ABD’nin son 50 yılına damga vuran politik hareketlerin bilfiil içinde bulunmuş akademisyen, yazar ve aktivist Angela Davis, Hrant Dink İfade Özgürlüğü Konferansı’nda yapacağı sunum için İstanbul’da. Davis, baskıya uğrayanla özdeşleşmenin gücünün 'Je Suis Charlie'de de 'Hepimiz Hrant'ız'da da görüldüğünü söylüyor.
20. yüzyılı etkileyen sosyal hareketlerin tanığı, kesişme noktası ve mirasçısı bir kadın Angela Davis. ABD’de ırkçılığın en derinden hissedildiği eyalette, Alabama’da büyümüş, sivil haklar hareketinin, ardından Marksist öz savunma hareketi ‘Kara Panterler’in parçası olmuş bir komünist. Feminist hareketinde göbeğinde yer almış bir feminist. 18 ay geçirdiği hapishaneden çıktıktan sonra hapishane, kapatılma ve ırkçılık ilişkisini deşen bir akademisyen. Dünyadaki adaletsizliklerin birbiriyle ilişkisini tahayyül eden bir anti kapitalist. Yaklaşık 50 yıldır siyasi haklar savunuculuğu yapan akademisyen ve yazar Angela Davis, Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü, Sosyoloji Bölümü ve Tarih Bölümü ev sahipliğinde, her yıl düzenlenen ‘Hrant Dink İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Konferansı’nda bir konuşma yapmak için İstanbul’a geldi. Cuma günü gerçekleşecek sunum öncesi birkaç gazetecinin bir araya geldiği sohbette, söz kaçınılmaz olarak Charlie Hebdo’ya düzenlenen saldırıdan açılıyor.
‘Hepimiz Hrant’ız’ dan ‘Je suis Charlie’ye
Davis, ‘Bu konuyla ilgili sizin bildiklerinizde fazla birşey bilmiyorum’ dese de, katliam sonrası düzenlenen dayanışma eylemlerinin ortaklığından bahsediyor: “Böyle zor zamanlarda insanlar, empati göstermek ve bir arada durmak ister. Özdeşleşmenin ne demek olduğunu ‘Je suis Charlie’de de ‘Hepimiz Hrant Dink’iz’ de de gördük. Ermeni Soykırımı’nı konuşmanın zor olduğu Türkiye’de bir gazeteci ve aktivist olarak Hrant Dink, bunları açıkça konuştuğu için suikaste uğradı.” Charlie Hebdo saldırısı, yeni bir 11 Eylül’ü mü işaret ediyor sorusuna verdiği cevap ise ‘umuyorum ki hayır’ oluyor; “11 Eylül’ün başlattığı ‘teröre karşı küresel savaş’ Irak ve Afganistan’da yaşananlara, CIA güdünümnde olan ve hala kapatılmayan Guantanamo’ya neden oldu. Bu söylem aslında ABD’nin kültürel kodlarına işlemiş kölelik ve ırkçılıkla besleniyor ve islamafobiye uzanıyor.”
“Neden Ferguson’daki polisler bu kadar donanımlıydı?”
Davis’in bahsettiği bu söylemin getirisi ise ABD’de ve tüm dünyada polisin militer bir yapılanmaya dönüşmesine, daha da silahlanmasına neden oldu. ‘Neden Ferguson gibi küçük bir kasabadaki polislerin bu kadar donanımlı olduğunu kendimize sormalıyız” diyor Davis, “o eylemlerde kullanılan biber gazları İsrail’in Filistinlilere karşı kullandığı biber gazlarını üreten şirketten geliyordu. Küresel kapitalizmle ilişkili bu bağları görmeliyiz.”
“Sonuç değil etkisi önemli”
Davis, 2011 yılında New York’ta başlayan ‘Occupy’ hareketine açıktan destek veren entellektüeller arasındaydı. Occupy’dan, İspanya’daki ‘Les ingidnados’ hareketine, Gezi Direnişi’nden ‘Arap Baharı’na, son birkaç senede yayılan kitlesel hareketleri yeni bir politik alan açtı mı, yeni bir toplumsal söyleme imkan verdi mi? Davis’e göre bu talepsiz, manifestosuz, lidersiz ve programsız hareketleri sonuçlar üzerinden değil, etkileri üzerinden düşünmek gerekiyor; “Bu hareketlerin etkisi de hem ‘Birlikte nasıl yaşarız?’ sorusunu sormak oldu, hem de hareketleri bir araya getirdi. Irkçılık sorununu tek başına ele alamayız, ekonomik adaletsizlikle, toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle birlikte ve küresel ölçekte görmek gerekiyor. Bir hareketin sonucu etkisi kadar önemli olmayabilir. Taban hareketlerinde zafere ihtiyacımız vardır, bu doğru. Çünkü öteki türlü ‘yaptığım şey önemli, protesto etmek, hareket oluşturmak önemli değil, nasıl olsa birşey değişmeyecek’ diye düşünürüz. Fakat bazı şeyler ne kadar az değişirse değişsin, bu büyük farklılıklar meydana getirebilir. “
Angela Davis yarın (Cuma) Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüsü’nde ‘Ulusaşırı Dayanışmalar: Irkçılık, Soykırım ve Yerleşimci Sömürgeciliğe Direnmek’ başlıklı bir konuşma gerçekleştirecek. Konuşmasının başında ise hayatını ve yazınını ırkçılık ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı duruşa adamış yazar James Baldwin’in ruhuna, onun birkaç yılını geçirdiği İstanbul’da, Boğaziçi’nde selam gönderecek.