Geçtiğimiz haftalarda İletişim Yayınları’ndan ‘Ortadoğu: Direniş, Devrim, Emperyalizm’ başlıklı derleme bir kitap çıktı. Kitabın yazarlarından ve derleyeni Doğan Çetinkaya ile söyleştik; Ortadoğu’yu sokak isyanları odaklı toplumsal hareketler gözlüğüyle seyretme imkânı bulduk.
EZGİ BERK
ezgiberk@yandex.com
-
Ortadoğu’da Arap Baharı olarak adlandırılan toplumsal hareketler öncesinde siyasi atmosfer nasıldı?
'Ortadoğu: Direniş, Devrim, Emperyalizm' üst başlığıyla derlediğimiz kitabın girişinde de belirttiğim gibi Arap Baharı başladığında Ortadoğu uzmanları olsun bölgeyi uzaktan seyredenler olsun herkeste bir şok yaşandı; çünkü kimsenin beklemediği bir kalkışmaydı. Zaten bizim kitabı derleme sebeplerimizden biri de biraz bu şaşkınlığın temellerini irdelemek ve ortaya çıkarmak. Uzmanlar bile Ortadoğu tarihine ilişkin tek yönlü bir bakışa açısına sahip olabiliyordu. Ortadoğu’daki Arap Baharı’ndan önceki durumu Ortadoğu’nun özü, gerçek durumu olarak görüyorlardı. Bölgede otoriter, baskıcı, klieantalist siyasal rejimler vardı. Toplumda da tevekkül, baş eğme, siyasetle ilgilenmeme hali vardı. Uzaktan bakıldığında böyle bir Ortadoğu resmi vardı. Bundan dolayı insanların ayaklanması, bir şey talep etmeleri, sokaklara dökülmeleri, iktidardaki çok muktedir, çok güçlü sanılan siyasetçileri alaşağı etmeleri herkesi çok şaşırttı. Hayatlarını o bölgeye adamış insanların şaşırmaları çok mânidardı. Biz de bunları anlayabilmek için Özgür Üniversite’de bir seniner dizisi organize ettik. Oradan çıkarttığımız dersleri de bu kitapta bir araya getirmeye çalıştık. İnsanlar Ortadoğu’ya bu ayaklanmayı yakıştıramamışlardı. Ama bu kitapta bizim anlatmaya çalıştığımız Arap Baharı gibi ayaklanmaların, insanların kendi kaderlerine sahip çıkmalarının, tepki göstermelerinin Ortadoğu’nun 200-300 yıllık tarihinin bir parçası olduğuydu. Zira hangi döneme gidersek gidelim önemli kırılma noktalarında, modernizmin başlangıcında, 20. yüzyılda parlamenter rejimlerin, anayasal hareketlerin ortaya çıkışında, kitle siyasetinin dönüşümünde hep isyanların, sıradan insanların eylemlerinin tarihin bir parçası olduğunu görüyoruz. Kitabın girişindeki makalemde bunları anlatıyorum. Arap baharı Ortadoğu tarihinin bir parçası, bu tarihin bir halkası. Onu o uzun tarih içerisinde anlamlandırmak lazım. Onun için de çok şaşırılacak bir şey yoktu aslında.
-
Arap Baharında bardağı taşıran son damla ne oldu?
Bu bardağı taşıran son damla, Arap Baharı’nın öncesine ikili şekilde bakmamızı sağlayabilir. Arap Baharı Ortadoğu tarihi boyunca ortaya çıkmış ayaklanmalardan bir tanesi. Böyle ayaklanmalar Ortadoğu tarihi boyunca hem bu tarihi değiştirecek, dönüştürecek şekilde ortaya çıkıyor; hem de belli bir süreklilik arz ediyor. Zaman zaman baskıcı rejimler uzun süre iktidarda kalsa bile belli dönüşümlerle beraber ayaklanmalar ve isyanlar da görünüyor. Bu, uzun tarih. Bugünden geriye baktığımızda görüyoruz ki Arap Baharı aslında kendisini haber vermişti.
-
Nasıl haber vermişti?
Baktığımızda Kaddafi, Mübarek, Esad Ortadoğu’da çok önemli baskıcı partilerin, ailelerin, rejimlerin iktidarda olduklarını, değişmediklerini, çok zenginleştiklerini ve her türlü demokrasi talebini çok şiddetli bir şekilde bastıran iktidarlar olduklarını biliyorduk. Ama buna rağmen birçok ülkede Tunus, Mısır, Suriye ve İran’da çok önemli kaynamaların, kalkışmaların, taleplerin özellikle Arap Baharı’ndan önceki 10-20 yıl içinde gündeme geldiğini görüyoruz. Giriş makalemde Arap Baharı’nı neoliberal dönemdeki ikinci ayaklanma olarak el almaya çalışıyorum; çünkü neoliberal dönem 1970’lerde inşa edilirken 80’lere de sarkacak şekilde, bugün Arap Baharı’nın yaşandığı hemen hemen bütün ülkelerde Ekmek Ayaklanmaları gerçekleşmişti. Devletin sosyal yardımlarının kalkmasına, sübvansiyonların kesilmesine, tarım desteğinin berheva edilmesine isyan etmişti insanlar. Ama bu ayaklanmalar çok hızlı bir şekilde bastırıldı. Arap Baharı bu ayaklanma dalgasının ikinci halkası. Yani birincisinde neoliberalizmin ortaya çıkmasına ve inşa edilmesine tepki göstermişti insanlar. Arap Baharı da aslında neoliberalizmin sonucuna bir başkaldırıydı. Neoliberalizm tesis edilirken ve yaşanırken Arap Baharı’nı haber veren gelişmeler yok değildi.
-
Ortadoğu’da Ekmek Ayaklanmaları’na benzer başka ayaklanmalar var mı?
Dünya çapında en önemli işçi hareketlerinden, bağımsız sendikal oluşumlardan biri Mısır’daydı 2000’lerin başında. Hem canlı hem özerk bir hat inşa etmesi hem de tabandan gelmesi itibariyle 20. yüzyıl sonu ve 21. yüzyıl başının, en önemli toplumsal hareketi Mısırda’ki bağımsız işçi hareketidir. Kendinden önce bürokratikleşmiş sendikaları yok sayan, onların dışında bağımsız bir hat inşa eden bir sınıf hareketi olarak işçi hareketi, Arap Baharı’nı haber veren çok önemli bir unsurdur. Bunların yanı sıra Mısır’da demokrasi talep eden, Twitter ve Facebook üzerinden örgütlenen gençliğin başkaldırısı, girişimleri dikkat çekiyordu. Mübarek rejimine radikal siyasal eleştirilerde bulunan, liberal ve sokağa çıkmamış olsa da entelektüel bir hareket vardı. İslam Devrimi’nden sonra İran’ın da özellikle 90’ların sonunda 2000’lerin başında dalga dalga farklı gençlik hareketlerince, farklı orta sınıf girişimlerince sarsıldığını görüyoruz. Yine Kuzey Afrika’da 2000’lerin başında önemli kadın hareketleriyle karşılaşıyoruz. Kadınların Kuveyt’ten Tunus’a kadar birçok ülkede örgütlenmelere gittiklerini ve sokağa çıktıklarını görüyoruz. Bu kaynamalar, Arap Baharı’nın habercisi. Bunları insanlar biliyorlardı ama bunların Arap Baharı gibi devasa bir kalkışmaya evrilebileceğini görememişlerdi. Tarihe baktığınız zaman isyanlar hep olmuş. Toplumsal hareketler, insanlık tarihinin en önemli parçası. Diktatörler ve egemenler varsa ezilenlerin isyanlarının da bir gün patlayacağını aklınızın bir köşesinde tutmanız lazım, hali hazırda bu patlama için mücadele etmiyorsanız bile.
-
Bu durumda şöyle diyebilir miyiz? Ortadoğu üzerine çalışanlar, egemenlerle aynı yerden baktıkları için toplumsal hareketlerin büyüyebileceğini ve toplumu dönüştürebileceğini göremedi.
Ne kadar muhalif de olsa üniversite gibi sistemin parçası olan kurumlar, entelektüeller o sistemin gözleriyle bakmaya, muhalif bile olsalar sistemin bakış açısıyla düşünmeye daha eğilimli. Bundan dolayı da mevcut topluma verili şartlarla bakıyorlar. Verili şartları da ilelebet sürecekmiş gibi tahlil ediyorlar. Bu da Arap ayaklanmaları gibi bir ihtimali yok saymalarına neden oluyor. Yaptıkları çalışmalar mevcut sistem nasıl işliyor, nasıl devam ediyor üzerine olduğu için, hep bunu anlamaya çalıştıkları için sistemin dışında olan, onu tamamen alaşağı iten bir şeyi görmek zorlaşıyor. İran Devrimi’nde de öyleydi. Muhalif insanlar, farklı gözlerle sisteme bakan insanlar bile İran Devrimi olduğunda şok olmuştu.
-
Bu isyanların ardından mevcut iktidarlar nasıl bir politika izliyor?
Bu durumda şöyle bir tartışma var: Arap Baharı ya da Ayaklanmaları devrim miydi, değil miydi? Türkiye’deki solda da en büyük tartışma buydu. Çünkü insanlar ona göre siyasal pozisyon alıyordu. Benim bu kitabı hazırlamaktaki amaçlarımdan bir tanesi de buydu. Arap Baharı’ndan sonra Ortadoğu’da olan her şeyi insanlar Türkiye’deki siyasal pozisyonlarına göre okumaya başladı. Eğer seküler, CHP çizgisindeyseniz Ortadoğu’ya tamamen Türkiye iç siyasi dengelerinden doğru bakıyorsunuz. “İslamcılar yükseldi, Müslüman Kardeşler iktidara geldi demek ki Arap Baharı kötüymüş” gibi. Ilımlı İslam çizgisi ise Arap Baharı’nı Amerika’nın oyunu olarak gördü. Bunlara karşı olmak lazım. Tamamen Türkiye içerisindeki siyasal kompozisyonunuzdan bakarak Ortadoğu’yu tabii ki anlayamazsınız; tartıştığınız yine Türkiye olur.
-
Peki, neler oluyor Ortadoğu’da?
Türkiye’nin de içinde olduğu Ortadoğu’yu, Ortadoğu’nun kriterleriyle anlamanız lazım. Devrimci bir durum çıkmıştı ortaya; çünkü insanlar isyan etmişti. Kimse onları sokaklara zorla dökmemişti. İktidarları devirdiler, rejimleri değiştirdiler. Şimdi bugün yaşananlar da her devrimde olduğu gibi karşı devrim süreci. Aslında daha bitmemiş, uzun bir sürecin içerisindeyiz. Bugün bu devrimi boğmak isteyen çeşitli dinamikler var. Örneğin Mısır’da ordu, Müslüman Kardeşler’e karşı muhalefeti kullanarak siyaset sahnesine geri dönerek insanların devrimini çaldı. Mısır’da devrimci sürecin başlattığı dinamiğin orta vadede orduya karşı da devam edeceğini düşünüyorum. Suriye’de, Irak’ta çok ciddi İslami hareketler ortaya çıkıyor. Bunu da Ortadoğu’daki devrimci süreç karşısında karşı devrimci bir dinamik olarak görebiliriz. Her devrim bu siyaseti üretir; IŞİD’in ortaya çıkışı gibi. Bunlar Arap Baharı’nın yarattığı çalkantının bir sonucu. Şu anda Ortadoğu’da Arap Baharı’nın ortaya çıkardığı devrimci, dönüşümcü hareket geri çekilmiş durumda. Onun yerine ordu, ya da IŞİD gibi mezhepçi siyaset güden hareketler var. Bunun ardında da sermayenin, Amerika, Türkiye gibi bölgede siyaset yapmak, dengelere oynamak isteyenlerin rolü var. Ayaklananların politik alternatif yaratamamaları Arap Baharı’nın devrimci ve demokratik durumunun geri çekilmesini getiriyor. Ortadoğu’da denge durumu var; ayaklanmalarla bu ayaklanmaları ezmek isteyen, daha gerici bir sistem getirmek isteyen unsurlar arasında bir savaş var. Bunun nereye gideceği belli değil; çünkü çok fazla aktör var. Nasıl bir rota izleyeceği, aktörlerin gücüne ve nasıl tavır alacağına bağlı.
-
Son olarak 1979’daki İran Devrimi ortaya çıktığında neden herkes şaşırdı? Bu devrimi nasıl okuyorsunuz?
1979 İran Devrimi olduğunda insanlar çok şaşırdı; çünkü çok güçlü görünen, modernleştirmeci, ordu ve istihbarat destekli bir şah vardı. Tek başına da değildi; dünyanın iki süper gücü İngiltere ve Amerika’nın tam desteği şahın arkasındaydı. İnsanlar, Amerika ve CIA ne isterse dünyada onun olduğunu düşünüyordu. Çünkü İran tarihinde Musaddık örneğinde olduğu gibi muhalif biri çıktığında Amerika müdahale etmiş ve Musaddık iktidarından edilmişti. Böyle bir ortamda şahın kaybetmesi, ulusdevlet içerisinde tek parti rejimi kurmuş, tüm devlete hâkim bir adamın halk ayaklanması tarafından yenilmesi çok önemli. Amerika’nın askeri ve mali kaynaklarını kullanan bir iktidarın yeniliyor olması, Amerika’nın bu anlamda yeniliyor olması da önemli; çünkü İslami hareketler, Sovyetler Birliği’ni çevrelemek için kullanılan Amerika güdümünde bir hareket. Ancak İran’daki İslami Devrim, İslamcıların egemenliğindeydi ve Amerika düşmanıydı. Ayaklanma içindeki çeşitli unsurlardan en fazla Amerika düşmanı olanlar İslamcılar. Hal böyleyken bütün solcuların, alan üzerinde çalışanların kafası karıştı. Çünkü hem Amerika yeniliyor hem İslamcılar deviriyor ve Amerika’nın en büyük düşmanı oluyorlar. Bu tamamen terminolojinin karışması. Demek ki emperyalistler her şeyi istedikleri gibi dizayn edemiyor. Kitapta emperyalizm başlığını bu açıdan ele alıyoruz. İslamcılar tamamen Amerika’nın kuklası değil, bundan dolayı insanlar şaşırdı. İran Devrimi’nin bir başka önemi de kentli sınıfın ayaklanmış olmasıydı. Daha önceki halk devrimlerini genelde kırdan gelen hareketler olarak gördük. İran Devrimi, İslami ve gerici bir devrim olarak nitelendirilse bile kentli sınıfların devrimi olması sebebiyle de dünyada şaşkınlıkla karşılanmıştı. İçerisinde sol da önemli bir aktördü, aktifti. Sonuç olarak İslamcılar başarılı oldu; çünkü daha fazla örgütlülerdi, kitleleri seferber edebiliyorlardı. Bugüne gelecek olursak İran’da hâlâ çok farklı dinamikler bir arada yaşamaya, rejime karşı mücadele etmeye devam ediyor. Özellikle kendilerini seküler bir şekilde dile getirseler de laik orta sınıf ayaklanması olarak görülse de öğrenciler arasında ayaklanma var, Mısır örneğinde olduğu gibi. Hem de alt sınıflar içerisinde önemli kaynaşmalar var. İslami rejim kendi iktisadi sınıfını yarattığı için buna karşı ayaklanmalar oluştu. Örneğin Ahmedinejat da İran’daki toplumsal huzursuzluğun ve alt orta sınıfların rahatsızlığının sözcülüğünü yaparak Tayyip Erdoğan gibi iktidara gelmişti. Ahmedinejat, İslami rejim altındaki huzursuzlukları manipüle etmiş bir lider olarak popülist siyasetin bir unsuru. Daha sonra rejim içerisindeki blok Ahmedinejat’ı tasviye etti. Bu da İran siyasetinde çok ciddi bir kaynaşmanın -özellikle alt sınıflarda, gençlerde ve aydınlarda- olduğunu gösteriyor.