‘Seçim yönetmeliği en büyük hayal kırıklığım’

Yeni Vakıflar Kanunu kapsamında 2008 yılında ortaya çıkan Vakıflar Meclisi’ndeki Azınlık Vakıfları Temsilcisi görevine seçilen Laki Vingas, iki dönemin ardından Aralık ayında bu görevi bırakıyor. Vingas’ın pozisyonu için Ermeni toplumundan bir adayın ortak aday olarak gösterilmesi gündemde. Vingas’la, göreve başladığı dönemi, yaşadığı zorlukları ve gelecek projelerini konuştuk.

BARUYR KUYUMCUYAN
baruyr@agos.com.tr

  • Göreve başladığınız dönemde henüz Vakıflar Kanunu yeniydi ve ilk kez bu görev için seçim yapılıyordu. O günlerde nasıl bir ortam vardı? Ermeni toplumundan neredeyse hiç kimse sizi tanımıyordu.

Böyle bir oluşumun içinde olacağımı ben de düşünmemiştim. Sorumluluğu alabilecek hukuki birikimimin olmadığının bilincindeydim. Cemaat vakıflarının Cumhuriyet döneminden itibaren çok ciddi bir değer kaybına uğradıklarının ve bunun topluluklarda negatif bir algı yarattığının farkındaydım. Dolayısıyla inandığım tek şey çocukluktan öğrendiğim, bir ülkenin vatandaşı olma iradesinin ne demek olduğu konusundaki bilinçti. Azınlık refleksiyle oluşan savunma mekanizmasını kırıp, öne atılmak ve geniş topluma kendini anlatabilme, diyalog kurabilme anlayışıyla bir duruş sergiledim.

Sosyal alana ilk adımımı 19 yaşında bir LEO kulübünün (Lions Kulübü Gençlik Programı) kuruluşuyla attım. Sosyal sorumluluk projeleri yapan genç bir gruptuk ve kulüpteki tek gayrimüslim bendim, buna rağmen kendimi farklılaştırmadım. Rum toplumuyla ilk tanışmamsa askerden sonra bir arkadaşımın davetiyle oldu. Kimliğime bağlı biriyim ve o kültür çerçevesinin korunmasını değerli buluyorum. İlk adımlarımın cemaat dışı olmasının da büyük faydaları oldu. Çünkü oradan edindiğim daha geniş ve vizyoner anlayışı buraya empoze etme imkânı buldum. Geçmişim buydu ve bu görev ortaya çıktı. Rum cemaatini teşvik ettim ve bir toplantı yaptık. Toplantıda bu görev için lanse ettiğim 1-2 kişi vardı ama kabul etmediler. Bu göreve geldiğimde Rum cemaatinin vakıf sayısının daha fazla olması ve Ermeni cemaatiyle Yahudi cemaatinin de bazı vakıflarının destekleriyle öne çıktım. İkinci dönemdeyse cemaatler arası bir konsensüs sağladık ve bir centilmenlik anlaşması çerçevesinde tek aday olarak seçildim.

  • Ermeni toplumu tarafından tanınmayan biri olmanıza rağmen ortak paydada nasıl buluştunuz?

Elbette kolay olmadı; alışma süreci, güven yaratma süreci... İş tarifimin olmaması benim gibi daha geniş bir alanda hareket etmeyi seven biri için avantaj sağladı. İnisiyatiflerimi kullanırken tepki de alabilirdim. İki temaya önem verdim. Birincisi güven yaratma, ikincisi de alan yaratma. Güven yaratmam gereken iki konum vardı; birisi Vakıflar Meclisi, dolayısıyla devlet, diğeriyse cemaatler arası güven. Bunu da ancak şeffaflıkla başarabilirdim. Bir diğer unsur da size itimat edilen bilgileri etrafınızdakilerle paylaşarak kendinizi üstte göstermeye çalışmamanız. Alan oluşturmak konusu da benim tek başıma başarabileceğim bir şey değildi, burada cemaatlere müteşekkirim, özellikle de vakıf yöneticilerine. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde (VGM) ilk üç yıl daha zordu, biliyorsunuz cemaatlere karşı belirli hassasiyetler oluyor, bazen Patrikhane’nin adamı veya Avrupa’nın, Amerika’nın adamı diye şaka yollu da olsa etiketlendiğim oldu.

  • Bunu aşabildiniz mi?

‘Arkanda Amerika var’, ‘Avrupa var’ dediklerinde, ben de sırtımı dönüp tek başıma bir adamım, arkamda kimse yok diyerek espri yapıyorum. Orada kızıp da tepki vermek yerine karşındakinin seni anlamasını sağlayacak süreyi tanımak gerekiyor. Çünkü histerik diyebileceğim, paranoyalar barındıran tarihi bir geçmişten geliyoruz. Sanıyorum en azından oradaki varlığım bu algıyı değiştirebildi ve bugün VGM’de en tepeden en alt kademeye son derece sağlıklı ilişkilerimiz var. Üç yıl süren hassas bir dönemin ardından bugün her kurumla kolaylıkla temas kurabiliyorum.

  • 2011’de bir kırılma oldu ve kanun hükmünde kararnamenin çıkmasıyla mesaileriniz çoğaldı. Nasıl bir süreçti?

O mesai halen devam ediyor. Henüz iade süreçleri tamamlanmamış vakıf mülkiyetleri var. Bir olgunluk dönemindeyiz. İlişkilerin ve verimliliğin arttığı bir noktadayız. Tabii ki ‘Gezi’ sonrası siyasi konjonktürün oluşması, beklentilerin dışında bir siyasi konjonktür ağırlığının çökmesi, bu konuları da sekteye uğrattı. Ümit ediyordum ki 2011’de yayınlanan kanunda eksik olan, etrafında vakıflar meclisi üyeleriyle defalarca mutabakat sağladığımız eklemelerle yeni bir açılım yapılacak. Sürecin tamamlanması için bunun sürekli gündemde tutulması lazım. O noktada hem vakıflar meclisi hem de Vakıflar Müdürü’müzün kanaati olumlu yönde. İadesi tartışılmaz bir hak olan mülkler var. İnanıyorum ki önümüzdeki günlerde bu sağlanacak ve 2003’te başlayan iade süreci tamamlanacak.

  • Sizi istifaya götüren yönetmelik sorunu konusunda ne noktadayız?

Seçim yönetmeliği konusunda bir hayal kırıklığı içindeyim. Bu Türkiye’nin eski bakiyeleriyle yüzleşmesiyle alakalı. Bu iktidar bugüne kadar azınlıklara diyalog imkânı verdi, belli bir alan yarattı, mülk iadesi yaptı,  bir güven ortamı yarattı ama bu kadar irtibatımızın açık olduğu iktidarda bile bu konu bu kadar sürüncemede kalabiliyorsa, yolumuz bir o kadar zor ve uzun demektir. Yeni Anayasa için 10 bin teklif topladı devlet, bizim bir yönetmeliğimiz için gönderilen beş teklifi mi değerlendiremiyorlar? Neden en doğal hakkımızı bize vermiyorlar?

  • Üçüncü dönem için ne düşünüyorsunuz?

Birilerinin daha bu dengeleri kavraması ve öğrenmesi gerek. Cemaatler arasındaki dayanışmanın ve diyaloglarının yükselmesi lazım. Bu centilmenliğin devam etmesi konusunu Rum cemaatine teklif ettim, kabul edilir, edilmez, bunu toplantılarımızda göreceğiz. Bu sefer Rum cemaatinden aday olmaması, böylece Rum cemaatinin de kendileri dışında bir temsilciyle çalışmayı öğrenebilmesi, bu pratiği geliştirilebilmesi gerek. Bu şekilde dayanışmamızı da göstermiş oluruz, samimiyetimizi de.

Azınlık Enstitüsü geliyor

  • Bundan sonraki çalışmalarınız ne olacak?

En önemli projelerden biri Bilgi Üniversitesi’nde azınlıklarla ilgili akademik bir platform oluşturmak olacak. Bu konuyla ilgili yaklaşık dokuz aydan beri Turgut Tarhanlı’yla görüşüyoruz. En çok rastladığım sorun, mütekabiliyet. Bu öyle işlemiş ki belleğimize, algının değişmesi için çok çalışmalıyız. Yunanistan’da, Bulgaristan’da mütekabiliyetten bahsediliyor. Midyat’taki, Harput’taki, Van’daki, Malatya’daki Ermeni veya Süryani toplumunun, İzmir’deki Yahudi toplumunun günahı ne? Bu gibi sorunların değişmesi için azınlık kurumları ve devletin dışında denkleme üçüncü bir parametrenin girmesi gerekiyor. Buradaki amaç da daha bağımsız üreten, ombudsman gibi hareket eden, dünyadaki örnekleri adapte etmeye çalışan, enstitü gibi kurumların oluşması.

Kategoriler

Güncel Azınlıklar