Perinçek v. İsviçre davasına Zoryan Enstitüsü'yle birlikte Türkiye'den müdahil olan İHD ve Hafıza Merkezi'nin avukatı Payam Akhavan: "Türkiye’nin savunma yapmaktansa Doğu Perinçek’i ve Talat Paşa Komitesi’ni soruşturuyor olması gerekir."
(STRASBOURG) Bugün görülen Perinçek v. İsviçre davasına Türkiye’den iki sivil toplum örgütü de müdahil oluyor. Türkiye İnsan Hakları Derneği ve Hafıza Merkezi, Toronto merkezli Zoryan Enstitüsü ile birlikte sunacakları yazılı görüşte Perinçek’in 1915 Ermeni katliamlarının “uluslararası bir yalan” olduğu suçlamasının ayrımcı amaçlar taşıdığını savunacak. Sivil toplum örgütlerinin avukatlığını yapacak olan avukat Payam Akhavan’la konuştuk.
Bize kendinizi biraz tanıtabilir misiniz? Sizi Türkiye’de okuyucuya nasıl tanıtalım?
Kanada McGill Üniversitesi’nde Uluslararası Hukuk profesörüyüm, aynı zamanda İngiltere Oxford Üniversitesi’nde öğretim üyesiyim. Daha önce Bosnalı Müslümanlara yönelik Srebrenitsa soykırımıyla ilgili Lahey’de Birleşmiş Milletler savcısı olarak görev yaptım. Ayrıca, Seyfülislam Kaddafi’nin Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde görülen davasında Libya hükümetini temsil ettim. İran’dan sürgün edildim ve İran İnsan Hakları Belgeleme Merkezi’nin kurucusuyum. Perinçek davasında, Türkiye İnsan Hakları Derneği ve Hafıza Merkezi’nin Toronto merkezli Zoryan Enstitüsü ile birlikte sundukları, Perinçek’in 1915 Ermeni katliamlarının “uluslararası bir yalan” olduğu suçlamasının ayrımcı amaçlar taşıdığı ve Türkiye’de Ermenilere yönelik nefreti kışkırttığını belirten ortak yazılı görüşün avukatlığını yapıyorum.
Türkiye’deki günlük gazetelerin ön sayfalarına bakarken sizin isminizi, hissesinin tamamı Perinçek’e ait Aydınlık gazetesinde gördüm, haberde Perinçek v. İsviçre davasını Ergenekon davasıyla bağlantılandırmaya çalıştığınız söyleniyor. Bu konuyu biraz açabilir misiniz? Üç STK’nın yazılı sunumlarının özü nedir?
İsviçre mahkemesinin Bay Perinçek’i 1915 katliamlarını “uluslararası bir yalan” olarak nitelediği için ayrımcılığı kışkırtmaktan mahkum eden ilk kararı, Perinçek’in Talat Paşa Komitesi üyeliğinden de bahsediyordu. Avrupa Mahkemesi’nin şimdi temyizi görülecek Perinçek lehine kararı, sadece mezalimi hukuki bağlamda “soykırım” olarak sınıflandırmakla ilgili olduklarından, Perinçek’in ifadelerinin yasaklanmasına acil bir ihtiyaç bulunmadığı sonucuna vararak Komite’nin bu bağlamdaki önemini değerlendirmemiş oldu. Talat Paşa Komitesi ve Bay Perinçek’in faaliyetleri konusunda bilgisi olan herkes, Mahkeme’nin bu açıklamaların yapıldığı bağlamı değerlendirmekte açıkça başarısız olduğunu görür. Avrupa Parlamentosu, Talat Paşa Komitesi’ni “yabancı düşmanı ve ırkçı” olarak niteleyen bir karar çıkardı ve Türkiye’ye bu örgütün nefret uyandıran faaliyetlerini yasaklama çağrısında bulundu. Ergenekon davası kararında İstanbul Ceza Mahkemesi Ergenekon’un aralarında Ocak 2007’de gerçekleşen Hrant Dink suikasti de bulunan terör eylemleriyle Talat Paşa Komitesi’nin eylemleri arasında bir bağlantı bulmuştu. Mahkeme Bay Perinçek’in Ergenekon’da lider rolü oynadığını, “psikolojik savaş” ve “propaganda”dan sorumlu olduğunu ve “Ermeni Soykırımı iddialarını” nefret uyandırmak için bahane olarak kullandığını belirtti. Bu bağlamda, Bay Perinçek’in sadece 1915 katliamlarının soykırım olup olmadığı hakkında akademik ve hukuki bir tartışmaya taraf olduğu sonucuna varmak imkansız. Açıklamasını yaptığı bağlam ve hedeflediği kitle, Perinçek’in ayrımcı saiklerini şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya koyuyor. Büyük Daire’nin bu temyiz davasında bu bağlamı göz önünde bulundurması önemli. Tabii Ergenekon kararındaki bulguların ve daha geniş bağlamda Perinçek’in temsilen İsviçre’ye seyahat ettiği Talat Paşa Komitesi’nin kötü şöhretinin, Perinçek’in saiklerini tahlil etmede neden önemsiz olduğunu veya göz ardı edilebileceğini açıklamak Bay Perinçek’e ve müdahil Devlet olarak Türkiye’ye kalıyor.
“Türkiye’nin tam tersine Talat Paşa Komitesi’ni soruşturuyor olması gerekir”
Sunacağınız üçüncü taraf görüşünü Büyük Daire’deki davaya çok önemli bir müdahale olarak görüyorum; sizce nasıl değerlendirilecek? Bu dava ifade özgürlüğü ile ilgili, ve Türkiye’den insan hakları örgütleri davaya müdahil oluyor, bu durum bize neler söylüyor?
Ermenilere karşı işlenen tarihsel adaletsizliklerin tanınması Ermenilere ait bir mesele değil. Bir insan hakları meselesi. Mesele demokratik ve hoşgörülü bir kültür yaratmak, her uygarlığın ölçüsü azınlıklarına davranışından anlaşılır. Bu yüzden, Mahkemeye bu görüşü sunan koalisyonun, nefret suçlarının önlenmesi konusundaki kararlılıkları üzerinden bir araya gelen Türkiye ve Ermenistan’dan insan hakları gruplarından oluşması bu denli önemli. Sırf Ermeni-Türk barışı uğruna çalıştığı için suikaste uğrayan Hrant Dink gibi kişilerin “Türklüğe hakaret”ten mahkum edilmeleri bir talihsizlik. Türkiye’nin, bunun tam aksine, Doğu Perinçek’i ve “Osmanlıların Hitler’i” olarak anılan adamı göklere çıkartan Talat Paşa Komitesi’ni soruşturuyor olması gerekir. Benim görüşümü sorarsanız, Türkiye halkına en büyük hakareti nefret ve şiddet diliyle konuşanlar ediyor. Türkiye büyük, eski, zengin ve çeşitlilik taşıyan bir uygarlığa sahip, bu uygarlık tam potansiyeline ancak, bir zayıflık değil güç kaynağı olan bu çeşitliliği kucakladığında ulaşacak. Bu farklılıkların ötesine geçebilen ve saygılı bir diyalog kurabilen Türk ve Ermeniler övgü ve desteğimizi hak ediyor. Bu sebeple bu müdahale, 1915 olaylarını soykırım olarak veya başka bir hukuki etiketle nitelemek hakkında değil. Mesele, Türkiye’de okul kitaplarının Ermenileri neden hain ve yalancı olarak nitelediği. Mesele, Türkiye’de çocukların maruz kaldıkları yoğun propaganda ve beyin yıkama sonucunda, Ermenilerin Türkiye’nin zengin tarihinin bir parçası değil de “düşmanı” olduğunu düşünerek büyümeleri. İnsan hakları hukuku ifade özgürlüğünü korur, nefret suçlarını değil. İnsan hakları hukuku Devletlerden nefret söylemini yasaklamasını talep eder. İşte bu sebepten, insan hakları gruplarının bu müdahalesi ifade özgürlüğüne karşı değil, Türkiye’nin çeşitliliğini parçalayan ve büyük bir ulusun ihtiyacı olan hoşgörü ve ilerlemeyi baltalayan nefret ve şiddete karşı.
Büyük Daire'nin kararına bağlı olarak, gelecekte ifade özgürlüğü, soykırım inkarcılığı, ırkçılık ve nefret söylemine karşı mücadele bağlamlarında neler bekleyebiliriz
Bence hukuki etiketler etrafında dönen steril hukuki tartışmaları geride bırakıp, temel bir insani gerçeği, 1915’te, bin yıldan uzun süredir o topraklarda yaşamış bir halka mensup 1,5 milyon Osmanlı yurttaşının yok edildiği gerçeğini anlamalıyız. Evet, Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli yerlerinde acı dolu olaylar gerçekleşti, farklı grupları etkileyen katliamlar oldu, ancak Ermeni ulusu tamamen yok edildi. Son yüz yıl içerisinde Ermeni ulusunun tarihsel mevcudiyetinin tüm izlerini silmeye, ve Ermeniler sanki hiç var olmamışlar, veya “hain” ve Türk halkının “düşmanı” oldukları için cezalandırılmışlar gibi göstermeye yönelik çabalar oldu. Ancak hakikat, binlerce kadın ve çocuğun, masum sivilin öldürüldüğü, tecavüze uğradığı ve açlıktan öldükleri bir çöle zorla sürüldükleri. Bu travmaya uğramış bir ulus, bugün dünyanın dört bir yanına dağılmış, geçmişten gelen derin yaralar taşıyor, ve bu yaraların iyileştirilmesi gerekiyor. Bu iyileşme ihtiyacına nefret ve şiddetle cevap veren politikacılar kendi zayıflıklarını teşhir ediyorlar. Güçlü bir lider hoşgörülü bir liderdir; cesur bir lider hakikatten korkmaz. Hangi kıyafete bürünürse bürünsün, aşırılıkçılık aynıdır. Bosna’da Sırp milliyetçiler Müslümanlar’a karşı nefreti kışkırttılar. Başka yerlerde ise Müslümanlar Hıristiyanlara aynı şeyi yaptılar. Bu bağlamda kurbanın kim olduğu fark etmiyor, çünkü en korkunç suçlar kelimelerle başlar, ötekileri insan değilmiş gibi gösteren ve onlara yönelik zulmü meşru kılan kelimelerle. Türkiye’deki aşırılıkçılar Türkiye’yi geçmişle ve nefretle rehin almış durumdalar. Savaş ve terör, açlık ve yoksulluk gibi meselelerle karşı karşıya bulunduğumuz, bunca acının olduğu bu dünyada, aşırılıkçılar paranoyak komplo teorileriyle meşguller, hayali düşmanlar yaratıyor ve başka Hrant Dinklerin duygusuzca öldürülmesine, Türkiye’deki Ermeni toplumundan geriye kalan az sayıda insanın da kaybolmasına yol açacak ortamı kuruyorlar.