Hemşince ve Türkçe müzik yapan, bunun için uğraş veren Meluses’in bir kısmıyla buluşup, ‘Hemşince müziğin’ onlara ne ifade ettiğini, güncel müzik yapan Karadenizli grupların tulum ve kemençeden kurtulma çabalarını ve ilham kaynaklarını konuştuk. Laf elbette birkaç kere Kazım Koyuncu'ya geldi.
Tam kadro Meluses: Ata Erdem Şimşek, Koray Çelik, Gökhan Ölke, Mağruf Kibar ve Arif Kara
GÖZDE KAZAZ
gozdekazaz@agos.com.tr
Grubun vokalisti Koray Çelik konser boyunca birkaç kere tekrarlıyor: “Biz Meluses, 2009’da kurulduk. Hemşince ve Türkçe müzik yapıyoruz. Bunun için uğraş veriyoruz.” Hopalı iki kuzen Koray Çelik ve Mağruf Kibar’ın aklına, birlikte müzik yapma fikri, memleketleri Hopa’dan çıkıp büyük şehre geldiklerinde düşmüş. Albüm hazır, yayınlanmayı bekliyor. Meluses’ten Mağruf, Koray ve Arif’le buluşup, ‘Hemşince müziğin’ onlara ne ifade ettiğini, güncel müzik yapan Karadenizli grupların tulum ve kemençeden kurtulma çabalarını ve ilham kaynaklarını konuştuk.
-
İstanbul dışında konserler veriyorsunuz. Memleketiniz Hopa’daki konserler nasıl geçiyor?
Mağruf Kibar: Hopa’da kendi insanımızla pek anlaşamıyoruz. Oradaki insanların müzik algısı kemençe ve tuluma alışmış. Anlattığınız hikâyeler tamamen o topraktan gelse de, akustik dinleti yaptığın zaman sıkılıyorlar. Müzik dinlerken horon oynamak, bağırıp çağırmak istiyorlar. Tulum ve kemençeyi kötülemiyoruz elbette. Bizim yaptığımız, oradan aldığımızı buradan, şehirden aldığımızla birleştirip sunmak. Yine de insanların kulak alışkanlığını kırmak zor.
-
Sizden önce Hemşince müziği güncel enstrümanlarla deneyenler olmadı mı?
MK: Hemşince müzik diye bir şey yoktur, müzik vardır. Bizim şarkılarımızda sözler Hemşince.
-
Ama kullandığın dilin dünyası da müziğine bir şeyler katıyor. Hemşincenin, diğer dil dünyalarından farkı yok mu?
Arif Kara: Her dilde, içindeki ses uyumundan dolayı bir müzik vardır. İngilizce sözlü olduğunda Rock müziği olur, Kürtçe sözlü olduğunda başka bir şey olur. Hemşincenin de kültür itibariyle bizim müziğimize kattıkları var, ama ne tam olarak Hemşince müzik, ne de tam olarak Rock müzik yapıyoruz biz. Anonim şarkıları Hemşince derleyebilirdik ama bu yeniden üretim olmazdı. Tıpkı mobilyayı tamir etmek gibi olurdu, ötesine gidemezdik.
MK: Geleneksel şarkıları Rock altyapısıyla hazırlamak bana hoş gelmiyor. Bizim ninelerimiz ışıksız ortamlarda yaşıyordu, o şarkılar lambanın başında söylenmiş şarkılardı. Mesela tüyler ürpertici cadı hikâyeleri vardır; ABD’de olsa Tim Burton filmini yapar, öyle hikâyeler... Bunlar da lamba kültüründen geliyor. Onu alıp, tamamen şehir hayatından çıkmış bir müzik altyapısıyla birleştirmek sorunlu. Kazım Koyuncu ağabeyimiz bunu çok iyi biliyordu mesela, müziğinde bu iki dünyayı birleştirirken yeni şeyler de katabiliyordu. Çoğu grup yakalayamıyor bunu.
-
Hemşince yazmak sizin için bir tercih mi, kaçınılmaz bir durum mu?
AK: Hemşince kadar Türkçe bestemiz de var aslında. Ama Hemşinceyi tercih ediyoruz. Yaptığımız şey kendine özgü bir müzik; ‘cover’ değil. Enstrümanlar geleneksel değil. Tulum ve kemençenin güncel müzikte kullanılması, Kazım Koyuncu’yla başladı. Şimdi insanlar o imajı alıp tüketmek istiyor. Biz müziğimizin sakince, yavaşça sevilmesini istiyoruz. İlk görüşte aşk yok yani.
-
Besteleri kolektif olarak mı yapıyorsunuz, yoksa birinizin üzerinde mi bu iş?
MK: İlham diye bir şey yok bir kere. Sokağa çıkınca canımızı sıkan ya da bizi mutlu eden bir ton şeyle karşılaşırız. Bütün insanlar sanatçıdır, sadece ortaya çıkarmak gerekiyor. Ama bu toplum bunu bastırmak için düzenlenmiş.
AK: Müzik yapmak, balık tutmak gibi. Boş vaktin ve imkânın olmalı. Belki benim annem çok iyi obua çalabilecek biri, ama hayatında görmedi ki o enstrümanı...
-
Size müzik yapma imkânı sunan ne oldu peki?
MK: Ben üniversitede olmasam müzik yapamazdım. Burs alıyordum, okulu sevmiyordum. Evde sıkılırken yapılabilecek tek şey, evdeki gitarla müzik yapmaktı.
AK: Alevi bir aileden geldiğim için, , beni çocukken bağlama kursuna gönderdiler. Ama bağlamayı sevmedim, bıraktım. 13 yaşındayken, üniversiteli ağabeyler bana bir karışık kaset yapıp verdiler. İçinde Pantera, Slayer falan vardı. Musa Eroğlu, Arif Sağ dinleyen biri olarak, Heavy Metal bana çok ilginç geldi, çok sevdim bu müziği. Sevdiğim enstrümanın adının gitar olduğunu öğrendim ve ona başladım. Bana caz albümü verselerdi, bugün belki de saksafon çalıyor olacaktım.
Koray Çelik: Ben ortaokuldayken korodaydım ama bir müzik ufkum yoktu. Evde ne varsa onu dinliyordum; Mahsun Kırmızıgül, Selda Bağcan... Ama Kazım Koyuncu’nun da yer aldığı Zuğaşi Berepe grubundan ‘Ka Tun Mita Xendasoç’u ilk dinlediğimde çok heyecanlanmıştım. İlk defa biri benim konuştuğum dilde müzik yapıyordu.
“Hopa’da kalsak bu müziği yapamazdık”
-
Memlekete sık sık gidip geliyor musunuz? Çok değişti mi oralar?
MK: Yozlaşma çok var. Köylerden şehre ulaşım çok kolay olduğu için, Hopa köylerinde bozulma var.
AK: Koray’la Mağruf’un köyü getto gibi artık, köy değil. Artık, dindar neslin yanında, boşluğa düşmüş, uyuşturucu bağımlısı bir nesil de var. Tüm küçük şehirlerde öfkeli bir jenerasyon var aslında.
-
Hopa’da kalsanız, bu müzikle orada barınabilir miydiniz?
MK: Barındırmazlardı. Yani kimse dinlemezdi, sen de sıkılıp bırakırdın. Ben mesela, tır şoförü olurdum. Baba mesleği...
KÇ: Ben de ticaretle uğraşırdım, akşam olunca gidip içerdim. Evlilik yaşına gelince de evlendirirlerdi herhalde beni.