Kreuzberg samimiyetiyle bozkırda

Fatih Akın’ın Venedik Film Festivali’ndeki Türkiyeli rakibi, ilk filmi ‘Sivas’la ana yarışmaya kabul edilen Kaan Müjdeci. Berlin’in ünlü buluşma yerlerinden biri olan, Kreuzberg semtindeki Luzia Bar’ın işletmecisi olan Müjdeci’yle, Bebek’te, sakin bir ofiste buluşup, Yozgat’ta çektiği filmi konuştuk.

Fotoğraf: BERGE ARABIAN

EVRİM KAYA
evrimkaya@agos.com.tr

  • Luzia’dan tanıştığımız için, okuru kandırmayıp, sana isminle hitap edeceğim. Öncelikle, tebrik ederim. Ne kadar çalıştınız bu film için?

Toplamda üç yıl sürdü ama aralar verdim. Net iki sene çalışmışızdır. Fon arama süreci uzundu, çok bir şey de çıkmadı. Kültür Bakanlığı 200 bin lira verdi, Köprüde Buluşmalar’dan da yapım sonrası desteği çıktı.

  • Bütçesi bunun çok mu üstündeydi?

Ne kadar param varsa harcadım. Prodüktör olunca insan kendini durduramıyor. Şimdi ortak yapımcı Nesra Gürbüz var. Kardeşim Yasin parasal destekte bulundu. Bütün parayı filme yatırdık yani. Maddi kısmını ne karıştırıyorsun işin!

  • Film işine girelim diyoruz, girelim mi?

Girmesi kolay, çıkması zor ama girin yine de.

  • Ne zamandır Almanya’dasın?

On yıldır. Film okumak için gittim, onu beceremedim. Sonra çeşitli işlerde çalıştım, derken bar açtım. Üç-dört tane kısa film çektim, çeke çeke öğrendim.

  • Girdiğin ilk set kendi setindi diyebilir miyiz yani?

Evet. Asistanlık filan yapmadım. Film okulları almayınca kendimi doğrudan yönetmen ilan ettim.

  • Zor muymuş peki?

Kalpten yapılan bir işin zor olamayacağını düşünüyorum. Elbette zor ama kolay olan ne var ki hayatta? Israrcı ve inatçı olunca... Hem, senin için çalışan bir sürü insan da var.

  • Nerede çekildi film?

Yozgat Yerköy’de. Ben oralıyım, hiç orada yaşamadım ama yazın amcamların, dedemlerin yanında geçiriyordum üç ayı.

  • Köpeklerle ilgili bir film çekme fikri nerden çıktı?

Köpekleri zaten seviyorum. Ama ilk önce erkeklikle ilgili bir şeyler geliyor aklıma. Porsche, erkeklik, boks... Youtube henüz bu kadar büyük ve karmaşık bir yer değilken orada çok gezinirdim, bir yerden girip bambaşka bir yerden çıkardım. O sırada köpek dövüşlerine merak sardım. İlkin, Türkiye’deki köpeklerin cinsel organlarının çok büyük olduğuna dikkat ettiğimi hatırlıyorum. Sonra sahiplerine geldi konu. Bir şekilde çocukluğumla birleşti kafamda.

  • Peki ya çocuklar?

Hepsini tek tek kendim seçtim. Onlarla üç ay yatıp kalktım. Baktım, hepsi polis olmak istiyordu. Senaryo öyle gelişti.

  • Hepsi Yozgatlı mı?

Yozgatlı tabii. İstanbul’dan götürdüğün çocuk ölür orada, dili de tutturamaz. Filmde üç kişi dışında oyuncu yok aslında, hepsi oralardan insanlar.

  • Hepsi köpek dövüşçüsü mü?

Değil. Ama aylarca o köpeklerle gezince, olmayanlar da olmuş kadar oldu sonunda.

  • Filmin esas oğlanı bir köpek mi?

İzlemediğimiz için, filmi anlatmak istemiyorum. İzleyiciyi yönlendirmek olur.

  • Sen de mi izlemedin?

Ben üç-dört bin kere izledim. Bence bir bozkır hikâyesi bu.

  • Bozkırdan gidiyor Türkiye sineması...

Oralıyım ben, Alanya’yı mı çekeyim?

  • Ama aynı zamanda Berlinlisin...

Berlin projesi de var ama çocukluktan başladım. Yavaş yavaş... Kısa filmlerde başka şeyler çekmeye çalıştım ama beceremedim.

  • Köpekleri ve erkekliği, memleketin ruh halini anlatan bir metafor olarak görebilir miyiz?

Onu da bana söyletme, izleyen görsün. Yönlendirici olmayalım. “Bundan bana ne zaten” diyorum. Ben filmi yaptım, bitti. Benim anladığım şeyler var, sinema yazarları bir şeyler anlayacak, annemin anladığı, babamın anladığı şeyler olacak.

  • Elbette bir şeyler anlatmak için yapmışsındır filmi. Ben her şeyin en başını merak ediyorum.

Çok sıkılmıştım bardan, gece hayatından. Bu film beni aldı götürdü, çok da iyi oldu. Çok iyi insanlarla tanıştım bu sayede, onlarla çalıştım.

  • Nasıl tanıştın o insanlarla?

Barın etkisi büyük. İyi bir bardı Luzia. Berlin’de güncel sanatla, sinemayla uğraşan kim varsa, Türkiye’den de kim gelirse uğruyordu. Seninle de Luzia’da tanışmadık mı? Orda tanıştığım insanlar İstanbul’da başka sinemacılarla tanıştırdılar beni.

  • Kimlerle işbirliği yaptınız?

Ahmet Öğüt Berlin Bienali’ne bir iş yapıyordu, öyle tanıştık. Ona senaryoyu okutup, filmde kullanılacak objeler ve fikirler üretmesini istedim. “Nasıl kullanacağım benim bileceğim iş” dedim, “Senin çekeceğin videolar, üreteceğin başka şeyler de senin bileceğin iş”... Birbirimizi özgür bıraktık. Filmin müziklerini yapan Cevdet Erek’le birlikte Yerköy’e gittik. Oranın müziğini, abdalları dinledi, hem oraların, hem de filmin bir parçası oldu. Burcu Tokatlı, senaryo bittikten sonra görsel olarak her şeyi baştan kurdu. Yönetmenliğe dair fikirler de verdi. Ayşe Polat ve Önder Çakar senaryo danışmanıydılar. Editör, ses tasarımcısı, miksi yapan, hepsi apayrı boyutlar kazandırdılar filme.

  • Nasıl inandılar sana?

Filmin senaryosu çok kuvvetliydi. İlk destekleyen, Önder Çakar oldu. Onun verdiği cesaretle her şey tıkır tıkır işledi. Felsefi ve politik olarak da aydınlattı beni.

  • Politik bir film mi bu?

Saçma sapan bir laf o. Bırak, izleyen karar versin.

  • Köpek dövüşleri sert bir konu. Hayvan haklarıyla ilgili başın derde girer mi?

Bazen filme âşık olup kayboluyorsun. Ekip seni durdurmaya çalışır. Filmin içinde etik çizgi kolay kayar. Ama çok dikkat ettik. Kullandığımız kan köpekleri zehirlemesin diye, makyözle oturup, zarar vermeyecek yapay kan ürettik mesela.

İnanmayan suç duyurusunda bulunsun, mahkeme karar versin. Set işçisi 15 saat çalışıyor, o da bir etik sorun. Maalesef acımasız oluyoruz bazen, ama emek hırsızlığına tahammül edemem.

  • Çocuklarla nasıl baş ettin?

Bizim oranın çocukları hepsi. Üç ay beraberdik, kendim onlardan başka bir şey değildim ki... Abi-kardeş ilişkisi. Bütün takım aynı ruhu hissetti, köpekler dahil.

  • İlk filmde hem çocuk, hem köpek, yapımcısız yola çıkman... Çok mu cesursun?

Korktuğum zamanlar oldu, ağladığım zamanlar da. Bir kere prodüksiyon dağıldı, herkes gitti. Ben de dağıldım. Ama ben sinirli bir insanım, hırslıyım. Baktım otelde tek başımayım, kahvaltı ettim, toparlanıp İstanbul’a geldim. Baştan başladım. Herkes de inandı, çünkü çok iyi güçlü rolü yaparım ben.

  • Venedik’te bu yıl Almancı çıkartması mı var?

Ben Almanca konuşamıyorum, ne Almancısı? Fatih Akın’ın çok güzel bir lafı var: “Ben Almanca sevişiyorum” diyor. Ben Türkçe sevişiyorum abi. Ben Kreuzbergliyim. Kreuzberg felsefesini iyi anlamış biriyim.

  • Kreuzberg felsefesi nedir?

Kreuzberg felsefesi samimi olmaktır, iyi insan olmaktır. Almanlar kötü insanlar, biri düşse kaldırmazlar sanırdım eskiden. Oysa her işime, benim istememe gerek kalmadan yardım ettiler. İstanbul’da böyle bir hava yok. Bara gelip, ayrılırken “İstanbul’da mutlaka görüşelim” diyenleri bir daha görmüyordum mesela. Aramıyorlar. Almanlar hakkında önyargılarım olması normaldi ama. O kadar insanı yakmışlar, nasıl iyi düşüneyim?

  • Türkiye’nin tarihi de karanlık değil mi?

Ama bunları yeni yeni öğreniyorum ben. On senedir bir aydınlanma sürecinden geçiyorum.

Fiziksel üstünlüğün olduğu yerde aptallık hâkimdir’

  • Yozgat’ın eski bir Ermeni yerleşimi olduğunu biliyorsun, değil mi?

Çok iyi biliyorum. Yavaş yavaş öğrendim. Yozgat’ta Ermeni kriket takımı varmış, polo takımı varmış mesela. Polo nedir? E-bay’de kocaman bir kitap vardı Yozgat üzerine. Aklım şaştı. Bunlar da Almanya’da öğrendiğim şeyler. Yozgat’ta bir gariplik olduğunu hissediyordum. Nasıl oluyor da köyün en güzel arazileri Türklerin oluyor mesela? Biz uzaklardan gelmedik mi? Film çekimlerinde boyuna jandarma geliyordu, hazine aradığımızı düşünüyorlardı çünkü. Arabanın arkasında kazma kürek kalmış, ön araştırma olduğu için de kamera küçük. İkna edemiyorduk. Az biraz kafası çalışan adamın buradan bile çakması gerekmez mi? Zekice düşünen, bakmayı bilen bir insan çözer. Eninde sonunda herkes çözecek.

  • Bilmeyen neden bilmiyor? Filme dönersek, erkeklikle ilgili bir nedeni mi var?

Benim hayatım boyunca yaşadığım en büyük problem, fiziksel üstünlük. Bugüne kadar girdiğim her kavgadan dayak yiyerek çıktım. Bunu bir türlü anlayamıyordum, çünkü kendimi çok uzun boylu, kaslı biri sandım hep. Fiziksel üstünlüğün hâkim olduğu bir dünyada akıl mantık aramak çok saçma. Yozgat’ta fiziksel üstünlükle elde edilmiş yerler var. O üstünlük hafıza kaybına yol açmış. Fiziksel üstünlük de hep erkekte var, ikisi o yüzden birlikte gidiyor. Fiziksel üstünlüğün olduğu yerde aptallığın hâkim olduğunu düşünüyorum.

Kategoriler

Kültür Sanat Sinema