Bilgi ve iletişim teknolojileri, özellikle sosyal medyanın politik süreçlerdeki yaratıcı kullanımının artmasıyla, politik açıdan daha çok tartışılır oldu. Itır Akdoğan, ‘Dijital Politik Fanteziler’ adlı kitabında, internet, mobil teknoloji ve çeşitli uygulamaların, toplumsal değişimdeki rollerini anlatıyor.
Kitabınızın adı ‘Dijital Politik Fanteziler’. Neden “fantezi” kavramını kullanmayı seçtiniz?
Tezimin kuramsal çerçevesinde, başta ‘fantezi’ kavramı yoktu. Fakat çalışırken ‘Gömülü Yöntembilim’ metodunu kullandım. Bu metoda göre, soyut ve somut arasında ‘git gel’ yaparak çalışıyordum. Yani soyut kavramların yanında, somut olarak topladığım veriler vardı. Bu kavramlar, verileri anlamak için taktığım gözlükler gibiydi. Bunlara göre verinin içinde ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Verilere baktığımda, toplumda farklı kesimlerin fanteziler kurduğunu gördüm. Kurumsal siyasetçiler, eylemciler ve sade yurttaşların, aslında olamayan bir şeyi var saydıkları, yani fantezileri ortaya çıktı. Bu durum ise kavramsallaştırma zorunluluğu getirdi. Ütopya veya mit kavramlarını da kullanabilirdim, ama ‘fantezi’, eleştirel analiz yapmama en çok yardım eden kavram oldu. Lacan’a göre, sürekli olarak fantezi kuruyoruz ve bunlar hep çöküyor, onun deyimiyle yoksunlaşıyor. Bu aşama, benim daha derin bir analiz yapmamı sağladı. İlk yaptığım analizde, bu üç farklı grubun, siyasal güç fantezisi, (yere-küresel arasında) uyum fantezisi ve teknolojik güç fantezisi kurduklarını gördüm.
Bu üç grup arasında herhangi birinin daha yatkın olduğu bir fantezi türü var mı?
Kurumsal siyasetin kurduğu daha çok ‘teknolojik ve siyasal güç’ fantezisi. Örneğin, e-belediye uygulamaları. Bu uygulamayla, belediye, daha önce ulaşamadığı insanlara ulaştığını ve daha geniş kontrole sahip olduğunu düşünüyor. Fakat aktivist ve sade yurttaşlarla konuştuğumuzda anlıyoruz ki, e-belediye uygulamaları yaygın değil. Aktivistler ise ‘siyasal güç’ fantezisi kuruyor. Yeni teknolojilerle katılımın arttığını düşünüyorlar. Fakat yerel yönetimlerle görüştüğümüzde, demokratik katılım mekanizmalarının oluşmadığını görüyoruz.
Tezinizi Gezi Direnişi’nden önce yazdınız. Gezi’de ve sonrasında, bu fantezilerin karşılığını gördünüz mü?
Elbette gördüm. Araştırmanın söylediği siyaset ve siyasal olanın kavuşamaması, zaten Gezi’nin ortaya çıkış nedeni. Gezi’de, ele aldığım üç toplumsal değişim alanıyla ilgili gözlem yapmak mümkün oldu. İletişim teknolojileri alanında çoğunluğunu genç ve örgütsüz yurttaşların (sade yurttaşlar) oluşturduğu göstericiler iletişim teknolojilerini, özellikle sosyal medyayı çok yaygın ve yaratıcı kullandı. Aynı teknolojiyi doğal olarak, eylemciler ve yerel kurumsal siyasetçiler de kullandı. Siyaset ve siyasal olan alanında, Twitter daha ziyade hızlı/acil bilgi paylaşımı için kullanılırken, Facebook’ta daha çok mizaha ve yaratıcılığa dayanan, yeni siyaset şekilleri arayışında olan kişilerden, yeni politik ifade şekilleri gördük. Aynı zamanda, yurttaşların, özellikle Twitter üzerinde kurumsal siyasetçilere daha önceden benzeri görülmemiş içerik ve yoğunlukta, kamuya açık mesajlar ilettiğini gördük. Son olarak, yerel-küresel ilişkisinde, Gezi sürecinde yerelin küreselle buluştuğunu, dünyanın birçok kentinde yapılan dayanışma gösterileri ve o gösterilerden görüntülerin çevrimiçi paylaşılmasından takip edebildik. Dahası, İstanbul’daki göstericilerin, eylemlerini küresel ağlarda paylaşılmasıyla, bu hareketin dünya gençlerine, örneğin Brezilya gençlerine ilham olmasına da tanık olduk.
Bütün bunlardan doğan iletişim ve içerik de yine güç fantezileri kurmak için imgeler sundu.
‘Beyoğlu’nda bir performans’ diye bir değerlendirme yapıyorsunuz kitapta. Burada kullanılan ‘performans’ kavramını açar mısınız?
Küresel bir konferanstan, bir akademisyenin sunumundan alıntıladım bu kavramı. Eğer bir sokak gösterisinin sonunda yurttaşlar, bir iki laf söyleyip hayatlarına devam ediyorlarsa, bu sadece bir performans olarak kalır. Gezi Direnişi esnasında çeşitli danslar, koro performansları, tiyatro gösterileri oldu. Lakin bir sonuca ulaşılmadı. Evet, ağaçlar hâlâ orada duruyor, ama Gezi sadece ağaç demek değildi. Direnişin çıkışında, yöneten ile yönetilen arasında etkileşim olmaması etkendi. Ve şimdi demokratik açıdan baktığımızda, Gezi’den sonra çok daha antidemokratik bir topluma dönüştüğümüzü görüyoruz. Medyanın sesi sustu ya da daha cılız çıkmaya başladı, insanların katılımı çok daha geri planda kaldı. Demokratik açıdan bakarsak Gezi, çeşitli güç fantezileri kuracak imgeler sağladı. Lakin, direniş öncesine göre çok daha güçsüz durumdayız. Bu yüzden, performans olarak değerlendiriyorum. O esnada tüketmesi eğlenceli ama demokratik olarak hiçbir gelişim sağlamıyor.
Fantezileri, gerçekleştirmeye yönelik bir adım olarak görebilir miyiz? Yoksa bunlar soyut olarak kalacak hedeflerden mi ibaret?
‘Fantezi’ kavramı, olumsuz bir durum içermiyor, aksine iyi bir anlamı var. Bir şey yapabileceğine inanmak, itici bir güç oluyor. Toplumsal değişimi sağlamak için birilerinin bu fantezileri kurması lazım. Bir daha asla sahip olamayacağın bir şeyin acısıyla baş etmek için kurduğun senaryolar bunlar. Bunu söylerken, sandığın kadar güce sahip olmadığının da farkında olman lazım. İlerleyebilmen için bunun farkındalığı gerekli.
Peki bu üç grup; kurumsal siyasetçiler (yönetenler), aktivistler ve sade yurttaşlar, teknolojiyi etkin bir biçimde kullanabiliyorlar mı?
Aktivistler arasında etkili kullanabilenler var. Kullanımın dışında, yaklaşımları mühim. Örneğin; yerel yönetimler çok iyi bir e-belediye uygulaması yapabilirler. Fakat sunulan uygulamanın, demokratik ayağından hiç bahsetmiyorlar. Sadece işleyişin ve hizmetlerin daha verimli olmasına odaklanmış durumdalar. Aktivistler ise etkili teknolojik kullanımını, demokratikleştiren bir unsur olarak görüyorlar. Aktivistler, yeni teknolojinin daha çok insanla etkileşim sağlayacağını düşünüyor, demokratik katılım için kullanıyorlar teknolojileri. Bir yandan, teknolojinin kendinden kaynaklanan antidemokratik uygulamalar var. ‘Sayısal uçurum’ ilk akla gelen fark mesela. Yani, 3G telefonu olan ile 2G telefonu olan arasındaki fark. Bu durum, bilgiye erişim açısından uçurum yaratıyor. Bu, önemli bir kısıtlama. Bunun dışında, dijitalin, yüz yüze olanın kopyası hâline gelmeye başladığını görüyoruz. 1990’ların sonunda, internetin büyük bir demokratikleştirici unsur olacağı tartışılıyordu. Süreç ilerledikçe görüldü ki, sokakta antidemokratik ne varsa, dijital hayatta da olmaya başladı. Aktivistler arasında, etkileşimi çok iyi sağlayan, mesajlarıyla dikkat çeken, meselesine destek bulanlar var. Ama bir yandan da, büyük bir kısmı İngilizce konuşmuyor. Küresel ağlara üye olup mesajlar alsalar da, kendileri mesaj veremiyorlar. Dolayısıyla bilgi akışı tek taraflı oluyor. Sade yurttaşlar ise aktivistlerden de dezavantajlılar. Örneğin, yöneticilere e-mail attıklarında, aktivistler gibi cevap alabilme şansları çok az. Çok fazla ilgileri de yok. “Online katılım olsa, katılır mısın?” diye sorduğumuzda, “Niye katılayım ki, nasılsa benim kararımla değişmeyecek. Kararlar alınıyor ondan sonra benim haberim oluyor” diyorlar. Kimisi zaten baştan ilgili değil.
Teknolojinin kullanımı yeni bir dil yarattı mı?
Aslında Twitter’da yaratmak zorunda kaldı. Artık ne dediğinizi 140 karakterle anlatmak zorundasınız. Bir yandan ‘kesin bilgi’, ‘yayalım’ gibi ifadeler hayatımıza girdi. Gençler, geleneksel siyasetle eskisi kadar ilgilenmiyorlar. Dünyada da böyle, Türkiye’de de… Gençler, yeni bir dil istiyor ve bu dil mizahla beraber gelişiyor. Gençler, partilere üye olmadıkları için ya da sandığa gitmedikleri için politikayla ilgilenmiyorlar diyemeyiz. Apolitik değil, politikler ama bunu farklı bir dille ifade ediyorlar. Gezi’nin yüzde yetmişinden fazlası, daha önce sokağa çıkmamış, örgütsüz insanlardı. Sokağa çıkmalarının sebebi, politikaların özel hayatlarına dokunur seviyeye gelmesiydi.
‘Sansür, teknolojik güç fantezisinin çökmesinde çok etkili olacak’
Twitter’da bir siyasi figür, bir şeyler yazıyor ve ona cevap veriliyor. Burada gerçek bir etkileşim var mı? Bir taraftan sonuca ulaşan bir durum yokken, bir taraftan yazılan cümleler yüzünden insanlara davalar açılıyor. Bunu nasıl değerlendirmek lazım?
Yönetenlerin hesaplarına bakınca, milyonlarca takip edeni olduğunu ama bir iki kişiyi takip ettiklerini görüyoruz. Zaten bu durum, sosyal medyanın çift yönlü iletişimine kapalı olduklarını, geleneksel yöntemlerden vazgeçmediklerini gösteriyor. Yöneticilerin yazdığı mesajlara yurttaşlardan mesaj geliyor ve burada kullanılan dil, daha önce alışık olmadığımız bir dil. Fakat buradaki yazışmalar, bizim yurttaş etkileşiminden anladığımız şey değil. Yurttaş etkileşimi, birlikte karar verebilmek için kurulmalı.
Bir dönem Twitter yasaklandı. Genel olarak iletişim biçimlerinde sansür uygulamak mümkün mü? Sansür uygulanırsa kurulan fantezilerde değişim olur mu?
Sansür, elbette uygulanabilir. Bunlar sonuçta kâr amacı güden şirketler. Hükümetler çok ciddi baskılar yaparlarsa sansür uygulanabilir. Örneğin, Ötekilerin Postası’nın grubu, Facebook’ta defalarca kapatıldı. Twitter, daha kullanıcısını koruyan bir şirket gibi görünse de, askıya alınan bazı hesaplar oldu. Demokratik olmayan ülkelerin kullandığı sansür teknolojisini üreten şirketler, yine Batılı şirketler. Dolayısıyla, güvenmek mümkün değil. Sansür, teknolojik güç fantezisinin çökmesinde en etkili olacak unsur.