YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Bir garip seherdeyiz

Haftaya MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın istifasıyla başladık bir nevi. Ne zamandır konuşulmaktaydı. Siyaset böyledir zaten; bir şey konuşuluyorsa, olur. Bunda da böyle oldu ve Hakan Fidan, 7 Şubat’ta istifa ediverdi. Ama istifası 10 Şubat’tan itibaren geçerli olacaktı. Aradaki üç gün boyunca müstafi bir MİT müsteşarı olarak hizmet verecekti ama olsundu, genel halimize baktığımızda buradan bir maraza çıkarmanın âlemi yoktu. Görev dönemi boyunca yaptıkları ve yapmadıkları ise, zaten tartışma konusu olamıyordu.

Kimsede “Fidan acaba hangi partiden aday olacak?” diye bir şüphe oluşmadı, böyle soruları ortaya atanlarla alay edildi. Herkes, Fidan’ın AKP’den aday olacağı konusunda hemfikir. Zaten Fidan’ı geçtim, bürokrasiden istifa edenlerin neredeyse tümünün AKP’den aday olacağı konusunda geniş bir mutabakat var. Eh, ne zamandır, parti ile devlet birleşti diyorduk, aynı Tek Parti döneminde olduğu gibi; dolayısıyla burada da garipsenecek bir durum yok. Görünen o ki, bürokraside yeterince AKP’ye hizmet ettiklerine kanaat getiren bürokratlarımız “Biraz da millete hizmet edelim” demişler. Yani, öyle demiş olsalar gerek.

Fidan’dı, istifaydı derken, bir baktık, Cumhurbaşkanı Erdoğan ters yaptı. “Olumlu bakmıyorum” dedi. Sonra da ekledi: “Madem Başbakan öyle takdir etmiş...”

Başladı bir münakaşa. Acaba Erdoğan neden böyle demişti? Bütün bu olup bitenler mizansen olabilir miydi? Açıkçası, bu mizansen işine benim aklım yatmadı pek. Ne demeye böyle bir piyes düzenleyecekti ki ülkenin cumhurbaşkanı, başbakanı ve MİT müsteşarı? Ne elde edilecekti bundan? Anlaşılan, Erdoğan gerçekten de bu işe bozulmuş. Paraleldir, şudur budur derken, MİT’teki en güvenilir adamının görevde kalmasını istediği belli. Ancak, sözlerinden, bu işten Başbakan’a da bir pay çıkardığı anlaşılıyor. “Eh,madem öyle takdir etmiş” demek, “Bunu da bir kenara yazdım ama hadi neyse bakalım” gibi bir manaya geliyor sanki.

Bütün bunlardan ne mana çıkarmalıyız? Doğrusu, bilemem. En fazla şu sonucu çıkarabiliriz: Bu, AKP içinde, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasından sonraki ilk ve en önemli çatlak. Çatlak olduğuna göre, bu çatlağın tarafları da olsa gerek, değil mi? Çok iddialı laflar etmeden, belki şunlar söylenebilir: Başbakan Davutoğlu’nun, Erdoğan’a karşı çıkmadan, onun çizgisinde giderek, ama bir yandan da kendi kulvarında kendi kadrosunu kurması zaten beklenmekteydi, ki bu zaten siyasetin doğasında var. Davutoğlu örneğinde belki biraz şu durum dikkate alınabilir: Başbakan, AKP içinde de biraz ‘ayrı’ konumda olan bir isim. Akademisyenliği, ideolojik duruşu, Ortadoğu konusundaki fikirleri (ki bunlar şu ana dek Türkiye’nin pek hayrına olmadı), onu parti içinde de –tartışmalı demesek de– biraz dikkatle bakılan bir isim haline getiriyor olsa gerek. Dolayısıyla, Davutoğlu’nun, siyasetin doğasına ilave olarak bu çizgisini rahatlıkla sürdüreceği bir kadro kurması beklenebilir. Hakan Fidan da böyle biri; zaten iki isim arasındaki fikri yakınlık, Ankara’da bilinmeyen bir şey değil.

Diyesim şu: Başkan gibi davranan bir cumhurbaşkanınız olunca, bunlar olur. Her şeyin yolunda gittiği, yani kendi açınızdan her şeyin yolunda gittiği bir ortamda bile, kendi gidişatınızı kendi ellerinizle şöyle bir sarsalayabilirsiniz. Bunun bilimsel bir izahı yok. Böyle olur. 1930’lar, 40’lar hep böyle geçmiştir. O ona böyle demiştir, öbürü diğerine şöyle etmiştir, şu grup bu gruba karşı olmuştur, cumhurbaşkanı ile başbakan arasına soğukluk girmiştir, ama hemen geçmiştir, bunu söyleyenler zaten partiyi tanımayan insanlardır vs. Mesela AKP’lilere sorsan, diyeceklerdir ki “Biz bambaşka bir partiyiz.” Yok işte, öyle olmuyor, bu tarz bir iktidar konsolidasyonunda bu tip meseleler kaçınılmaz oluyor.

İktidar, parti, şef filan demişken, bir de şöyle bir gündemimiz var: Cumhurbaşkanı’nın Merkez Bankası’na verip veriştirmesi... Ekonomiden Sorumlu Bakan var, şu var, bu var; Merkez Bankası, baktığınızda bağımsız vb. Ama bir bakıyoruz, Erdoğan MB’nin politikaları yüzünden ‘çıldıracak gibi’ oluyor. Ekonomik teamüllere gayet ters bir biçimde, enflasyon ve döviz kuru yüksek seyrederken faizlerin sert biçimde düşmesi için ısrar ediyor. O böyle yapınca, ‘dışa açık’ bir piyasası olan ülkemizde dolar daha da fırlıyor, çünkü ufukta, şimdilik bir kriz diyemesek bile, bir belirsizlik var. Ama bakın, işte buna belki mizansen denebilir. Çünkü dünyada para bolluğunun sonuna gelinmek üzere ve gelişen ülkelere akan para, ABD’nin faiz artırmasıyla muhtemelen geri çekilecek. Bu bolluktan en çok yararlanan ülkelerden biri de Türkiye’ydi. Yani Merkez Bankası istediği kadar faiz indirsin, dolar tüm dünyada yükseliyorsa Türkiye’de de yükselecek, bu kaçınılmaz. Böyle bir durum, AKP’nin yükseliş yıllarındaki düşük enflasyon ortamının bozulması anlamına gelecek. Belki de Erdoğan geleceği görüyor ve AKP’yi bu işten sıyırmanın ve sorumluluğun Merkez Bankası’na kalmasının yollarını arıyor. Olur mu olur.

Bu, tabii, bir ihtimal. Diğer ihtimal ise, Erdoğan’ın bu faiz meselesini iyice takıntı haline getirmesi ve ekonomi yönetiminin bir kısmının bu esip gürlemelere ses çıkaramayıp, fırtına dinince Merkez Bankası’nı belli belirsiz kollayan açıklamalar yapması. Bundan maksat, muhtemelen yabancı yatırımcılara, dış piyasalara vs “Bakmayın siz o laflara, işler kontrol altında” mesajı vermek. Yani, bilemiyorum, böyle de olabilir.

Neyse, belki de boşuna dertleniyoruz. Niye? Çünkü Başkanlık gelince bütün bu sorunlar çözülecek. Öyle diyorlar.