NAZAR BÜYÜM

Nazar Büyüm

DÖNÜP BAKTIĞIMDA 

Yürü bire Hızır Paşa

Hafıza tuhaf bir şey. Yoksa beyin mi demeli, hafızayı içinde barındırdığına göre... Bazen bir koku bir müziği getirir akla, bazen bir müzik bir kokuyu, şimşek hızıyla, ama bir meltem gibi yumuşacık. Ve ikisi de sürükler peşinden bir anıyı, bir anı. Sonra biri çıkıp geliverir geçmişten, bir an, bir mekan  canlanıverir her şeyiyle, bir gülümseme gelip yerleşir yüzünüze, derken bir özleyiş sarar içinizi, bir kayıp duygusu...ve bir acı.

Bazen de bu güzel şeylerin  hiçbiri olmaz.

Şu sıralar kurşuni bulutların arasından ufacık bir gün ışığı kendini gösterince aklıma Seyrani düşüyor, Seyrani’nin bir dörtlüğü: 

            Nasıl geçtin boz-bulanık sellerden

            Haber mi aldın esen yellerden

            Yadigâr mı geldin bizim ellerden

            Gül ü reyhan misali koktun birader

 

Bu dörtlüğü bilmiyorsanız Ruhi Su’nun sesinden türküsünü dinleyin. Onda hasreti, yoksunluk içinden doğan umudu, kara bulutların arasından sızan ışığı duyacaksınız.

Seyrani koşmasının başı şöyle:

Kurtla kuştan alıp benim haberim

Kalkıp yoluma mı baktın birader

Geldiğin duyunca arttı kederim

Gözlerimden yaş akıttın birader

Devamında: 

Aman sultan seni redif almasın

Yavruların melul mahzun kalmasın

Buna sebep olan çare bulmasın

Derdim birken beşe arttı birader

 

Sılada nicedir körpe kuzular

Uzattık arayı bizi özüler

Âşık Seyrani'yim yaram sızılar

Ateş ciğerimi yaktı birader

 

Şubat melun bir aydır. Bir yandan boyuna posuna bakmaz, umut verir, bahar umudu, bir yandan Mart’a açılır kapısı, yakar dondurur, od-ocak söndürür. Zemheri biter, “Gücük” başlar. Gücük; “Haddini bil behey bücür” anlamında belki de... Doğu kiliselerinde çoğun Büyük Perhiz’in başladığı aydır Şubat, perhiz Paskalya’ya kadar sürer; hayvansal hiçbir gıda, et, süt, yumurta, peynir  yenmez; yalnız bitkisel besinler, meyve, sebze, zeytin, ekmek...

Annem inançlı bir kadındı. Büyük Perhiz’de o besinleri günde bir kez, akşam olunca yer, bunun dışında su da içmez, 24 saat oruç tutardı. 40 gün. Hatta bu sürenin son 3 gününde kendini büsbütün aç bırakır, ne su ne ekmek, orucu 72 saat sürerdi. Develi’de ‘Oğundurma’ tabir edilen buna Surp Sarkis Orucu da denir. Annem bu perhiz ve orucu sanırım seksenine kadar sürdürdü. Onu kaybettiğimiz ’98 Nisan’ında ben de, annemin anısına, 40 gün onun yolundan gittim. Bu yıl kızım Ludmilla’yla aynı perhizdeyiz, bedenimizi toksinlerden arındırıyoruz.

Seyranî Everekli, Develilidir. Develililerin çok sevdikleri, övündükleri bir aşık, bir ozandır. Eskiler onun ermiş olduğunu, bir çok kez aynı anda ayrı yerlerde görüldüğünü söyler, buna inanırlardı. Sonuncu büyük halk ozanlarından olduğu su götürmez. Nef”i’nin yolundan gittiğini, onun gibi dik başlı, hicivci olduğunu söylemek gerekir. Bu nedenle başına dertler açmıştır. Yazıyı yazarken Seyrani’yi, hayatını yeniden okudum.  Onun hakkında her yerde benzer şeyler söyleniyor. Birini, Seyrani sitesinden, okuyalım: 

“19. yüzyıl gizemci halk şiirinin büyük ustası, kuşkusuz, Seyrani’dir. Dehası, yergiciliği, taşlamacılığı, bir bakıma, gizemciliğini bastıran, haksızlığa, rüşvete, kıyıcılığa, toplumsal dengesizliklere, kaba sofuluğa, ahlaksızlığa karşı gözünü budaktan esirgemeden, korkmadan, çekinmeden savaşını veren, bu arada inancının gereklerini de bir yana itmeden, şiirsel yapıdan, söyleyişten uzaklaşmadan, etkin, kalıcı şiirlerini sazıyla halk içinde söyleyen güçlü bir ozanımızdır Seyrani. Şiirlerinin çoğunun bugün de güncelliğini yitirmemiş olması, halk arasında büyük saygınlık kazanması, Seyranî'nin gücünün simgesidir.” 

Acaba niçin böyle oluyor? Niçin şairlerin, halk ozanlarının yazdıkları yıllar, yüzyıllar boyunca eskimiyor, içeriğini, geçerliliğini koruyor? 13. yy ozanı Yunus Emre’den 16. yy.da Pir Sultan Abdal’a, 17. yy.da Nef’i’ye, Kaçak Abdal’a, 19.yy.da Dadaloğlu’na, Seyrani’ye, geçen yüzyılda Neyzen Tevfik’e uzanan bu zincir niçin günümüzde hala sürüyor? Örnekler verelim

Yunus Emre’nin şu feryadını daha önce de yazmıştım. 

Ya ilahi dersual etsen bana,

Cevabım işbudurur anda sana

 

Ben bana zulmeyledim ettim günah,

N'eyledim n'ettim sana ey padişah?

 

Nesne eksildi mi mülkünden senin?

Geçti mi ya hükmüm, hükmünden senin?

 

Rızkını yeyip seni aç mı kodum?

Ya yeyip öynünü muhtaç mı kodum?

 

17. yy şairi Nef’i’yi zamanın şeyhülislamı uyarmış, bir müslümanı kötülerken aşırı gidilirse küfre düşülebileceğini söylemiş. Nef’i buna karşılık:

 

Müftü Efendi bize kafir demiş

Tutalım ben O’na diyem Müslüman

Lakin varıldıkta ruz-ı mahşere

İkimiz de çıkarız anda yalan

 

Bir başkasında Nef’i, kendisine ‘kelp’ diyen Vezir Tahir’e  cevap verir:

 

            Tahir Efendi bana kelp demiş

            İltifatı bu sözde zahirdir

            Malikî mezhebim benim zira

            İtikadımca kelp tahirdir

kelp: köpek

tahir: temiz

Nef’i padişahtan sadrazama, ulemaya, vükelaya demediğini komaz. Siham’ı Kaza (Kaza Oku) adını verdiği kitabının peşinden Padişah seyrandayken yanına yıldırım düşer. Padişahın öfkesinden kurtulmak için hadımağasına giderek dilekçe yazdırmak isteyen Nef’i, dilekçe yazılırken siyahi ağanın kaleminden bir damla mürekkep beyaz kağıda düşünce, “Mübarek teriniz damladı efendim,”der. İdam edilir. Onun için yazılan beyit şöyle:

Gökten nazire indi Siham-ı Kaza’sına

Nef’i diliyle uğradı Hakk’ın belasına

 

Dadaloğlu:

 

Belimizde kılıcımız kirmani

Taşı deler mızrağımız temreni

Hakkımızda devlet etmiş fermanı

Ferman padişahın dağlar bizimdir

 

“Ellerin attığı taş bana değmez/İlle dostun gülü yaralar beni” diyen Pir Sultan Abdal’a kulak verelim:

 

Münafıkın her dediği oluyor

Gül benzimiz sararuban soluyor

Gidi Mervan sa’d oluban gülüyor

Katip ahvalimi Şah'a böyle yaz

 

Pir Sultan Abdal'ım ey Hızır Paşa

Gör ki neler gelir sağ olan başa

Hasret koydun bizi kavim kardaşa

Katip ahvalimi Şah'a böyle yaz

            *** 

Yürü bire Hızır Paşa 

Senin de çarkın kırılır 

Güvendiğin padişahın 

O da bir gün devirilir

        

“Ozanın sorumluluğu, onu çıkaran toplumu başka bir ozan çıkaracak güçle donatmaktır,” der James Baldwin. Bizim ozanlarımız bu sorumluluğu bihakkın yerine getirmişler.

 

Seyrani’yle bitirelim.

 

Benden selam söylen çattımçanağa*

Kokmadıktan kelli gülgüllenmesin

Sokmayın kargayı gül olan bağa

Gübre müptelası bülbüllenmesin

 

Gelin görün ki, kargalar çoktan girmiş gül açan bağa, danalar girmiş bostana...  

*Çattımçanak: Gelincik çiçeği