Türkiyeli bir Ermeni olan Serli Barsamyan dile olan yatkınlığının üzerine gidenlerden. Barsamyan, Ermenice ve Türkçeyle yetinmemiş, henüz küçük yaşta Japonca öğrenmeye heves etmiş. Bununla yetinmeyip, İngilizce öğretmenliği yapmak için gittiği Brezilya’da Portekizce de öğrenmiş. Beş dil konuşabilen Barsamyan’la, öğrenmek için çok tercih edilmeyen bir dil olan Japoncanın kendisine açtığı kapıları ve gelecek planlarını konuştuk.
Anadilinin dışında bir dilin baskın olduğu bir ortamda doğmak, insanın dil öğrenme kabiliyetini güçlendiren bir avantaj. Türkiye’de doğan Ermeniler, Rumlar ve Bulgarlar bir asimilasyon sürecine tabi tutulmuş olsalar da, anadillerini koruyabilmişler. Doğar doğmaz iki dille iletişim kurmanın getirdiği alışkanlık, bundan sonraki her yeni dilin öğrenilmesinde büyük kolaylık sağlıyor. Türkiyeli bir Ermeni olan Serli Barsamyan da dile olan yatkınlığının üzerine gidenlerden. Barsamyan, Ermenice ve Türkçeyle yetinmemiş, henüz küçük yaşta Japonca öğrenmeye heves etmiş. Bununla yetinmeyip, İngilizce öğretmenliği yapmak için gittiği Brezilya’da Portekizce de öğrenmiş. Beş dil konuşabilen Barsamyan’la, öğrenmek için çok tercih edilmeyen bir dil olan Japoncanın kendisine açtığı kapıları ve gelecek planlarını konuştuk.
Japoncaya yönelik ilginiz ne zaman başladı?
Açıkçası Japoncaya ne zaman ve nasıl ilgi duyduğumu hatırlamıyorum. 13 yaşımda ders almaya başladığımı hatırlıyorum. Japonca öğrenmek istiyordum. Bir gün öğrencisi olduğum Pangaltı Mıkhitaryan Okulu’nun bahçesinde, tesadüfen Japon bir kadınla tanıştım. O gün okulun bir etkinliğinde görev alan komşusunun çocuğunu izlemeye gelmişti. Eşinin Türk olduğunu, İstanbul’a yeni geldiğini ve Türkçe bilmediğini anlattı. Ona, İngilizce olarak, “Bana Japonca öğretebilir misiniz?” diye sordum. Şansıma, o da zaten öğretmenmiş. Böylece onun ilk öğrencisi oldum. Liseyi bitirene kadar özel ders aldım. Üniversitede karşılaştırmalı edebiyat okudum, seçmeli ders olarak Japonca aldım. Üniversitenin ardından, oradaki hocamın yönlendirmesiyle Japonya’ya gittim. Bu yıllar boyunca annem bana hep destek verdi. Bazı akrabalarım “Hevestir, geçer” dese de, işin peşini bırakmadım ve Japoncayı öğrendim.
Japonya’da neler yaptınız?
Önce dil okuluna gittim. İki yıl boyunca dil eğitimi aldım ama bir yandan da part-time çalıştım. Japonya’yı çok sevince, orada yaşamaya karar verdim. Ne yapabilirim diye düşünürken İngilizce öğretmenliği aklıma geldi. Ardından yurtdışında öğretmenlik yapabilmek için bir programa kaydoldum. O eğitimi ABD’de tamamlarsam Japonya’da iş bulmamın kolaylaşacağını düşünüp, iki yılın sonunda ABD’ye gittim. Eğitimimi tamamladıktan sonra Türkiye’ye döndüm. İlk öğretmenim, İstanbul’daki Japon okulunda çalışıyordu; bana okuldaki İngilizce öğretmeni ihtiyacından bahsetti, ben de orada çalışmayı kabul ettim. Dolayısıyla, Japonya’ya dönmeyi düşünürken kendimi İstanbul’daki Japon okulunda buldum. Orada üç yıl öğretmenlik yaptım.
Peki, Brezilya serüveni nasıl başladı?
ABD’de öğretmenlik eğitimi aldığım sırada Brezilyalı birçok arkadaş edindim. Onlardan, Brezilya’da İngilizce öğretmenliği yapan biri, Türkiye’ye ziyarete geldi. İstanbul’daki üçüncü yılımda bana bir mail attı. Brezilya’da İngilizce kursu açmayı düşünüyordu; benden bir süre orada yaşayıp ona yardım etmemi istedi. Bu benim için çok büyük bir karardı, çünkü artık İstanbul’da, evimdeydim. En fazla Japonya’ya gitmeyi düşünüyordum, başka bir ülke hiç aklımda yoktu. Ama böyle bir teklif gelince, bir daha böyle bir şansım olmayabilir diye düşünüp kabul ettim. Japon okulunun müdürü de “Seni bırakmak istemeyiz ama madem böyle bir teklif geldi ve düşünüyorsun, git. Ne zaman istersen buraya dönebilirsin” deyince, bana bir güven geldi ve teklifi kabul ettim. Brezilya’da iki yıl kaldım. Türkiye’ye daha birkaç gün önce döndüm. Aslında bir süre burada kalıp Japonya’ya gitmek gibi bir düşüncem vardı ama kafam biraz karışık. Japonya’da okul dönemi nisan ayında başlar, Brezilya’da ise aralıkta bitiyor ve ocakta başlıyor. Bu dönemi Japonya’ya gidip birkaç okulla görüşerek değerlendirebilirim diye düşündüm ama burada da görüşmeye çağırıyorlar, o yüzden durumum şu an muallakta.
Tekrar başka bir ülkeye gitmeyi düşünüyor musunuz?
İçimden geçen şey, temelli Japonya’ya yerleşmek. Üstelik bu durum tamamen hayal de değil. Brezilya’dan sonra başka bir yere gidip, tek başıma sıfırdan başlayabilir miyim, bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey var, burada da olsam, orada da olsam, hep Japonlarla ilgili bir şeyler yapacağım. Öte yandan, şimdiye kadar hep İngilizce öğretmenliği yaptım, bundan sonra da böyle devam etmek istiyorum. Japonca konuşmayı çok seviyorum ama öğretmek gibi bir hevesim yok. İşim bu artık, İngilizce öğretmenliği.
‘Japonca bilen, Çince okuyabilir’
Japonca öğrenmesi zor bir dil mi?
Japonca öğrenirken hiçbir zaman pes etme noktasına gelmedim. Tersine, öğrendikçe dilin daha ince ayrıntılarına inmek istedim, daha çok şey öğrenmeyi hedefledim. Özellikle Japonya’ya gidip orayı görünce, bu isteğim iyice arttı. Dili öğrenmeye alfabeyle başlamadım. Hocam, Latin karakterlerle yazarak bana konuşmayı öğretti. O kadar iyi bir hocaydı ki, bir kelimeyi üç saat boyunca tekrar ettiğimi hatırlıyorum. Buradaki tek amaç, aksanı doğru kapabilmemdi. Bunun faydasını sonraki dönemlerde çok gördüm.
Asya dillerinin alfabeleri, bilmeyenler için, birbirlerinin neredeyse aynı. Gerçekte fark nedir?
Çince ve Japonca, konuşma açısından birbirinden çok farklı diller. Biri Çince konuşsa, Japon herhangi bir şekilde anlamaz. Ama Japoncada üç ayrı alfabe var. İlk ikisi, sadece Japonlara ait; biri yabancı diller için kullanılıyor, diğeri Japonca için. Üçüncü alfabeleriyse Çin karakterlerinden oluşuyor, ‘Kanji’ deniyor. O yüzden de bir Japon, Çince gördüğü zaman okuyabilir. Kanjiler sembol oldukları için, anlamasalar da ne yazıldığını okuyabilirler. Her Japon bu üç alfabeyi çocuk yaşta öğrenmek zorunda, üçünü bilmeden hiçbir şekilde kitap veya gazete okuyamaz. Hepsi karma yazılıyor, bir metinde üç farklı alfabeye de rastlamanız mümkün. Korece ise bambaşka bir dil, alfabesi de farklı.