Türkiye’nin artan yanlızlığı

Yabancı yatırımcıların gözünde Türkiye, son altı yılda artan makro dengesizlikleri ile global piyasalarda yaşanmaya başlanan paradigma değişikliğinden olumsuz etkilenen ülkelerin başında geliyor. Kredi derecelendirme kuruluşlarının temkinli açıklamaları, Türkiye’nin yatırım yapılabilir ülke notunu kaybedebileceği beklentilerine sebep olurken, piyasalar bunu fiyatlamaya başladı bile.

TÜRKER HAMZAOĞLU

Uluslararası basında son zamanlarda Türkiye için bir kelime bulutu analizi yapsak, karşımıza oldukça negatif yüklü bir resim çıkacaktır. Ağustos ayından itibaren bu negatif algı, hem siyaset hem de ekonomi ve piyasalar açısından geçerli.

Komplo teorilerini bir kenara bırakırsak, algılardaki bu bozulmayı iki eksen üzerinden inceleyebiliriz. Siyaseten yaşanan güven erozyonunda en önemli faktör, Türkiye’nin IŞİD’e karşı ABD öncülüğünde oluşturulan uluslararası koalisyona katılmak konusunda uzun bir süredir net bir tavır koyamaması.

Beklentiler yoğunlaştı

Türkiye’nin kendi açısından haklı sebepleri olabilir. Ancak Suriye ve İran’in kara kuvvetleri ile bu koalisyona katılımının malum nedenlerle mümkün olmaması ve ABD’nin net bir şekilde kara kuvvetlerini müdahalenin dışında tutmak istemesi, beklentileri Türkiye üzerinde yoğunlaştırdığı gibi, eleştirilerin dozunu da artırdı. 

Bu gürültü kirliliğinden piyasaların etkilenmemesi mümkün değil. Özellikle içinde bulunduğumuz gelişmekte olan Avrupa , Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinde bu sene yaşanan jeopolitik riskler gözönüne alındığında. Ancak, Türkiye’ye yönelik risk iştahının hızla azalması, Türk piyasalarının düşmesi ve TL’nin değer kaybetmesinin ardında üç temel neden var: değisen yurtdışı konjonktür, içeride değişime direniş ve kuralları ve kurumları ile Türkiye’de serbest piyasa ekonomisinin zayıflıyor olması. 

İlk olarak, Amerikan ekonomisinin krizden çıkmaya başlamasıyla Amerikan Merkez Bankası (FED) olağanüstü genişlemeci para politikasını kademeli olarak normalleştirmeye başlıyor. Banka, tahvil alımlarını Ekim ayında bitirirken, ilk faiz artırımının da 2015’in ilk yarısında gelmesi mümkün. 

Bu gelişmekte olan ve özellikle Türkiye gibi yüksek dolar açığı (cari açık) veren ülkeler açısından kötü haber. Güçlenen ABD dolarına karşı gelişmekte olan para birimleri değer kaybederken, döviz gelirlerinin büyük bir kısmını oluşturan emtia fiyatları da düşüyor. Bu durum, gelişmekte olan ülkelerde büyüme üzerinde aşağı yönlü baskı yapıyor.

Eğer aşırı dolar likiditesi önümüzdeki dönemde azalacak ve dolar faizleri yükselecekse, Türkiye için ekonomi politikası tercihleri sınırlı: yüksek faiz, zayıf TL ve düşük yurtiçi büyüme. Böyle acı bir reçeteyle karşı karşıya gelinmesinin bir sebebi geçtiğimiz altı yılda Türkiye’nin düşük tasarruf oranına rağmen, Çin ile birlikte dünyada borç yükünü en çok artıran ülkelerin başında gelmesi. İşin kötüsü, bu döviz borcunun önemli bir bölümü döviz geliri olmayan, verimliliği düşük hizmet sektöründe. 

Modelin sonu geldi

Dolayısıyla, hükümet faizi artırsa yurtiçi talepten beslenen, önemli ölçüde istihdam yaratmış ve borç yükü ciddi ölçüde artmış bu sektörleri sıkıntıya sokacak ve ekonomi yavaşlayacak. Döviz kurunu biraksa, bu sefer bu şirketlerin kazandıkları TL ile bilançoları içerisinde hızla büyüyen döviz borçlarını ödemeleri çok zor hale gelecek ve hızla küçülmeye başlayacaklar. Bu da istihdamı vuracak. Yani kırk satır mı, kırk katır mı? Daha önce bu sayfalarda paylaştığım şekliyle benim fikrim, Türkiye’nin yurtdışı borçlanma ve açıklarla döndürdüğü büyüme modelinin miadını doldurduğu yönünde. 

Yabancı yatırımcıların gözünde Türkiye, son altı yılda artan makro dengesizlikleri ile global piyasalarda yaşanmaya başlanan paradigma değişikliğinden olumsuz etkilenen ülkelerin başında geliyor. Kredi derecelendirme kuruluşlarından ardı ardına gelen temkinli açıklamalar, Türkiye’nin yatırım yapılabilir ülke notunu kaybedebileceği beklentilerine sebep olurken, piyasalar bunu fiyatlamaya başladı bile.

Tüm bu risklere karşın ekonomi yönetimi ve hükümetin temel olarak yaptığı “merak etmeyin, bize birsey olmaz” anlamına geliyor. Öte yandan, mevcut büyüme modelinin devamı için de tüm imkânlar seferber edilmiş durumda: dış borçlanmaya getirilen Hazine garantileri, kamu bankalarındaki hızlı  kredi büyümesi, Merkez Bankası’na düşük faiz için baskı ve artan faiz dışı kamu harcamaları. Üstelik bu politikaların Ali Babacan’ın olmayacağı Haziran 2015 seçimleri sonrası yeni AK Parti hükümetinde daha radikal bir hal alabileceği endişesi oldukça yaygın.

Dışardan bakıldığında 

Son olarak, bu son derece kritik makro görünümde hükümet işini daha da zorlaştıracak adımlar atmaktan kaçınmıyor. Dışardan makro bir perspektifle bakıldığında, Türkiye’de serbest piyasa ekonomisinin temellerinin zayıfladığı görüşü hakim. Örnekleri çoğaltmak mümkün ama Soma faciasındaki ihmaller ve akabinde yaşananlar, Merkez Bankası’na sürekli faiz indirimi yönünde yapılan baskı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bankacılık ve sermaye piyasası kanununa rağmen Bank Asya’ya yönelik yaptığı yorumlar ve ilgili bağımsız kurulların geri planda kalması, ekonomik hayatın içinde piyasa mekanizması ve genel kabul gören kurallardan uzaklaşıldığının olumsuz işaretleri. 

Kategoriler

Güncel Türkiye