"Roman çocukları için Roman olmak yoksulluk demek"

İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Biz Romanlar, Siz Gacolar’ kitabı bir yandan çocukların ağzından derin bir yoksulluk anlatısı sunuyor, bir yandan da Roman toplumunun maruz kaldığı ayrımcılığın çocuk zihninde nasıl da tüm çıplaklığıyla algılandığını ortaya koyuyor. Yazar Derya Koptekin anlattı.

Psikolog Derya Koptekin, İzmir’in ‘Roman Mahallesi’, Tepecik’teki Çocuk ve Gençlik Merkezi’nde yedi sene boyunca psikolog olarak çalıştı. Birlikte zaman geçirdiği çocukların kimlik algısının nasıl şekillendiğini, toplumsal konumlarına dair neler hissettiklerini ve yoksul bir mahallede büyümenin kendilerini nasıl etkilediğini, onların anlatımlarıyla kayda geçirdi. İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Biz Romanlar, Siz Gacolar’ kitabı bir yandan çocukların ağzından derin bir yoksulluk anlatısı sunuyor, bir yandan da Roman toplumunun maruz kaldığı ayrımcılığın çocuk zihninde nasıl da tüm çıplaklığıyla algılandığını ortaya koyuyor. Yazar Koptekin’le Tepecikli ve Kuruçaylı çocukları konuştuk. 

Kitabın giriş bölümünde, Tepecik Çocuk ve Gençlik Merkezi’nde bir yandan çalışırken bir yandan da saha araştırması yürütmenin, çocuklarla aranızda güven ilişkisi kurmak konusunda avantaj sağladığını söylüyorsunuz. Peki dezavantajları oldu mu?

Derya Koptekin

Sanırım en zorlayıcı kısmı, herhangi bir saha araştırmacısından farklı olarak görüşmeler tamamlandıktan sonra orayı terk edemiyor olmak, yaşam koşullarına tanıklığınızın devam ediyor olması... Dinlediğiniz öykülerin duygusal yüküyle baş başa kalmanın ötesinde, sorunlarının çözümüne yönelik daha güçlü bir sorumluluk duygusu taşımak... ‘İçeride’ olmanın mesleki olarak yol açtığı sorunlardan biri şu; çabalarımız bir sonuca ulaşmadığında yaptığımız her türlü çalışmanın beyhude olduğunu düşünebiliyor, tersi durumlarda ise yaptığımız işi fazlaca yüceltiyor ve kendimizi ‘kurtarıcı’ konumuna yerleştirebiliyoruz. Araştırmacı olarak benim açımdan bir başka risk de hem benim hem de çocukların rol karmaşası yaşama olasılığı oldu. Görüşmeleri daha sonra dinlediğimde, çocukların anlattıklarını araştırmacı kimliğinden çıkıp psikolog kimliği ile dinlemeye başladığım zamanlar olduğunu fark ettim. Çocukların cevaplarına da mesleki tutumum etki etmiştir muhakkak. Onlarda da yaralarını daha fazla gösterme yönünde bir eğilim oldu kuşkusuz. 

Kitabınızda, yine İletişim Yayınları’ndan geçen sene çıkan ‘Yoksulluk Halleri’ kitabına da epey gönderme var. Bu kitabı sizin çalışmanızla paralel kılan neydi?

Necmi Erdoğan'ın ve editörlüğünü yaptığı 'Yoksulluk Halleri' kitabının önemi benim için çok büyük. Kitabı okuduktan sonra Erdoğan’ın hocası olduğu ODTÜ Medya ve Kültürel Çalışmalar Bölümü’nde master yapmaya karar verdim. Kitap yoksulluğu ekonomik bir kategori olmanın yanı sıra, kişilerin içinde yaşadığı, anlamlandırdığı, başa çıkmak için çeşitli yöntemler geliştirdiği toplumsal bir ‘durum’ olarak ele alıyor. Bu nedenle de yoksulluğu anlamak için yoksulların anlatılarına başvuruyor. Benim çalışmama ilham veren kavrayış da buydu. Çocukların yaşamlarını, çocukların bakışı ve anlatımlarının yalınlığıyla görmeye ve bir nebze olsun görünür kılmaya çalıştım.

Çocukların ve mahalledekilerin anlatılarından gerçekten de derin bir yoksulluğu görmek mümkün. İzleniminize göre, çocukların dünyasında yoksulluk nasıl bir yer kaplıyor? Kendini kurtarmaya çalışmak, kabullenmek ya da göz ardı etmek gibi farklı veçheleri var mı? 

Hepsini görmek mümkün. Güvencesiz işlerden elde ettikleri gelirin geçimlerini sağlamaya yettiğini söyleyen çocuklar da vardı, yoksulluğunu açık eden de, aşevinden yemek almak için kuyruğa girmekten utanan da, okuyup meslek sahibi olarak ailesini kurtarma fantezileri kuran da... Genel olarak çocukların eşitsizlikleri çok fazla dillendirdiğini, bütünüyle doğallaştırmadıklarını, fazlasıyla dert edindiklerini söyleyebilirim. Çocukların ifadelerinden, yoksulluğun topluluklarını tanımlar hale geldiği, Çingene/Roman olmanın yoksul olmakla özdeşleştiği görülüyor. 

Çocuklarla saha çalışması etik soruları da beraberinde getiriyor. Bunları nasıl aştınız? 

Görüştüğüm çocukların tamamı Belediyenin Çocuk ve Gençlik Merkezi’ne devam eden çocuklardı. Bu nedenle belediyenin ilgili birimlerinden gerekli izinleri alarak araştırmayı sürdürdüm. Görüştüğüm çocukları araştırmamla ilgili bilgilendirdim. Gizliliğin korunması amacıyla, yazım aşamasında çocuklara farklı isimler verdim. Özen gösterdiğim konulardan biri de duymak istediklerime değil de onların anlatmak istediklerine odaklanma gayretini görüşme boyunca sürdürmeye çalışmak oldu. Dilsel alan toplumsal ve sınıfsal farkların üretildiği bir alan. Bu açıdan onların anlatım tarzına, kullandıkları dile müdahale etmeden söylediklerini olduğu gibi aktarmaya çalıştım. Aksinin bu eşitsizliği yeniden üretmek ve onları bir kez daha görünmez kılmak olacağını biliyordum. 

‘Biz Romanlar, Siz Gacolar’ çocukların kimlik oluşumunda, toplumun geri kalanı tarafından, çoğu zaman önyargılarla oluşturulmuş ‘Roman’ kimliğini içselleştirdiklerini de gösteriyor bir yandan. Bu açıdan, sizin de kitapta tartıştığınız ‘Roman’ ve ‘Çingene’ ayrımı onlar için ne ifade ediyor? 

Bazı çocukların kendilerini ‘Çingene’ yerine ‘Roman’ olarak adlandırmalarının temel sebebi, hakim bakışın Çingeneleri pek çok olumsuz nitelemeyle aşağılaması ve değersizleştirmesi. ‘Roman’ adlandırması, müzik ve dansla iç içe olan yaşamlarını, yani ‘neşeli’, ‘eğlenceli’, ‘güler yüzlü’ yanlarını daha fazla vurguluyor. Dolayısıyla, içinde yaşadıkları toplumun karşısına, topluluklarına ilişkin yaygın olumsuz nitelemelerin aksine daha fazla onay gören bu özellikleriyle çıkabiliyorlar. Fakat bu nitelemeler Çingene/Roman gerçeğini yansıtmaktan çok uzak. Üstelik kendilerini adlandırma biçimlerine bağlı olarak da, diğerleri hakkında bazı toplumsal/kültürel kodlar kullanıyorlar. Mesela kendisini Roman olarak adlandıran çocukların Çingenelere olumsuz özellikler atfettikleri açıkça görülüyor. Fakat Roman ile Çingene arasında gerçekte bir fark olmadığını ifade eden ya da fark olduğunu söylese de bunu açıklayamayan çocuklar da çoktu. Bu durum, hem çocukların bu konuda yaşadığı bir kafa karışıklığı hem de hâkim siyasal-kültürel söylem ile kendi kültürü arasında kalmışlığın göstergeleri olan ikircikli düşünce ve duygularla açıklanabilir. 

Tepecik ve Kuruçay, mekansal olarak çocukların hayatında önemli bir yer kaplıyor. Mekanla kurdukları ilişki, çocuklar için ‘bize buradan başka bir yaşam yok’ türü bir algı yaratıyor mu sizce?

Mahalle yaşantısı onları bir arada tutan önemli bir harç işlevi görüyor. Çingene/Romanlar, İzmir’de genellikle bir arada yaşamayı tercih ediyorlar. Bu durum, ekonomik ve sosyal bakımdan yetersiz olanaklara sahip olmalarına bağlı olarak kendi aralarında dayanışmaya duydukları ihtiyaçla ilgili. Kendilerini bu haliyle daha güvende hissediyorlar. Mahalle yaşamı mekan temelli bir ortaklık duyusu kuruyor. Bu başka yerlerde maruz kaldıkları dışlayıcı, ayrımcı muamelelerden de uzak tutuyor onları. Diğer yandan, ayrı ve tanımlı “Çingene/Roman mahalleleri”nde yaşamalarının içinde bulundukları yoksulluk durumunu derinleştiren bir yönü olduğunu da düşünüyorum. Genel topluma kapalı bir yaşamın onları çoğunlukla kayıt dışı, ‘marjinal’ işler yapmaya mecbur bıraktığını, eğitim sisteminin dışında kalmalarına ya da ayrı okullarda yetersiz eğitim almalarına, siyasal ve kültürel söylem üretme araçlarından da yoksun kalmalarına yol açtığını söyleyebilirim.

Kitabınızın çalışma alanını aşan bir soru olacak ama yine de sormak isterim: Türkiye’deki Çingenelerden bahsedilen bölümde Türkiye’de yaşayan farklı Çingene gruplarının birbiriyle ilişkisi olmadığından, bu durumda Romanların örgütlülük imkânı olmadığından bahsediyorsunuz. Sizce bunun nedenleri neler olabilir? 

Bu grupların birbirlerini pek tanımadıkları ya da aynı topluluğun üyeleri olduklarını kabul etmedikleri, bölgesel farklılıklar nedeniyle aralarında bir bağlantı bulunmadığı söylenebilir. Diğer bir sorun da Wacquant'ın ‘yatay aşağılama’ adını verdiği durumla ilişkili görünüyor bana.  Wacquant yoksulluk, etnisite ve göç bakımından damgalanmış insanlar arasında içsel dayanışmanın çözüldüğünü söyler. ‘Yatay aşağılama’ aynı sosyoekonomik koşulları deneyimleyen iki grup arasında gerçekleşen aşağılamayı anlatır. Damgalama arttıkça dayanışma bağları zayıflar. 

Kategoriler

Güncel Azınlıklar



Yazar Hakkında

1987 İstanbul doğumlu. Agos web sitesinin editörü; insan hakları, ifade özgürlüğü, çevre hareketleri, güncel politika ve yaşam haberleri yapıyor.