‘Türkiye İşçi Partisi’ne Âşık Oldum’, 1930’larda Antep’te başlayan, ‘yokluk’la örülmüş bir hayatı ve ağanın fedaisi olarak şekillenmiş kişiliğini, dahil olduğu ‘dava’sıyla dönüştüren, dürüstlüğü ve inancıyla siyasal tarihte yerini alan Antep’in Çapalı Köyünden Hamdi Doğan’ın çarpıcı yaşam öyküsüdür…
FUAT ŞEN
Anı kitapları, canlı tarih anlatısı olmaları hasebiyle, teorik yetersizlikten muzdarip, kafasındaki soru işaretlerinden dolayı taşları yerli yerine oturtamayan, okuma alışkanlığı da zayıf olduğundan dolayı Oblomov’un hâlini anlayan ve Ona ayrı bir hürmet gösterenler için ilaç gibidir. Bunu kendimden biliyorum. Türkiye siyasal hayatında her zaman tartışmalarda yanımızda götürdüğümüz Türkiye İşçi Partisi (TİP) deneyimine ilişkin ‘içeriden’ bakan bir anı çalışması olarak karşımıza çıkan Hamdi Doğan’ın, bilinen adıyla Hamdoş’un ‘Türkiye İşçi Partisi’ne Âşık Oldum’ kitabı, tam da bahsettiğim derde deva çalışmalardan biri.
Bir köy çocuğunun kafasındaki soru
Sanatımızın ve tarihçiliğimizin onlarca ürün vermesini sağlayan bir ‘yokluk’ döneminin ortasına denk geliyor Hamdoş’un hikâyesinin başlangıcı. Antep’in bir köyünde 1937’de başlayan hayat serüveninde; 1960’ların başında TİP’le tanışmasına kadar geçen süreye kitabının hatırı sayılır bir bölümünü ayırıyor Hamdoş. Yediklerinden, içtiklerinden, yiyemediklerinden, içemediklerinden, çocuk oyunlarından, hastalıklardan, ağaların ve kâhyaların zulmü altında köyden köye kovulmalarından, topraksızlıktan, ağalardan sığınma hakkı almak için devreye sokulan aracı ve kefillerden, eğitmenden öğrendiği okuma-yazmanın kendisine sağladığı avantajlardan bahsediyor. Tüm hikâyenin altyapısını da, artık genetik kodlarımıza işlenmiş olan ‘Yemen’ travmasıyla babası üzerinden taşıyor ve politik bilince ulaşmasına kadar da bir köy çocuğu olarak kafasında hep şu soru yer ediyor: Yemen’de, Antep’te savaşarak, esir düşerek, ölerek kurtuluşu sağlayanların çocuklarının köleliği niye devam ediyor? Hamdoş, ‘evrensel bir çaresizlik’ olarak adlandırılabilecek ‘yokluğu’ o kadar çarpıcı biçimde önümüze seriyor ki, o dönemin, insanların hayvanlardan hallice yaşadığı, aslında ‘ölmemek için’ yaşadığı bir dönem olduğu yer ediyor kafamızda. Hamdoş’un hayatının bu döneminde ‘yokluk’ dışında iki önemli şeyden ayrıca bahsetmek mümkün: Edesinin (abisinin) kendi düğününde bir kaza kurşunuyla ölmesi üzerine yaşadıkları husumet sonrası köyden kovulup, Fransa’da kimya eğitimi görmüş, sosyalist fikirlerle tanışmış, köye şarap fabrikası kurmuş Hasan Bayaz’a sığınmaları ve Bayaz’ın Hamdoş’u sosyalist fikirlerle tanıştırması ile Hamdoş’u çok sevmesine karşın Ayyuş’un babası Abbut’un uzun süre baskılar nedeniyle Hamdoş’un aşkı Ayyuş’u ‘Alevî’ Hamdoş’a bir türlü verememesi.
Kürt Reşit’le tanışma anı
1960’lara gelindiğinde, hayatını kurmuş olan Hamdoş’un hayatını değiştiren an ise Kürt Reşit’le tanışması oluyor. Kürt Reşit, çoğu kişiyi olduğu üzere Hamdoş’u da sosyalist ağa Hasan Bayaz vasıtasıyla tanıştıkları anda büyüler. O Reşit ki, güçsüzlerin koruyucusu olarak namı yer etmiş, genelevde dostu olan bir kabadayıyken, ‘Komünist’ bir doktoru para karşılığı öldürmesi istenince, doktorla yakınlık kurmaya çalışan, yakınlık kurdukça da doktorun ezilenlerden yana biri olduğunu gören, bunun üzerine doktoru öldürmekten vazgeçtiği gibi, kendisini de sorgulamaya başlayan, alışkanlıklarından uzaklaşan, emek vermeden para kazanmanın yanlışlığını idrak ederek devlet dairesine işçi olarak giren, usta olan, Hasan Bayaz ve Galip ustanın etkisiyle sosyalist düşünceleri benimseyen, sosyalist camiada efsaneleşen, sonrasında da sürekli yardımına koştuğu, ancak, psikolojik problemleri bulunan TİP’li bir arkadaşı tarafından öldürüldüğü 1969’a kadar mücadelenin önemli bir figürü olarak hafızalarda yer edinen bir ‘devrimci’; ölmeden önce hastanede polise ifade verirken de, kendisini vuran yoldaşı için ‘psikolojik problemleri vardı, şikayetçi değilim’ diyecek kadar ‘delikanlı’ Kürt Reşit’tir. Hamdoş’la Reşit’in yoldaşlığı, Reşit ölene kadar devam eder. Hamdoş, Reşit’le tanıştıktan sonra TİP’e üye olur ve tüm zamanını, kendi deyimiyle âşık olduğu partisine ayırır. Öyle ki, artık Muhtar da olduğu için yükü arttıkça artar ve büyük aşkı Ayyuş dahi Hamdoş’a sitem eder, ancak, gene de tüm gücüyle Hamdoş’un yanında yer alır.
Antep’ten Yenimahalle kongresine
Hamdoş’un kitabı, bahsi geçen herkesin oldukları gibi anlatılmasıyla filmlerdeki kurgulardan ya da resmi söylemden ayrılıyor. Alevî, Kürt, Arap, Türkmen, iyi ve kötü olduğu gibi ve Hamdoş’un naif, sohbetvari üslûbuyla naklediliyor. Bu yönüyle de gerçeklikten kopmayı engelliyor; ancak, Hamdoş’un TİP içerisinde sıyrılmasına yol açan olay ise kaba tabirle, ‘ancak filmlerde görebileceğimiz’ bir rastlantı olarak çıkıyor karşımıza. TİP’e üye olan Hamdoş, üye olur olmaz, Mehmet Ali Aybar’ın ve Behice Boran’ın Antep’te katıldığı bir toplantıda ağaların halka yaptıklarını anlatmak ve çok sevmesine karşın kendisine haksızlık ettiğini düşündüğü Hasan Bayaz’a sitem etmek için söz almak ister. Kürt Reşit, Boran ve Aybar’ın konuşma yapacağından ve aynı ortamda bulunan Bayaz’ı küçük düşürmenin ayıp olacağından bahisle Hamdoş’u vazgeçirir konuşmadan. Toplantı sonrası yemekte Aybar’ın toplantının hiç iyi geçmediğini, kürsüye köylüler-işçiler çıkmadıkça bunun bir anlamı olmayacağını söylemesi üzerine Reşit, Hamdoş’la yaşanan diyalogu anlatır. Bunun üzerine Aybar üzülür ve Reşit’e sitem eder; Ankara’ya dönünce Hamdoş’a bir mektup yazarak mutlaka Ankara’ya gelip Yenimahalle kongresinde konuşma yapması gerektiğini bildirir. Şaşıran ve gururlanan Hamdoş, şalvar-yelekle gitmesinin uygun olmayacağı düşünülerek arkadaşlarının verdiği ayakkabı ve elbiselerle Ankara’ya gider, kitleyi coşturan-ağlatan konuşmasını yapar. Kürsüye gelen gözü yaşlı bir partilinin cebine koyduğu 500 lirayı da kendisinin kurtuluşunun tek başına bir anlam taşımayacağını söyleyerek partiye bağışlaması üzerine gönülleri iyice fetheder. Antep teşkilâtını da ayrıca gururlandırır. Bundan sonrası ise 1965 seçimleri için parti adına radyo konuşmaları, istek üzerine belediye hoparlöründen ya da semt kahvelerinde konuşma, TİP’in Antep seçim çalışmalarında da bir ‘karınca’ disipliniyle ve yokluklara karşın köy köy dolaşma, örgütleme, oy toplama, insanlara ulaşma çabaları biçiminde devam eder Hamdoş için. Bu çabaların sonucunda da tahminleri alt üst eden seçim başarısının ve Meclisteki etkili muhalefetin hazzını yaşar.
TİP’ten SDP’ye Aybar’la birlikte…
Bir taraftan parti çalışmaları için koşturan Hamdoş, bir taraftan da çok önemsediği köy ilkokulu için koşturur. Diğer taraftan ise ağa Hasan Bayaz’dan köyü satın almak için, köylülerle birlikte uğraş verir. 1968 Çekoslovakya olaylarının ardından parti dağılma sürecine girdiğinde Aybar’dan yana koyar tavrını. ‘Güleryüzlü Sosyalizm’e iman etmiştir çünkü. 1969 seçimlerinde, İl’de yapılan seçimde Antep’ten birinci sırada aday olması kesinleşmişken, arkadaşlarının da telkiniyle, sonuçlar açıklanmadan oylarda oynama yapılarak kendisinden daha nitelikli olduğuna inandığı Dr. Saip Beyin birinci gösterilmesini tereddütsüz kabul edip desteklemesini unutmayalım bu arada. Nefsini ikbâl sevdasından arındırmış böyle de bir kişiliğin sahibidir Hamdoş. Aybar sonrası partinin Kürt meselesine yaklaşımına da mesafelidir kendince. Aybar’ı hiç bırakmaz ve 1970’lerin ortalarında Sosyalist Devrim Partisi’nde yine kesişir yolları ve il il parti teşkilatını kurmak için gece-gündüz dolaşır. 1979’da bildiri dağıtmak için Hatay’a gittiğinde, sivil faşistler tarafından şişlenir. Ağır yaralanır. Hastanede yatar. Hastanedeyken evi yanar. Gene de yılmaz ve mücadeleye devam eder.
12 Eylül’e gelindiğinde, hiçbir delil yokken, sadece gazete sattığı kişilerin ve evi yandığında yardım edenlerin isim listesi bahane edilerek her türlü insanlık dışı muameleden ‘nasibini’ aldığı tutukluluğu yaşar. 1990’lara geldiğinde ise ÖDP’nin kurulması aşamasında TİP’in yarattığı havayı hisseder, ancak, aradığını bulamaz ve uzaklaşır siyasetten… Sonrasında, kitabında hikâyelerini kadirbilirlik, saygı ve hayranlıkla anlattığı onlarca yoldaşının, geride kalanların haberdar olacağı ve istifade edeceği bir hatırat bırakmadan gitmesine üzülür ve anılarını yazmaya karar verir. Nihayetinde de düşündüren, güldüren, hüzünlendiren bu kitap çıkar ortaya.
‘Türkiye İşçi Partisi’ne Âşık Oldum’, 1930’larda Antep’te başlayan, ‘yokluk’la örülmüş bir hayatı ve ağanın fedaisi olarak şekillenmiş kişiliğini, dahil olduğu ‘dava’sıyla dönüştüren, dürüstlüğü ve inancıyla siyasal tarihte yerini alan Antep’in Çapalı Köyünden Hamdi Doğan’ın çarpıcı yaşam öyküsüdür…