BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Ada vapuru yandan çarklı!

Sezen Aksu’nun şarkısını hatırladınız mı? Hani “bayraklar donanmış cafcaflı” diye devam eder de, “simitçi, kahveci, gazozcu” ve “lüküs kamarada kimler oturur / isporcusu, ihtiyarı, veremi / Müslüman’ı, Yahudi’si, Urum’u” diye sürer, ve ada yeliyle, “kiminin saçı uçar, kiminin eteği”...

Silik soluk bir hayal artık. O sözlerden eser yok vapurlarda. Bir tek simitçi bollaşmış ki sattıklarının çoğu bayat, zaten “martılara simit” diye satıyorlar; eh, onlara da ayıp olmuyor zahir. Kahveci pek dolaşmıyor ve satılan, Türk kahvesi değil. Gazoz da iyice demode oldu, yerini alan bir dolu ‘fış’lı içecek var artık.

‘İsporcusu, ihtiyarı, veremi’ yok. Sporcu üzerinden belli olmuyor, veremli yok, zaten sanatoryum yok, ihtiyarı da o vapurlara binmeye korkar. Sırayla gidiyorum; ‘lüküs kamara’ ne ola ki? Öyle bir şey mi vardı? Herkes yerlere yayılmış. Ya ‘Müslüman’ı, Yahudi’si, Urum’u? Bu yorumsuz. Kiminin saçı, kiminin eteği, fırtına çıksa uçamaz, hepsi sıkı sıkı sarılıp sarmalanmış paket halinde. Üç-beş başı açık o kadar azınlıktalar ki, uzaylı gibi kalmışlar. Ha, bir de “şinanay da yavrum şina şinanay!” tastamam yerinde, hatta bin beter şamatalı, dümbelekli.

Tahmin ettiniz, değil mi? Bayram günlerinden birinde, bir dost ziyareti için adaya gitme gafletinde bulunduk. Gidiş ayrı kâbustu, dönüş ayrı. Bir kere, vapur seferlerinin arası ikişer buçuk saat. Öyle bir balık istifi ki, otobüs, metrobüs misali herkes ayakta, sırt sırta, burun buruna. Batacak diye için titrer. Erken girip yer kapan, oturduğuna pişman, zira ayaktakiler neredeyse kucağına düşecekler. Eşleri kara ambalajlı, bol çocuklu, bol paralı Doğu turistlerimiz son derece saygısız, kaba ve terbiyesiz. Hasbelkader oturmuşsanız, kanepe tepelerinde tepinen çocukları adeta sırtınıza biniyorlar. Ana babaları aldırmıyor. Rahatsızlığını belli etsen öyle bir ters bakıyorlar ki yüzüne, bulaşmamak için susup oturuyorsun.

Dışarıda yanlamasına duran kanepelerden birinde bir oturumluk yer ilişince gözüme, çaresiz çöktüm. Sol yanıma üç yaşlarında bir kız çocuğu, sağ yanıma da anası düştü. Kadın niye çocuğunu yanına çekmedi de beni araya oturttu bilmem. İşaretle anlatmaya çalıştım, olmadı. Çocuk oturdu, kalktı, zıpladı, kadını hafifçe dürttüm, aldırmadı. Çocuk tekmeledi, dirsekledi, arada ağladı, bağırdı, sonra akmakta olan burnunu eliyle silip sümüklerini üzerime sürmeye kalkınca, fırladım ve tuttuğum gibi anasının kucağına koydum. Bütün bunlar olurken, arkamda sıraya dizilmiş, denize bir şeyler atmakta olan kalabalık grubun diğer çocukları kafama çarpıp duruyorlardı. Sol yandaki kapkara kadının kucağında mızıldanan bir bebek vardı, birden memesini çıkarıp çocuğun ağzına dayayıverdi. Amanın! Gözlerime inanamadım. Eşarbıyla kapattı sonra üstünü ama herkes göreceğini görmüştü bile. Bu nasıl bir kapalılıksa, bilemedim.

Ay, kalktım artık. Tamam, ayakta dururum, zaten Kınalı’ya az kalmış. Ama Kadıköy’den bir vapur dolusu insan daha binmiş ve aralarında darbukalı turist olmayan bir grup genç var. Derken, ufak tefek, tombulca bir kız, o kadar bağıra bağıra şarkı söylemeye, etraftakiler de o kadar büyük bir coşkuyla alkış tutmaya başladı ki, aşağı inip çıkışa yakın bir yerde durmaya karar verdik. Merdivenler dolu, inmek cambazlık. Ay, o da ne? Vapurun iskeleye yanaşacağı tarafta kızlı erkekli bir grup genç, yerde, kır pikniği yapar gibi daire olup oturmuş, yemek yiyorlar. Sandviç falan değil, yemek. Ortada bir yaygı, kapaklı plastik kaplarda ev yemekleri, ellerinde çatallar kaşıklar, kâğıt tabaklar, etraftakilerin şaşkın bakışları arasında yemek yiyorlar. Pek Türk’e benzemiyorlar ama hippi gibi de değiller, düzgün giyimli, kızlar makyajlı falan... Kimse bir şey demiyor, millet ayakta duracak yeri zor bulmuşken o kadar geniş bir yer işgal ettikleri için hiçbir görevli müdahale etmiyor. Herkes fotoğraf çekiyor, onlar aldırmadan yiyorlar. Elmalar falan soyuldu, yendi. Anlamadık, aklımız ermedi. Eh, Kınalı’ya yanaşırken mecbur kalkacaklardı, çünkü insanlar oradan inecekti. Fakat ne oldu, biliyor musunuz? Vapur kendi etrafında büyük bir tur atıp, ters taraftan yanaştı iskeleye. Onlar da hiç istiflerini bozmadan oturmaya devam ettiler. Acaba dedik, şu interaktif vapur tiyatrolarından birine mi rastladık? Bilemedim. Belli olmadı. O karmaşada bir tiyatro eksikti zaten. İte kaka adaya çıkınca bağırmak istedim.

Belirtmeme gerek yok, o andan itibaren, bu gidişin bir de dönüşü olduğunu düşünmeye başladık tabii. Nitekim bin beteri oldu. Başka ne umulabilir? Madem son vapuru 21.00’e koymuşlar... Tek fark, tam binerken içeride bir arbede koptu, ada polisleri hışımla girdiler, yarım saat sonra kös kös çıktılar. Olayı bilmedik, sormadık, adımımızı attığımız yerden kıpırdamadık. Yüzümüzü denize verdik, “Ada vapuruuu yandan çarklııı” diyerek, eski günlere yanarak döndük. “Bayramda ne yaptın?” sorusuna cevabımdır.