Bana göre son yılların en heyecanlı, en coşkulu, en çekişmeli Oscar Ödül Töreni bu senekiydi. Her yıl adaylıklar açıklandıktan sonra birçok sinemasever, film izleme maratonuna girer ve çoğunluk tek bir film üzerinde yoğunlaşır, sonuçlar da hemen hemen kimseyi şaşırtmazdı. Bu yılın diğer yıllardan farkı, aday olan her filmin olağanüstü derecede iyi olması ve bu nedenle her kafadan ayrı ses çıkmasıydı. Tahminlerimde en iyi film kategorisi dışında yanılmadım.
SEZGİ MENGİ
Adaylıklarda beni en çok rahatsız eden şey, “en iyi film” kategorisinde Martin Luther King’in eşitlik mücadelesini çok naif bir şekilde ele alan ‘Selma’ filminin yanında, ‘American Sniper’ gibi açıkca faşizm güzellemesi yapan bir filmin olmasıydı. Bunun dışında arkadaş sohbetlerinde en çok gündeme gelen üç film vardı: ‘Birdman’, ‘Whiplash’ ve ‘Boyhood’... Hatta, ‘Whiplash’çiler ve ‘Birdman’ciler arasında çıkan tatlı kavgaları, benim gibi ‘Boyhood’u favori görenler, keyifle izliyorlardı. ‘The Theory of Everything’ ve ‘The Imitation Game’in sürpriz yapabilme ihtimali de hepimizin aklındaydı. Bu iki filmin en önemli kozu, erkek oyuncularıydı. Tahminlerde Benedict Cumberbatch ve Eddie Redmayne başabaş gidiyorlardı. Benim tahminim de, gönlümden geçen de Eddie Redmayne’di. Stephen Hawking’i o kadar incelikli oynamış ki, ödül almasaydı bence büyük haksızlık olurdu.
‘The Theory of Everything’in bir diğer yıldızı ise Felicity Jones’tu. Bence önümüzdeki yıllarda adını sık sık duyacağız, büyük yetenek! Bu yılki talihsizliği ‘Still Alice’te bir Alzheimer hastasını, ders niteliğinde bir kusursuzlukla oynayan Julianne Moore ile aynı kategoride aday olmasıydı. Oyunculuk kategorisinde herkesin ağız birliği etmişçesine söylediği diğer bir isimse J.K. Simmons’tı. ‘Whiplash’te idealizm ile faşizm arasında duran müzik öğretmenini haklı kılacak derecede ikna edici ve ürkütücü bir gerçeklikle oynayan J.K. Simmons, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü’nde tartışmasız hepimizin favorisiydi. J.K. Simmons’un bu kadar geç keşfedilmesi bir taraftan çok üzücü olsa da, diğer taraftan mesleğe dair oldukça umutlandırıcı bir durum. Amerikan sinemasının oyuncu seçimindeki zaaflarından biri de, bazı dönemlerde belirli isimlerin üstünde gereğinde fazla durması... Bu nedenle birçok yetenekli oyuncu, en verimli dönemlerinde görmezden gelinir. Şansı yaver giderse bir süre sonra keşfedilir. J. K. Simmons da geç keşfedilmiş olağanüstü bir yetenek. ‘Whiplash’teki bir diğer güçlü performans da saf, hırslı bateri öğrencisini oynayan Miles Teller’dı ve Oscar’da En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’ne aday olmayışı çok şaşırtıcıydı. En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü’nü Patricia Arquette’nin alması beni en çok etkileyen anlardan biriydi. ‘Boyhood’da oynadığı karakterin geçirdiği dönüşümleri müthiş tutarlı bir şekilde oynamış. Hele ki, 12 yılda çeşitli aralıklarla çekilen bir filmde bunu yapmak, ciddi bir ustalık istiyor. ‘Boyhood’, Patricia Arquette’in sakin giden kariyerinde çok iyi bir dönemeç oldu, umarım onu daha sık izleriz.
‘Boyhood’un favorim olmasının en önemli sebebi sadeliğiydi. Hollywood klişelerine kaçmadan sakince bir hikâye anlatmak, bunun için 12 yıl uğraşmak çok zor bir şey. Hayat gibi, sakin, büyük gerilimlerin yaşanmadığı, ancak akan bir hikâye vardı. Bu açıdan diğer adayların arasından sıyrılıyordu. ‘Birdman’ son yirmi dakikasına kadar olağanüstü bir etki bıraktı üzerimde, hatta filmin yarısında bir başyapıtla karşı karşıya olduğumu düşündüm. Finale giden son yirmi dakikada, İnnarittu’nun Hollywood’a göz kırpmasıyla, filmin bendeki etkisi azaldı. Ancak yönetmenlik dehasına asla laf edilemez. Ana tema olarak ‘gerçeklik’ olgusunu ele alan bir hikâyede, gerçekle yarışan bir gerçekçilik görmek, çok heyecan vericiydi.
En iyi film adaylarından ‘The Grand Budapest Hotel’ aldığı en iyi prodüksiyon tasarım, en iyi kostüm, en iyi makyaj, saç, ve Wes Anderson’ın şeker pembesi dünyasını en iyi ifade eden müzikleriyle ödül alması çok isabetliydi.
Oscar Töreni’nde gecenin sunucusu olarak Neil Patrick Harris, çok iyiydi. Geceye, Graham Moore, Patrica Arquette, John Legend ve Common’ın ödül konuşmaları damga vurdu. Bu konuşmaların ana teması, eşitlikti. Özellikle Patrica Arquette’in kadın haklarıyla ilgili yaptığı konuşma ve bu konuşmaya Meryl Streep’in verdiği çoşkulu tepki şimdiden Oscar tarihine geçti. Bu yılki tören, benim gibi birçok insanın da en keyif aldığı Oscar gecelerinden biri oldu. Darısı 2016 Oscar Ödül Töreni’nin başına.