NİLHAN KAHRAMAN
Dilin insan hayatında çok önemli bir yeri olduğu düşüncesi tüm toplumlarda kabul gören bir gerçektir. Dil bir iletişim aracı olmanın yanında aynı zamanda doğrulara ulaşmada önemli bir araçtır. Dil canlı bir varlıktır, kullanıldığı sürece gelişimini sürdürdüğü gibi kullanılmadığı zaman da yok olmaya mahkûmdur. Bununla beraber dil ile düşünce arasında sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Düşüncelerin geliştirilmesinde, aktarılmasında önemli bir yere sahiptir. Dil insanın toplumsallaşmasında, kimlik kazanmasında, toplumsal kuralların öğrenmesinde, kültürel değerleri içselleştirmesinde, toplumun tüm üyelerini bir arada tutmada önemli bir işleve sahiptir. Çünkü insan konuştuğu dilde düşünür, üretir ve düşündüğü gibi davranır.
Dil bireyin doğumuyla beraber kazandığı bir haktır. Bireyin ailede öğrendiği ilk dil anadildir sonradan öğrenilen, kazanılan dil ikinci bir dil konumundadır bu bağlamda bireyin almış olduğu dil eğitimi ne kadar iyi ve sağlam bir temele dayanırsa birey o oranda kendini iyi ifade eder. Bu ifade anadilde eğitimin çocuğun kimlik, zihin ve kültürel gelişimi açısından ne derece önemli olduğu gerçeğini ortaya çıkarmaktadır.
Evrensel haklar
Anadilde eğitim evrensel bir haktır ve bu hak 20 Kasım 1989’da BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde;
Çocuğun “eğitim hakkı ve bu hakkın fırsat eşitliği temelinde gerçekleştirilmesi gerektiği’’(madde 28)altı çizildikten sonra eğitimin amaçları arasında’’
Çocuğun anne-babasına, kültürel kimliğine, dil ve değerlerine, çocuğun yaşadığı ve ya geldiği menşe ülkenin ulusal değerlerine ve kendisininkinden farklı uygarlıklara saygının geliştirilmesi” (madde29/c)
Çocuğun anlayışı, barışı, hoşgörü, cinsler arası eşitlik, ister etnik, ister ulusal, ister dini guruplardan, isterse yerli halktan olsun, tüm insanlar arasında dostluk ruhu ile özgür bir toplumda, yaşantıyı, sorumlulukla üstlenecek şekilde hazırlanması (madde 29 /d) gibi amaçlara yer verilmiştir.
Yine İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde de anadilde eğitime özel vurgu yapılmıştır. AB ile Türkiye arasında başlayan müzakere sürecinde, 1982 Anayasası’nda anadille ilgili yer alan bazı yasaklı maddeleri 2001’de yapılan birkaç değişiklikle “düşüncelerin açıklanması ve yayılması” ve “yayın yapılmasını” düzenleyen 26. ve 28. maddelerde değişikliğe gidilmesine rağmen anadilde eğitimle ilgili 42. madde de yer alan “Türkçe ’den başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez” ibaresinde herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Bu değişiklikler anadilde eğitime yönelik değil sadece Türkçe dışında başka dillerde yayın yapan dergi, gazete, kurs açma gibi birtakım faaliyetlerin serbestliğine yönelik yapılmıştır.
Avrupa’da çokkültürlülük ve çokdillilik
Avrupa’nın siyasi yapısını göz önüne aldığımızda birçok kimlik ve azınlık karşımıza çıkmaktadır. Avrupalı ülkeler eğitime son yıllarda alınan göçlerle beraber daha çok önem vermeye başlamış bu çokkültürlülükten oluşan yapıyı bir zenginlik olarak değerlendiren Avrupalı ülkeler anadilini iyi konuşan ya da anadilde iyi eğitim almış kişileri ikinci, üçüncü hatta dördüncü dili daha iyi konuştuklarını saptamışlardır. Bu nedenle kendi sınırları içerisinde yaşayan azınlıklara dil konusunda herhangi bir baskı uygulamak yerine kendi sınırları içerisinde yaşayan azınlıklara kendi dil ve kültürlerini öğrenme imkânı tanımıştır. Günümüz Avrupa ülkelerinin birçoğu birden çok dille eğitim yapmaktadır. Finlandiya, İngiltere, İsveç, İspanya azınlıklara bu fırsatı tanıyan ülkelerden yalnızca birkaçı... Açıklayıcı olması açısından daha iyi bir örnek vermek gerekirse, İsveç Anayasası’na göre her anne baba kendi çocuklarına anadilinin öğretilmesini isteme hakkına sahip olduğu gibi 2000’li yıllarda İsveç okullarında 138 ayrı dil konuşan öğrenci grupları vardı. Avrupa ülkeleri içerisinde Kürtçenin anadil olarak okutulduğu tek ülke İsveç’tir. 1977’den beri uygulanan bu sistemde bu haktan yararlanabilmenin tek şartı ise en az beş kişiden oluşan bir grup oluşturmaktır. Türkiye’yi ele aldığımızda maalesef bu yöndeki çalışmalar hala yeterli seviyede olmadığı gibi toplum içerisinde birçok tartışmaya, ayrışmaya ve yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermektedir. Çünkü anadilde eğitimin ülkeyi böleceği düşüncesi ülke insanları arasında yaygındır. Bu konunun politik tartışmalara alet edilmesi, meşru bir hak olarak görülmemesi, iktidar güçlerinin anadilde eğitim istemine kulak tıkaması bu sorunun çözümünü çıkmaza sokmakla beraber AB sürecinde Türkiye’nin hem Avrupa ülkeleri karşısındaki prestijini sarsmakta hem de demokratikleşme ve ilerleme sürecinden de önemli bir engel teşkil etmektedir. Hepimiz şunu her zaman göz önünde bulundurmak zorundayız ki uluslararası hukuk açısından, dini açıdan, insanı ve etik açıdan anadilde eğitim ve çok dilli yaşam doğal kutsal ve anayasal bir haktır. Bu hakkın kullanılması hiçbir şekilde ülkeyi bölmez aksine, her insanın kendi dilinde konuşması, yazması, kendini ifade etmesi, anadilini kamusal alanda kullanması ülkeyi daha güzel, yaşanır bir hale getirir. Dünyada anadilde eğitim yapan ve anadili yaşamın her alanında kullanmaktan dolayı bölünen hiçbir ülke örneği olmadığı gibi Türkiye’de yaşayan insanların bu tür endişelere kapılması da yersizdir.
Pedagojik boyutları
Anadilde eğitimin pedagojik boyutuna indiğimizde Türkiye büyük bir handikap içindedir çünkü bu sorunun görmezden gelinmesi ülkenin kırsal kesiminde yaşayan insanların Türkçeyi bilmiyor olmaları ve okula başlamalarında büyük bir dezavantaj olarak karşılarına çıkmaktadır. Öte yandan bu bölgedeki kadınların kamusal alanda kendi ana dillerini kullanamamaları, büyük çoğunluğunun da Türkçeyi bilmiyor olması, kendileri ve yetiştirdikleri çocuklar için uygarlaşma ve eşitlik adına anadil sorununun aynı zamanda kadınların da önemli bir sorunu olduğunu göstermektedir. Dilini kullanamayan çocukların kimlik oluşumunda ve kültürlerini tanımada maalesef ileriki yaşamlarında büyük sorunların kaynağı olarak bilinçaltlarına yerleşmektedir. Çocuklar eğitiminin ilk yılında okuma -yazmaya geçmekte problem yaşamakla beraber, öğrencinin küçümsenmesine, başarısızlığa şartlanmasına dolayısıyla birçoğunun bu psikolojiyle akademik başarılarının da düşmesinde çok etkili ve hatta en önemli sebeplerden biri olmuştur. O okulda veya sınıfta eğitim yapan öğretmen de doğal olarak bu sıkıntıdan nasibini alırken, veli-öğretmen-öğrenci diyaloguna da bu durum olumsuz ket vurmakta veli çocuklarıyla ilgili eksikliği, sıkıntıyı dile getirememekten mustaripken aynı şekilde öğretmen de öğrencisiyle ilgili sıkıntıları aktaramamaktan mustarip olmaktadır.
Anadil sorunuyla birlikte insanların elinden alınan diğer bir hak da Asr-ı Saadet'te (Hz. Peygamber ve sahabesince) tanınmış ve daha sonra kitlelerin elinden alınmış anadilde ibadet hakkıdır. İnsan kadar gerçek, insan yaradılışı kadar doğal, ana sütü kadar ak ve berrak bir haktır bu.
Çözüm yolu
Öncelikle anadilde eğitim sorununu ülke içerisinde her türlü siyasal tartışmaların dışında tutarak bunun doğal ve insani bir hak olduğu gerçeği, herkes tarafından kabul edilmeli ve bu sorunu siyasi bir rant aracı olmaktan çıkarıp, insanların, kültürlerin kaynaştırılmasında, birbirlerini tanımalarında bunu bir zenginlik unsuru olarak değerlendirilmeliyiz. Eğer bu yönde yeterli bir talep varsa uygun koşullar sağlanarak özel ve devlet okullarında seçmeli ders olarak anadilde eğitim yapılabilir. Herkes istediği dilde gazete, dergi yayınlama, TV ve radyo kurma, kurs açma hakkına sahip olmalı, üniversitelerde talebe uygun olarak istediği dilde eğitim alma ve bu yönde kültürel araştırmalar yapabilmelidir. Şehir, cadde ve sokak isimleri, tabelalar vb. birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de geçerli olan dil dışında da adlandırılabilir. Mahkemelerde ve birçok resmi kurumlarda da anadil bilen tercümanlar bulundurulup, resmi dairelerdeki bazı bölümler ve tabelalar, formlar vs. ihtiyaca göre anadilde yazılıp vatandaşlar yönlendirilebilir. Bunun istenirse başarılabileceğini göstermek için fazla uzağa gitmeye gerek yok aslında.
Osmanlı’nın gerisinde
Büyük bir imparatorluk kurup üç kıtaya yayılan, zamanı geldiğinde ecdadımız diye övündüğümüz, hoş görüsünü ve bu konudaki tutumunu örnek almamız gereken Osmanlı Devleti kendi sınırları içerisinde yaşayan birçok azınlığa dini, eğitim, kültürel birçok alanda serbestlik tanıdığı gibi mahkemelerde herkesin kendi dinine uygun olarak yemin etmesini ve anadilde tercümanda bulundurmaya serbest kılmışken bizim 2000’li yıllarda bunu tartışma konusu yapmamız, bu çalışmalardan geri adım atmamız, talepleri kulak arkası yapmamız maalesef çok üzücüdür. Hala ülkemizde yabancı dilde eğitim yapan ve bu hakkı yine Lozan Anlaşmasıyla elde eden Robert Koleji, iyi bir örnek iken neden Kürtçe veya bir başka dilde eğitim yapma, ülke içerisinde neden tartışma konusu olmaktadır ve bölünme korkusu gündeme getirilmektedir? Artık bazı gerçeklerin farkına varılmalı, bunun bir doğal süreç ve insanların doğal hakkı olduğu göz önünde bulundurularak hükümet bu soruna yönelik sert tavrını biraz daha yumuşatmalı, bölünme fobisine son verip toplumun dinamiklerini değerlendirerek ilerlemenin önündeki engeller kaldırılmalı. Kendi içindeki sorunları çözme noktasında kendisiyle hesaplaşmalı, yapılan yanlışlar düzeltilmeli, bu insanlar ne istiyor?
Konfüçyüs’ün bilge sözleri
Onların taleplerine kulak vererek elimizi taşın altına koyarak bu sorunun çözümüne yardımcı olabilecek tüm siyasi ve sivil aktörleri devreye sokmalıyız diyor Konfüçyüs’ün bilge sözleriyle “bir ülkeyi idare etmeye çağrılsaydınız, yapacağınız ilk iş ne olurdu? Konfüçyüs cevap vermiş: “işe önce dili düzeltmekle başlardım. Çünkü dil bozulursa kelimeler düşünceleri iyi anlatamaz. Düşünceler iyi anlatılmazsa, yapılması gereken işler yapılamaz. Görevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve düzen bozulur. Töre ve düzen bozulursa, adalet yoldan sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. Bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir.“
Anadil konusunu noktalıyor ve demokratik, adalet sınırları içerisinde herkesin birbirini anladığı ve dinlediği, huzurlu, barış dolu bir yaşam diliyorum…