OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Anlaşılır bir şekilde, halkta bir hayal kırıklığı var. Öyle görünüyor ki şu noktada hem Ermenistan, hem Paşinyan için en hayırlısı sakince erken seçime gitmek. Paşinyan’ın halkın desteğini görünür biçimde almadan bu süreçten çıkması, makamında kalsa bile o güvenoyu olmadan ülkeyi yönetmesi zor.

Avrupa’yı uyaran Erdoğan’ın en üst düzey yönetici olduğu Türkiye’de tarihle yüzleşme, farklılıkların eşitlik temelinde yaşatılması konularında durum nedir?

Türkiye’de Ermeni olmak zaten zor, Karabağ Savaşı’nın alevlendiği ve ateşkeslere rağmen bütün şiddetiyle sürdüğü bugünlerde daha da zor. Birçok ırkçı ifadenin muhatabı olmayı sineye çekmek gerekiyor.

Adana’da da St. Paul Koleji öğrencileri ‘Hamlet’i sahneye koyuyorlar. Fakat bu, hükümet görevlilerini ve müftüyü rahatsız ediyor. Kendisi de aynı kolejde öğretmen olan Helen Davenport (Brown) Gibbons, yaşananları 7 Nisan 1909 tarihli mektubunda annesine anlatmış. Gibbons’ın aktardığına göre, işler Hamlet’in üvey babası için ters gitmeye başlayınca, başta mülki görevliler olmak üzere seyirciler rahatsız olmaya başlamış.

Samimiyet meselesinin ötesinde ne kadar mutlu olduklarını anlatan ve bunun için devlete ve geniş topluma şükranlarını sunan Ermenilerin psikolojik durumuna, motivasyonlarına dair başka bir hususa dikkat çekmek istiyorum. Türkiye Ermenileri, hem devletin, hem de geniş toplumun baskısı ve nefreti altında yaşayagelmiştir. Nefret edilerek yaşamak, bunu her daim hissetmek çok ağır bir psikolojik yüktür.

Türkiye’de malum, olumsuz bir fiilin öznesi ‘Ermeniler’ olarak belirtilince başka bir şeye gerek kalmıyor, orada söyleneni büyük bir kitle sorgusuz sualsiz kabul ediyor. Karabağ’da son çatışmaların patlak verdiği anda da böyle oldu. “Ermeniler saldırdı” denince kimse “Gerçekten ne oldu?” diye sorma gereği duymadı.

Siz yasama organından mala mülke el koymayla ilgili yasa çıkarabilirsiniz ama bu onu ancak yasal yapar, hukuki yapmaz. Türkiye’nin hukukun üstünlüğü, özgürlükler, demokrasi endekslerinde son yıllardaki serbest düşüşü malum. Fakat bu topraklarda muhalif gördüğüne, kendinden görmediğine, ‘yabancı’ olarak kodladığına her şeyi yapmanın mubah olması eski bir alışkanlık.

Bütün farklılıklara rağmen aynı giden şeyler de vardır. Tarih yazımında buna daha ziyade ‘süreklilikler’ adı verilir. İşte, kimi durumlarda insanların ‘tekerrür’ olarak algıladıkları, aslında bu sürekliliklerdir. O şey aslında tekerrür etmiyordur, çünkü hiç bitmemiştir,

Yaşlanmanın fiziksel yükü mü daha ağır, yoksa manevi/psikolojik yükü mü? Bedenin dizlere bindirdiği yük mü daha ağır, yoksa zaman geçtikçe biriken anıların ve geri döndürülemez kayıpların zihne bindirdiği yük mü? Orta yaş, biraz da bu yüklerle tanışma, onları fark etme zamanı olduğu için zor herhalde.

Diaspora mensuplarının da derin acıları, varoluşsal sorunları vardır. Bu varoluşsal sorunların kaynağı olan soykırım inkâr edilince öfkelenmeleri biraz da bundandır, çünkü bu inkâr onların bu varoluşsal sorunlarına da ‘yalan’ demekle aynı şeydir.