OHANNES KILIÇDAĞI
Öğrenilmiş çaresizlik ve kurnazlık
Bir hususun altını çizeyim. Vakıflar seçim kararı alırsa her şey çok güzel, çok kolay, çok hızlı olur ve yeni yöneticiler mutlaka seçilir demiyorum. Bunu diyemem, çünkü karşıda muhatap olarak iyi niyetli, haklara ve özgürlüklere saygılı, sorunları bu prensipler temelinde çözmek isteyen bir yönetim yok. Olsaydı zaten bu sorunları yaşamıyor olurduk. Fakat sonuçta mahkeme seçme ve seçilme hakkının ihlal edildiğini söyleyerek ve bunu bütün yasa ve yönetmeliklerin üzerinde olan Anayasa’ya atıfla yaparak seçim için bir yol açtı.
Dava kazanıldı, tağaganlar kayıp
Sık tekrarlanan bir yanlış da, seçim için VGM’nin iznine gerek olduğu. Vakıfların VGM’ye yazacakları yazı bir izin yazısı değildir, seçimi haber veren bir yazıdır. Vakıf yöneticilerinin seçim sürecini başlatmalarının önünde herhangi bir engel yoktur.
Arşiv ne her şeydir, ne hiçbir şey
Ermeni Soykırımı ve arşiv meselesine dönecek olursak; tam da bahsettiğim mantıkla, Osmanlı arşivlerinde bir temizlik yapıldığı söylenir. Doğrusu, böyle bir temizleme girişiminde bulunulması beni ve herhâlde birçoklarını şaşırtmaz. Fakat soru şu: Osmanlı arşivlerinde, 1915 ilkbaharıyla birlikte Osmanlı Ermenilerinin başına gelenleri, daha doğrusu getirilenleri anlamamızı engelleyecek bir temizlik mümkün mü? ‘
‘Yasal hukuksuzluk’ kültürü
Eğer belli kişi ve grupları belli kategoriler içine yerleştirmeyi, onlara belli sıfatları yakıştırmayı ve onları öyle sunup kabul ettirmeyi başarabiliyorsanız, onlara, onların mal-mülklerine, onurlarına yapabileceklerinizin bir sınırı yoktur.
Vakıflar
1936 Beyannamesi yıllar sonra mülklerle ilgili başka sorunların da kaynağı, daha doğrusu bahanesi oldu. Şöyle ki, bu beyannamede olmayıp daha sonra satın alma, bağış vs. yoluyla bu kurumların uhdesine geçen mallara, bu beyanname –hukuk hilafına– bir vakıf senedi sayılarak ve o vakıf senedinde ileri dönük mal edinmeyle ilgili bir beyan olmadığı gerekçesiyle el konmaya başlandı. Bu konuda açılan davalarda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 1974’te hem ibretlik, hem de bu konuda devlet erkânının zihniyetini özetleyen bir karara ve gerekçeye imza attı.
Bu ülke tekçilikten ne kazandı?
Bu ‘aynı labirent içinde dönüp durma’ hissi, hâliyle, tarihle iştigal edenlerde biraz daha fazladır. Bazen, okuduğum bir şeyi dün gazetede mi okumuştum, yoksa II. Meşrutiyet meclis tutanaklarında mı diye tereddüte düşüyorum.
“Ben seçime seçim demem, kazanan ben olmayınca.”
Kaybedilen her seçim hakkı demokrasiye vurulmuş bir darbedir. Dediğim gibi, cemaat vakıfları seçiminde bir fiili durum yaratıp, meseleyi soğutup, uyutup, seçim hakkını tamamen ortadan kaldırmak istiyorlar. Sekiz senedir yönetmelik hazırlanmamasının başka bir izahatı varsa siz bana söyleyin.
Operasyon başarılı geçti, hasta öldü
Yoksa, operasyonun amacı tutsakları kurtarmak değil, örgüte darbe vurmak, zarar vermek, korkutmak, gözdağı vermek miydi? Esirlerin orada olduğunun bilinmemesi ihtimal dışı, ki bilinmiyorsa o da bir zafiyet. Yok, esirlerin orada olduğunu bile bile böyle toplu tüfekli bir operasyona girişilmişse o da büyük sorumsuzluk, hatta vahim bir hata.
“Devletimin yanındayım”
Rektör atamasını protesto edenlere tepki gösterenlerin söylediği bir söz de “Devletimin yanındayım.” Devleti kendine ait bir şeymiş gibi düşünmek en büyük yanlış kanılardan biridir, bir yanılgıdır, illüzyondur. Devletin ‘sizin’ olma hâli, siz devlet denen örgütü yöneten insanlarla ters düşene kadardır.
Dinî değerleriniz sizindir, biz kayyumla ilgiliyiz
Rejimin oynadığı oyun hep aynı. Demokratik bir taleple ortaya çıkanların üstüne şiddetle gidiyor, ortamı gerdikçe geriyor, onlardan gelecek en ufak bir karşı hamlede veya bir falsoda “Gördünüz mü işte, bunlar terörist, bunlar din-millet düşmanı, bunlar şöyle, bunlar böyle” diye, terekesinde ne varsa döküyor.