Geçtiğimiz haftasonu Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü’nde Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı ile Alevilik Araştırma, Dökümantasyon ve Uygulama Enstitüsü, bir sempozyum düzenledi. ‘Anayasayı Beklerken: Aleviler’ başlıklı sempozyumda, BDP milletvekili Erol Dora, KAOS GL’den Remzi Altunpolat ve Güney Anadolu Alevileri adına Ali Topacık’ın da yer aldığı bir panelde ben de bir sunum yaptım. Gayet verimli bir sempozyumdu. Notlarımı burada da paylaşmak isterim. Şunu hemen not edeyim ki, başı sonu belli, taleplerden oluşan bir liste değil benimki. Sadece bir Ermeni olarak değil, bir Türkiyeli olarak da, yalnızca bazı sorular sorabiliyorum şu aşamada. Çünkü aslında mesele hayli karmaşık.
Yeni Anayasa nasıl olmalı? Kısa mı, uzun mu? Yazarlar, uzmanlar, STK’lar tartışıyor ama siyasi aktörlerden henüz pek elini açık eden olmadı. Bu kritik bir konu ve düşünmeye nereden başlayacağımızı da belirleyecek aslında. Kısa bir anayasa isteyenler çok. Zira uzun bir anayasa, talimatname gibi olacaktır. Buna bir parça ben de katılıyorum. Talimatname gibi olunca, güçlü bir otoriteye ihtiyaç duyacaktır. Bununla beraber, anayasa hukukçularına sorarsanız, bunlar tali tartışmalar. Asıl soru şu olmalı: Neden yeni bir anayasaya ihtiyaç duyuyuyoruz? Nerede sıkıntı yaşıyoruz? Madde değişikliği ile içinden çıkamayıp, toptan yenisini yapmamızı gerektiren durum nedir? Buna doyurucu bir yanıt verdiğimizde, anayasanın şekli şemali de kendiliğinden belli olacaktır. İşin aslı, biz belki yanıt verebiliriz ama siyasi aktörlerin, klişe laflar haricinde, bu soruya doyurucu bir yanıt verdiğini henüz göremedik.
Fakat şunu biliyoruz: Bundan önceki iki anayasa da birer tepki anayasasıydı. 1961, DP’nin ‘çoğunluktan gelen gücü’nü frenlemeyi düşünmüştü. Senato ve MGK, bu kaygılarla oluşturulmuştur. 1982 ise, toplumu tekrar bir mengeneye sokmak için tasarlanmıştı. Her iki anayasa da diğer aktörü, rakibini tuş eden blokun dayattağı anayasalardı. Aslına bakarsanız, durum şimdi de çok farklı değil. TSK’yı ve laik-elit bloku yenen AKP, kendi anayasasını yapıyor; bu da bir tepki anayasası. Dolayısıyla, yeni anayasa sandığımız gibi ‘kurucu’ olmayabilir. Derdi neyse onu sağlar, gerisiyle çok da ilgili olmaz. 2010’daki anayasa değişikliği ve sonuçlarında olduğu gibi... Dolayısıyla, ‘kurucu bir anayasa’ için tüm sivil aktörler süreci zorlamalı.
Başlangıç bölümü ne olacak? 1982’ninki bir kâbus neredeyse. (“Türk Vatanı ve Milletinin ebedi varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O’nun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda...”; “Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu...”) Bu örnekler, nasıl olmaması gerektiğini gösteriyor. Peki nasıl olmalı? Ya da bir başlangıç bölümü olmalı mı? Burası kritik, zira toplumsal muhalefetin önemli bir bölümünü oluşturan siyasal Kürt hareketinin de bu konuda ne diyeceği önemli. Aleviler de bir diğer önemli toplumsal muhalefet grubu. Daha doğrusu, yeni anayasadan beklentisi olan, bugüne kadar devletin ve çoğunluğun baskısına, zulmüne uğramış millet ve mezhepler bunlar. İki görüş, daha doğrusu talep var: Anayasada, Kürtlerden ve Alevilerden –ve tabii diğer din, mezhep ve milletlerden– eşit gruplar olarak bahsedilsin. Buna mukabil, “Hayır, anayasa nötr olsun; Kürtlerden de, Türklerden de, Alevilerden de, İslam’dan da bahsedilmesin” diyenlerin sayısı da az değil. Üstelik, İslami kesim içinde de bunu savunanlar var. (Kurumsal İslam’a, İslam içinden yürüttüğü muhalefetle bilinen İhsan Eliaçık mesela, bu konuda tutarlı bir görüş sundu.) Fakat siyasi aktörlerin (AKP, CHP, MHP, BDP) böyle bir formülde mutabık kalacağını düşünmek pek gerçekçi olmaz. Ancak bu konu kritik önem taşıyor ve bizi de yakından ilgilendiriyor. “Bütün Ermenilerin bu konuda ortak bir görüşü olsun” tavrını savunacak değilim, buna gerek yok. Ama belli bir dünya görüşü etrafından birleşenler, bu konuda ortak bir irade sunabilirler.
Ermeniler meselesine gelince... 1982 Anayasası’na bakarsak, herkes eşit. Din, dil, eğitim gibi konularda kimseye engel yok. Yani bizim pek rahat olmamız lazım. Ama öyle değil. Bu topraklardaki misafir, rehine, süs, hedef tahtası, adına ne derseniz deyin, o konumumuz sürüyor. Yani öncelikli meselemiz, bakış açısının hâlâ ve hiç değişmemiş olması. Beri yandan, AKP’nin vakıflar, kiliseler gibi konulardaki tavrına baktığımızda, bilhassa azınlıklar bahsinde Osmanlı’ya benzer bir sistem öngördüğünü düşünmek mümkün. Belki uygulamada daha yumuşak, ama yine de klasifiye eden ve ‘başka’, ‘altta’ olduğumuzun altını hep çizen bir sistem.
1915’le ilgili tavır ise ayrı; yazının konusu olmadığı için girmiyorum. Tabii bir de Lozan meselesi var. Azınlıkları korumuştur, doğru, ama bir yandan da ‘başka’ bir hukukta yaşadığımızın belgesidir. Bunu mesele edecek miyiz? Bunları da başka bir yazıda tartışalım.