NAZAR BÜYÜM

Nazar Büyüm

DÖNÜP BAKTIĞIMDA 

Salkımsöğüt

Akıyordu su
gösterip aynasında söğüt ağaçlarını
Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını

Nazım Hikmet’in ilk döneminden ünlü Salkımsöğüt şiiri bu dizelerle başlar.

Bu söğütlerde, salkımsöğütlerde bir başkalık, tuhaf bir cazibe var. Bir kere, bahar geldi, doğa donanmaya başladı mı, salkımsöğüdün yeşilini, o taze, tarife gelmez yeşili hiç bir başka bitkide, ağaçta, dalda, yaprakta bulamaz, göremezsin... Gönüllerin açılması, gözün gönenmesi, ruhun yücelmesi, insanı, çevreyi, sanki her şey yolundaymış, evrene barış egemenmiş gibi bir duygunun bürümesi, bir parça da bu salkımsöğütlerin yeşilinden gelir... Ben ömrümün en mutlu, mutluluğu olağanlaştıran sevinçli dönemini “salkımsöğüdün taze yeşilinde yaşadığım yıllar” diye anarım.

Bizim salkımsöğüt dediğimiz, biri safran rengi (Salix sepulchralis), öteki yeşil dallı (Salix babylonica) iki türünü benim yakından bildiğim bu ağaca Ağlayan Söğüt diyorlar İngilizce’de. Ermenice’de de. Zaten Nazım da Salkımsöğüt şiirinin sonunda

Ağlama salkımsöğüt

                        ağlama

Kara suyun aynasında el bağlama

                                    el bağlama,

                                                ağlama

der, başka bir nedenle, vurularak atından yere yuvarlanmış kızıl atlının hüznüyle de olsa...

Söğüdün yüzlerce, salkımsöğüdün düzinelerce türü olduğunu öğrendim. Tuhaf. Türkülere, şarkılara girdiği halde (Söğüdün yaprağı narindir narin/İçerim yanıyor dışarım serin/Sana yar bulunur ban’allah kerim...Söğütün yaprağı al değil yeşil/Sıva kolarını boynumdan aşır... ) hatta külhanbeyin cebinde saklı ince bıçağa söğüt yaprağı adı yakıştırıldığı halde, biz üçünü-beşini biliriz.

Klasik salkımsöğüde babylonica denmesinin de bir nedeni var: Efsaneye göre, Büyük İskender atıyla Fırat nehrinden geçerken, suya eğilmiş bir salkımsöğüdün dalları onun miğferine çarpmış, miğfer başından düşmüş.  Babil kahinleri bunu bir alamet saymış, İskender’in erken öleceğine yormuşlar.

Salkımsöğüt için, salkımsöğüt anılarak yazılmış pek çok şiir, blues, popüler şarkı olduğu gibi, salkımsöğüde ilişkin efsane/mit/söylenti/inanç çok... Kimine göre gövdesinde yuva yapan kuşların yavrularını bir yılan tırmanıp yediği için, o zamana kadar dalları dimdik gökyüzüne uzanmış bir ağaç olan söğüt, eğmiş dallarını salkım salkım ağlamaya başlamış. Kimine göre de, evet, söğüdün meyus olduğu doğru, ama kuş yavrularından dolayı değil; altında oturmuş bir aşık çiftin zamansız ölümünden o ölçüde müteessir olmuş ki, “saçın çözüp yaşın yaşın” ağlamaya başlamış ve bir daha belini doğrultamamış, dalları yerden kalkmamış.

Dedim ya, söylenti çok... Bunlardan birine göre Fırat kenarından aldığı bir salkımsöğüt fidanını İngiltere’ye götürerek Twickenham Parkı’nda her zaman oturduğu sıranın yanına diken bir Türk tüccar sayesinde bu ağaç 18.yy’da Britanya’ya da göç etmiş.

Bu ağaca, Weeping Willow’a, salkımsöğüde, meşhur şarkısında Billie Holiday, Nazım Hikmet’in aksine, Söğüt, ağla benim için, diye seslenir:

Willow weep for me

Willow weep for me

Bent your branches down along the ground and cover me

Listen to my plea

Hear me willow and weep for me

Ağla benim için söğüt

Ağla benim için

Ser dallarını yere doğru ört beni

Kulak ver dileğime

Duy beni söğüt ve benim için ağla

Diyeceğim, bu ağaçta, salkımsöğütte keramet var. Bakın şimdi de onun için yazılmış bir başka şarkı. Şiir Avedig İsahagyan’ın:

Գետակի վրա    Kedagi vra

Թեքվել է ուռին
 Tekvel e urin

Ու նայում է լուռ U nayum e lur


Վազող ջրերին:
            Vazoğ çrerin.

 


...Երազ աշխարհում
     …Yeraz aşharhum

Ամեն բան հավետ
         Amen pan haved   

Գալիս է, գնում
 Kalis e knum

Ու ցնդում անհետ:

        U tsıntum anhed.        

 

Եվ գլուխը կախ`
           Yev kluhı gah

Նա լաց է լինում,
          Na lats e linum

Ջրերը ուրախ
    Çrerı urah

Գալիս են, գնում...

       Kalis yen knum…

….

Derenin üstüne

Kurulmuş söğüt

Seyretmekte akan

Sakin suları

 

Rüya dünyasında

Her şey sonsuzca

Gelip gidiyor

İz bırakmadan

 

Ve eğmiş başını

Ağlıyor söğüt

Sular neşeli

Gelip gidiyor, akıp gidiyor.

Önümüzde daha kaç bahar var, bilmiyorum. Bahar geldiğinde, pembe-beyaz bir neşe sarmaya başladığında çevreyi, siz siz olun, salkımsöğüdün yeşilini farketmeyi, salkımsöğüdün yeşilinde yaşamayı ihmal etmeyin.

Biliyorum, hava kurşun gibi ağır. Ve iyi şeylere gebe değil. Bunca acı, zulüm, bunca yoksulluk, yoksunluk varken sırası mı salkımsöğüdün, salkımsöğütlerin taze yeşilinin... dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız. Lakin, insanın bir an şöyle bir soluklanması, “Dayan ey kalbim, devam et yaşamaya,” demesi için bir başka hayale, bir başka sese, bir parça ümide ihtiyacı var. Bahar düşüncesiyle ısınmayan kış zor geçer. Biz de şimdi hoşnutsuzluğumuzun, umutsuzluğumuzun kışındayız.

‘Beat’ kuşağından Gregory Corso’ya kulak verelim:

....

“Ve tüm o sönüp giden ateşler içinde biri var

ki güneş gibi hala yanar içimde;

belki ne özel yaşantımı parlatıp ışıldatır,

            ne insanlarla ilişkimi mutlandırır,

            ne düzeltip düzenler topluma tavrımı,

ama söyleyip gösterir bana ki ruhumun gölgesi var.”

Gece sabahı taşır içinde... Öyleyse:

Bu söğütlerde, salkımsöğütlerde bir başkalık, tuhaf bir cazibe var. Bir kere, bahar geldi, doğa donanmaya başladı mı, salkımsöğüdün yeşilini, o taze, tarife gelmez yeşili hiç bir başka bitkide, ağaçta, dalda, yaprakta bulamaz, göremezsiniz... Gönüllerin açılması, gözün gönenmesi, ruhun yücelmesi, insanı, çevreyi, sanki her şey yolundaymış, evrene barış egemenmiş gibi bir duygunun bürümesi, bir parça da bu salkımsöğütlerin yeşilinden gelir...

Ben ömrümün en mutlu, mutluluğu olağanlaştıran sevinçli dönemini “salkımsöğüdün taze yeşilinde yaşadığım yıllar” olarak anarım.