Bir dükkân düşünün, içinde sizi çocukluğunuzun en sıcak ve unutulmaz anılarına götüren koltukların, sehpaların, aynaların, bibloların olduğu, gözünüze çarpan her detayda size yayanızı* hatırlatan... Bomonti İzzetpaşa Sokak’ta dört ay önce açılan Yayamın Sandığı böyle bir yer.
Biri Rum, diğeri Ermeni, iki yakın arkadaş, Aleks Zaharioğlu ve Harut Yazdanoğlu, antika meraklarını, üzerlerinde çok büyük emeği olan yayalarına ithaf ettikleri bu dükkânda meraklılarıyla paylaşmaya başladılar. Yurtdışı ve yurtiçinden toplanmış, 5 TL’den 5 bin TL’ye, her bütçeye uygun seçeneklerin yer aldığı ve kısa sürede, özellikle küçük parça porselen koleksiyonerlerinin ilgi odağı haline gelen Yayamın Sandığı’nda, açtığınız her çekmeceden sizi şaşırtabilecek şeyler çıkıyor.
Böyle bir dükkân açma fikri nasıl doğdu?
Aleks Zaharioğlu: Harut’la küçük yaşlardan beri arkadaşız. Ben ekonomi mezunuyum. Hep ticaretle ilgilendim. Harutyun’un da küçük yaşlardan gelen bir antika merakı var. Çok nadir parçalara sahip bir kaşık koleksiyoneri... Yurtdışına seyahatler yaptık birlikte; ben butiklerden farklı kıyafetler almaya, Harut ise antikacılardan antika toplamaya gidiyordu. ‘Neden bu ikisini tek bir konseptte birleştirmeyelim?’ dedik. Şu an hem kendi işlerimizi devam ettiriyoruz, hem de burayla dönüşümlü olarak ilgileniyoruz.
Harut Yazdanoğlu: Ben de psikoloji okudum ama aileden gelen dokumacılık geleneğini sürdürüyorum, Kapalıçarşı’da. Yıllardır Kurtuluş’ta antikacıları gezerim, meraktan. ‘Yazın mal çıkmaz’ diye bir söylem vardır. Dükkân sahipleri, yazları “Ada’dalar daha” ya da “Çınarcık’talar, gelmediler” derler. İnsanlar Ada’dan geldiklerinde temizliğe girişip evlerini boşaltırlar, antikalar o zaman açığa çıkar. Benim gibi koleksiyonerlerin içinde bir ukdedir bu durum. Eşyalarını atıyorlar ama hiç değer vermeden, hallaç pamuğu edip atıyorlar. Benim niyetim, bu tarz evlere kişilere önceden ulaşıp, çöpe giden, gözden çıkarılmış fakat aslında alıcısı olabilecek değerli ürünlere direkt ulaşabilmekti.
‘Yayamın Sandığı’ adı nereden geldi aklınıza?
A.Z.- Buradaki ‘yaya’ kelimesi ne ticari bir simge, ne de bir pazarlama yöntemi. Bu sadece ve sadece bizim yayalarımızın evlerindeki sandık. Buraya baktığınızda kendi evinizden çok şey görebilirsiniz.
H.Y.- Benim yayamın babası da antikacıymış. Kadıköy’de bilinirmiş, ‘Mobilyacı Vartan’ diye. Müzayedeleri hiç kaçırmaz, mutlaka bir şeyler alırmış. Ben dedelerimi görmedim, yayalarımı tanıdım. Varlık Vergisi nedeniyle evlerinde çok bir şey kalmamıştı, benim görebildiklerim çok küçük bir kısmıydı ama en önemlisi, zevkleri vardı.
Yeni koleksiyonerlere neler tavsiye edersiniz?
H.Y.- Koleksiyon için söylenen bir söz vardır, “Yüzü geçerse koleksiyon olur” denir. Bu tamamen bir sayı tespitidir. Normalde, bir kompozisyon içinde biriktirilen her şey koleksiyondur. Terzilikle ilgili bir koleksiyonsa mesela, makası, yanına yüksüğünü ve iğnesini koyarsın, zamanla bakırını, demirini, gümüşünü, altınını alırsın; giderek genişler koleksiyon. Belki daha sonra bir dikiş makinası alırsın ve kompozisyon tamamlanmaya başlar.
*Yaya: Ermenicede ve Rumcada ‘nine’