta dergisinde çalışıyordum. 12 Eylül dönemi, her şey çok kritik... İki sayfalık yazı hazırlamıştık, Yılmaz Güney ödül aldı diye. Aslında Cannes’ı bahane ederek, Güney’le ilgili bir yazı çıkarmanın derdindeyiz. Bu iki sayfalık yazıyı otosansürle bir sayfaya indirdik önce. Hukuk servisinin bastırmasıyla da, yazıya Yılmaz Güney’in Türkiye’de çok da matah işler yapmadığı anlamına gelen şeyler yazdık. Haberi vermek için bunu yapmak zorunda kaldık. Çok acıklıydı.

Bugün durumun daha da kötü olduğu görüşüne katılıyor musunuz?

Hiçbir şey kötüye gidemez, bu tabiatın işleyişine aykırı. Tabii ki çok yasakçı bir zihniyet, çok otoriter bir sistemle karşı karşıyayız. Ama hâlâ belli çıkış noktalarını bulabiliriz. Mesela 12 Eylül rejimi çok sertti, demokrasi diye bir şey zaten yoktu ama şimdi durum daha tuhaf, çünkü herkes demokrasi nutku atıyor.

Zeki Demirkubuz geçen gün düzenlenen basın toplantısında ‘Bakur’u sansürleyen iktidar partisinin öncülü olan Refah Partisi’nin 90’lardaki ‘barış treni’ belgeselini desteklediğini anlatmıştı. Nasıl görüyorsunuz bu durumu?

Sansürle ilgili çok tuhaf hikâyeler var. İncil bile sansürlenmiş. Rusya’da Tolstoy yasaklanmış. Pontecorvo’nun Cezayir Savaşı’na ilişkin filmi, terör savunması yaptığı gerekçesiyle, Türkiye’de ve bütün Avrupa ülkelerinde yasaklanmıştı. Sansür, ahlaki, dinî ve en kötüsü siyasal olarak karşımıza çıkıyor. Kimin iktidarda olduğu hiç önemli değil; komünist de olur, şeriatçı da, liberal de... İktidar iktidardır, otoritesini kurmaya çalışır. Gazetecilerin, sinemacıların, yazarların sansüre ne kadar karşı çıktığı ve devletin, siyasetin daraltmaya çalıştığı alanı ne kadar genişletmeye çalıştığı önemli olan. Bir de, sanata sansür uygulandığında yaratıcılık doğrudan engelleniyor, çünkü farklı bir şey söyleyemiyorsun.

Sansürün yaratıcılığı körükleyeceğini düşünenler de var...

Sansürün öldürücü olduğu durumlarda, öyle tabii. Yılmaz Güney’i ve sonrasındaki kuşağı, sansüre karşı yürüttüğümüz kavgaya borçluyuz. İran sinemasını da... Zaten iktidar seni engellemeye, yasaklamaya çalışıyorsa, doğru bir iş yapıyorsun demektir.

‘Bakur’a uygulanan sansür ‘öldürücü’ müdür?

Belgeselciler inanılmaz gaza gelecek bir kere. Bir de, birileri bir sinemanın kapısını tutuyor ve bir belgeselin gösterilmesini engelliyorsa, aklı başında herkes o filmi görmek isteyecek, çünkü belli ki o film sistemi rahatsız etmiş. ‘Bakur’u el altından seyredenlerin sayısı, Atlas Sineması’nda seyredecek 400 kişiden kat be kat fazla olacak. 

“Bilgi’deki konferansın üzerine gidilmedi”

"Bakur’un sansürlenmesi son zamanlardaki tek vaka değil, kendi başına bir olay da değil. Bilgi Üniversitesi’nde Ermeni konferansı da yasaklandı, fakat bunun üzerine gidilmedi, basında yer almadı. Bu, Ermeni meselesinin hâlâ bir tabu olmasından kaynaklanıyor. Sadece devlet nezdinde bir tabu değil bu, aynı zamanda toplumsal bir tabu. Hepimizin içine işleyen ama artık kırılmaya başlayan bir korku var. İnsanlar bu konuyu da, ürkerek de olsa, sahiplenmeye başladılar."

 

Kategoriler

Kültür Sanat Sinema



Yazar Hakkında

1989 İstanbul doğumlu. Ermeni dili ve kültürü, yaşam, popüler kültür, müzik ve sinema haberleri yapıyor.