Demokrat Yargı Derneği’nin yöneticilerinden halen Diyarbakır’da hâkimlik görevini sürdüren Faruk Özsu, kamuoyunda Gülen Cemaati’nin yargı ve emniyetteki yapılanması üzerine yaptığı yorumlarla dikkat çeken yargı mensuplarından biri. Özsu ile ‘22 Temmuz Operasyonu’nu, AK Parti-Gülen Cemaati çatışmasının yakın gelecekte ne tür sonuçlar doğurabileceğini konuştuk.
FERDA BALANCAR
ferda@agos.com.tr
-
22 Temmuz Operasyonu’nun anlamı nedir?
Ergenekon ve Balyoz gibi davalar, geçmişten çok iyi bildiğimiz ‘taklib-i hükumet’ (hükümet darbesi) davalarıydı. Ancak bu davalar, geçmiştekilerden bir miktar farklıydı. Ergenekon-Balyoz vs. sürecini farklı kılan en önemli nokta, operasyonu yürüten gücün tek/monoblok bir iktidar gücü değil, Erdoğan ve Gülen grubunun koalisyonu olmasıydı. Daha da ilginci, davalar süreci gerçekte Gülen Cemaati tarafından yürütülen tasfiye ve kadrolaşma operasyonları idi. Ancak bu durum hükümeti aklamak gibi bir hataya düşmemize neden olmamalıdır. Hükümetin sorunu kadrosunun olmaması idi. Yoksa o davalara kendi siyasi hedefi ve amacı doğrultusunda bile isteye destek vermiş ve siyasetin tüm imkânlarını Cemaat’in ayağına sermiştir. Neticede Cemaat, bu davalar sayesinde devletin kozasını kendi isteği doğrultusunda yeni baştan ilmek ilmek örmüştür. Hükümet, saflığından değil kurnazlığından dolandırılmıştır. Cemaat, devletin çelik çekirdeğini ele geçirirken, hükümet de ekonomi sahasında sürdürüyordu iktidarını. Bu iki ortak arasında, bulundukları yerin kendilerine yetmemesi nedeniyle çatışma kaçınılmazdı. Önce ‘7 Şubat MİT Krizi’ ardından da ‘17-25 Aralık’ geldi.
Krizin ‘boşanma’ gerektirdiği aşamaya geldiği anda, ekonomi pastasını ‘tek başına yemeye kalkan’ hükümet ve çevresine, emniyet ve yargının mutlak hâkimi olan Cemaat 17-25 Aralık'ta ölümcül bir darbe vurmaya kalktı. Darbenin etkisi ile ağır bir yara alan hükümet, 30 Mart Yerel Seçimler’inde ayağa kalktı ve Cemaatle hesaplaşmaya başladı. Tabii Erdoğan ve çevresine indirilen o ölümcül darbe öylesine derin bir yara açtı ki, ‘17-25 Aralık' her iki taraf için de yıkıcı bir muharebe ânı olduğu. Bugün yaşadığımız ise 17-25 Aralık'taki ‘başarısız’ girişimin hesaplaşmasıdır. Hikâye budur.
-
22 Temmuz Operasyonu’na hukuki açıdan yönelik eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu operasyonda soruşturulanlar, Ergenekon, Balyoz, KCK ve hatta Dink cinayeti vs. davalarının kilit isimleri ama 22 Temmuz'da soruşturulan eylemler bu davalardaki hukuksuzluklar değil. Zaten geçmişte de öyle olmuştur. Bu tip soruşturmalarda yargılananlar gerçek suçlarından değil, mevcut soruşturmayı yürüten güçlere karşı tehdit ve eylemlerinden yargılanmışlardır. Evet, bir Cemaat soruşturması yapılmalıdır ama hükümetin bu soruşturmayı yapacak ne kadrosu var, ne gerçek suçlarından dolayı sorgulama niyeti-ki böyle bir soruşturmanın hükümete dokunması kaçınılmazdır- ne de meşruiyeti. O yüzden şimdiden yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Sakillik diz boyu.
-
Kimileri ‘Edoğan’ın diktatörlüğüne karşı Cemaat’in yanında durmak’ gerektiğini söylüyorlar. Siz ne düşünüyorsunuz?
Türkiye tekçi-monoblok iktidar geleneğine sahip bir ülkedir. O nedenle bir dikta ihtimali her zaman mümkündür. Ama ‘Erdoğan'ın diktatörlüğü ihtimaline karşı Cemaat yanında saf tutma’ taraftarlarının argümanlarına baktığımda pozisyonlarını ve söylemlerini komik buluyorum. AKP/Cemaat iktidarını asıl vurucu ve operasyonel hale getiren emniyet ve yargı üzerindeki mutlak hâkimiyeti idi. Emniyet ve yargının egemeni olan Cemaat’in 7 Şubat'a kadar ‘tabu’ olmasının sebebi de budur. Eski bir yüksek yargıç, “Devleti hükümet yönetir sanılır ama yanlıştır, devleti HSYK yönetir” demişti. Nitekim 7 Şubat sonrası Cemaat, Erdoğan'ın arkasından çekildiğinde ortaya çıka çıka bir ‘diktatör karikatürü’ çıkıverdi. Bugün hâlâ kurumlar nezdinde, özellikle de yargıda Cemaat’in avantajlı olduğunu ve bu halin giderek de yükseldiğini söylemek lazım. Hal böyleyken, CHP ve bazı liberallerin tüm demokratik muhalefeti Erdoğan aleyhtarlığı ile sınırlaması ‘iktidar’ kavramından bihaber olduklarını gösterir. İktidar sabit ve değişmez değil, parçalı ve değişkendir; hayatın her anında ve her noktasında başka kişilerce, başka başka şekillerde, yeniden ve yeniden kurulur. Şunu unutmamak lazım; demokratik muhalefet ‘hükümet karşıtlığı’ değildir; ‘iktidar’ karşıtlığıdır. Bu demek değildir ki Erdoğan'ın diktatörleşme daha doğrusu ‘tiranlaşma’ ihtimali yok. Rakip cumhurbaşkanı adayı için “Üç dil biliyormuş, ben o işleri tercümanla hallediyorum naaber?” diyecek kadar kültürel-sınıfsal eziklik içinde yaşayan birinden diktatör çıkmaz ama ‘tiran’ çıkabilir. Bunun için yargıyı kontrol altına alması gerekir.
‘HSYK tümden lağvedilmeli’
-
Yargıdaki mevcut durum ne? Önümüzdeki dönemde yargıda ne tür gelişmeler yaşanabilir?
Biraz önce bıraktığımız yerden devam edecek olursak, bugün bırakın bir diktatörlük tespiti yapmayı, ortada bir iktidar olduğundan bile bahsedilemez. 7 Şubat'ta sarsılan statüko, 17 Aralık'ta tamamen dağıldı. O tarihten bu yana eski iktidar güçleri ve iktidar adayı siyasal gruplar, yeni bir statüko kurmaya çalışıyorlar. Erdoğan MİT üzerinden yeni bir iktidar tesis etmeye çalışırken, Cemaat kurumlar nezdindeki büyük gücünü koruma ve CHP-MHP ile yeni bir statüko kurmanın peşinde. Yargı hâlâ cemaatin kontrolünde. Yargıtay Başkanlığı ve birkaç hafta önce gerçekleşen Yargıtay Başkanlık Divanı seçimlerinde hem Cemaat’in gücünü, hem de sosyal demokratlarla ittifak yapabildiklerini gördük. İdari yargı ve Danıştay'da Cemaat’in hâkimiyeti tartışılmaz. Ekim ayında gerçekleşecek HSYK seçimlerini de yargıdaki en büyük ve en organize güç olan Cemaat kazanacaktır. Cemaat açıktan liste ilan etmese de hem YARSAV'ın (ki YARSAV 2012'den bu yana zaten Cemaat’in kontrolündedir) hem de hükümetin listesine sızacak ve her listeden sadece kendi desteklediği adayların çıkmasını sağlayacaktır. Ezcümle, hâlâ yeni bir statüko kurulmuş değil. Eğer yeni statüko ve yeni iktidar Erdoğan lehine kurulursa, tıpkı Balyoz ve KCK davalarında olduğu gibi bir ‘Cemaatçi tehciri’ ile karşılaşabiliriz. Tersi durumda, yani statüko Erdoğan karşıtları tarafından kurulursa Erdoğan'ı Çankaya'dan bile indirip yargılayabilirler. Dolayısıyla da ortada henüz bir diktatörlük olmadığı gibi, statüko adaylarının herhangi birinin yanında yer almak da yanlıştır. Bunun yerine demokratik bir üçüncü yol ısrarında olmak demokrasi güçlerinin tercihi olmalıdır. Gerçek bir kamu alanı yeniden kurulur ve bu kamu alanı üzerinde gerçek, adil ve demokrat bir yargı tesis edilebilirse iktidar kavgasının daha yumuşak ve kabul edilebilir bir seviyeye inmesi beklenebilir. Benim yargı için bu aşamada en acil önerim, mevcut HSYK'nın tümden lağvedilmesi ve Meclis’te grubu bulunan tüm partilerin temsilcilerinden -ama mutlaka nitelikli çoğunlukla yapılacak seçimle- oluşturulacak bir HSYK kurulması. Tabii bu sadece bir başlangıç. Yaşanan krizin en azından siyaset içi kalmasının, toplumun ve siyasetin bu krizi demokratik olgunlukla çözmesinin yolu için buradan başlanabilir...