Silahıyla huzurlu direnişçi kadınlar

Aret Gıcır, bugün Öktem&Aykut Galeri’de ikinci kişisel sergisini açıyor. 9 Mayıs’a kadar sürecek olan sergide, Gıcır’ın, soykırıma direnen Ermeni kadınların hikâyelerinden esinlenerek yaptığı yeni resimler yer alıyor. ‘Ateş ve Kılıç Arasında’ başlıklı sergi, adını, yazar Zabel Yesayan’ın 1909 Adana Katliamı için yaptığı betimlemeden alıyor.

Hanum Ketenciyan, Maryam Çilingiryan, Aguli Tatulyan, Sultan Simyan, Sose Mayrig (Sose Vardanyan)... Anadolu’daki katliamlara direnen kadınlar arasında, adı bugüne ulaşanlardan birkaçı. Kendilerini, ailelerini, topraklarını korumak için silahlandılar. Soykırım tanıklarının aktardıklarına göre, 1915’te Urfa’da, Maryam Çilingiryan’ın liderliğindeki bir grup, katliamcı birliklere başkaldırdı. İçinde Gemciyan, Mirzayan ve Tuptupyan’ın da olduğu bu grup, erkek kıyafetleri giymiş, silahlı kadınlardan oluşuyordu. Girdiği bir çatışma sırasında yakalanan ve 101 yıl hapse mahkûm edilen Çilingiryan, 1918’de serbest bırakıldı. Aguli Tatulyan, önce kuşatılıp sonra yağmalanan Hacın’dan kurtulan dokuz kadından biriydi; kurtulduktan sonra, saçını kestirip erkek kostümleri içinde direniş birliklerine katıldı. Hanum Ketenciyan ise 1915’te, Urfa’da 30 direnişçiyle beraber ‘Kadınlar Birliğini’ kurdu ve bu birliğe liderlik ederek soykırıma karşı savaştı.

Aret Gıcır’ın 9 Nisan’da Öktem&Aykut Galeri’de açılacak olan ‘Ateş ve Kılıç Arasında’ başlıklı sergisinde yer alan resimlerdeki kadınlar, soykırımın sadece mağdurları veya tanıkları değil, aynı zamanda direnişçileri. Sanatçının, kadın figürleriyle ve onların silahlarını bir arada resmettiği tuvallerde kullandığı renkler, konuya, figürlere ve kompozisyona yaklaşımı, beklenenin aksine, sakin ve huzurlu bir atmosfer yaratıyor. Gıcır’ın tuvallerindeki kadınlar, kaybettikleri huzuru yeniden kazanmak için girdikleri savaşta huzura erişmiş gibi görünüyorlar. Gıcır, efsaneleştiren ve ikonlaştıran anlatıların kendisini değil öznesini işleyerek, bu konuya yaklaşırken aradığı farklılığı yakalamış oluyor. Yani aslında bu resimlerde kahramanlık hikâyeleri yok. “Ben genel olarak o kahramanlık hikâyeleriyle çok da ilgilenmiyorum. Zaman içinde abartılan, başkarakterlerin ulusal kahramanlar haline getirildiği ve farklı yönlere savrulan hikâyeler bunlar. Benim, hikâyelerin bu yönüyle ilgilenerek buradan bir şey çıkarmam imkânsız görünüyordu. Dolayısıyla olayın farklı bir yönüne baktım” diyor Gıcır.

‘Felaket’e yaklaşma’ çabası

Diğer taraftan, Gıcır’ın işlerindeki anlatı genişleyerek farklı kişileri ve zamanları kapsar hale geliyor. Sanatçı, bunun bir tür soyutlama olduğunu söyleyerek “İşlerin gerçeklikle bağını koparıyorum. Onları nostaljik bağlamdan çıkarmaya, bilindik, varsayılan hallerinden kurtarmaya çalışıyorum” diyor.

Ne Anadolu coğrafyasına, ne de bu coğrafyada yaşayan kadına dair romantik bir yaklaşımı var Gıcır’ın. Zaten romantizm, konu edilen durum itibariyle mümkün değil. Gıcır’ın eserlerinde kadın, anaçlığıyla, sadakatiyle veya içinde yaşadığı coğrafyayla değil, mücadelesi ve silahıyla birlikte tasvir ediliyor. Alışılagelmiş roller bir bir yıkılıyor. Sanatçı bunu, anlatılarını belirli bir coğrafyaya veya figüre hapsetmekten kaçınarak yapıyor. O dönemlerde yaşananların bugün Rojava’da, Şengal’de olanlardan, Ezidi kadınların başına gelenlerden çok da farklı olmadığını söylüyor.

“Felaket’in bire bir temsilini yapmak imkânsız. O boyutta bir şiddetin gerçekliğini olduğu gibi aktarmak, ona olduğu gibi tanıklık etmek mümkün değil. Sanatçı da, doğrudan temsile yöneldiği ölçüde gerçeklikten ödün verir.”

Sergideki işler, sanat üretimleri aracılığıyla ‘Büyük Felaket’e nüfuz etmenin mümkün olup olmadığını da sorguluyor. Serginin tanıtım metninde, romancı Hagop Oşagan’ın “Hem uçsuz bucaksız hem de tuhaf bir biçimde tekdüze olan Felaket, ona nüfuz etmeye yeltenen sanatçının kavrayışına sığmıyor” sözlerine atıfta bulunularak, bu konu tartışmaya açılıyor. Bu konudaki düşüncelerini sorduğumuz Gıcır, şunları söylüyor: “Felaket’in bire bir temsilini yapmak imkânsız. O boyutta bir şiddetin gerçekliğini olduğu gibi aktarmak, ona olduğu gibi tanıklık etmek mümkün değil. Sanatçı da, doğrudan temsile yöneldiği ölçüde gerçeklikten ödün verir. Aslında burada bir gerilim, bir paradoks var. Öte yandan, temsilin imkânsızlığına rağmen, Felaket’e yaklaşmaya çalışmak söz konusu. Nüfuz etmek mümkün olmasa da, benim yaptığım ‘Felaket’e yaklaşmaya çalışmak’ olarak özetlenebilir.”

 

Kategoriler

Kültür Sanat Sergi



Yazar Hakkında