Türk Tarih Kurumu’nca düzenlenen ‘Birinci Dünya Savaşı’nda Ermeniler’ başlıklı sempozyum, 24 Nisan 2014 tarihinde Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde gerçekleşti. 32 akademisyenin katıldığı sempozyumda, oturumların halka ve öğrencilere açık olmasına rağmen sadece 7 dinleyici vardı.
ARİ ŞEKERYAN
arisekeryan@gmail.com
Agos’un 15 Kasım 2013 tarihli sayısındaki manşetinde, Hükümet’in, tehcirin yüzüncü yılına yönelik bir etkinlik programı oluşturduğunu okumuştuk. Uygar Gültekin’in imzasını taşıyan haberde yer alan Başbakan yardımcısı Bülent Arınç’ın beyanatlarından, Başbakanlık dahilinde sadece “Ermeni meselesi ile ilgili çalışmalar yürütecek olan bir merkez” kurulduğu belirtiliyordu. Yine aynı habere göre, ‘2015’e hazırlık’ olarak niteleyebileceğimiz bu süreçte TTK’ya özel bir rol biçildiği, öngörülen 8 milyon 239 bin liralık bir bütçe dahilinde kurumun bir “Türk Ermeni İlişkileri Külliyatı” hazırlamak ve sadece 2014 yılı içinde 14 farklı toplantı düzenleyerek harekete geçeceği kaydediliyordu.
Planlanan bu 14 toplantıdan ikincisi, 24 Nisan 2014’te, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde gerçekleşti. ‘Birinci Dünya Savaşı’nda Ermeniler’ başlıklı sempozyumun açılış konuşmasını yapan TTK Başkanı Prof. Dr. Mehmet Metin Hülagü, “24 Nisan tarihinin Ermeniler tarafından kurgulanmış bir sembol olduğunu, Türkler içinse bu tarihin Çanakkale Savaşı’nı hatırlattığını” vurguladı. Ermenilerin yürüttükleri propaganda çalışmalarından dolayı tebrik edilmeleri gerektiğini vurgulayan Hülagü, konuşmasında ileri sürdüğü tezleri ‘gerçek bütünde saklıdır’ savıyla temellendirmeye çalıştı.
‘Katleden Ermenilerdi’
Sempozyumdaki tebliğleri dinleme fırsatı buldukça Prof. Hülagü tarafından ortaya atılan ‘gerçek bütünde saklıdır’ tezinin rastgele ileri sürülmüş bir tez olmadığının farkına vardık. Öyle ki, sempozyuma katılan akademisyenlerin önemle vurguladığı bu tezi savunurken öne sürdükleri noktaların üzerinde durmak gerekir. Bu genel kabul gören teze göre Ermeniler:
1. 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyılın ilk çeyreği boyunca kırktan fazla ayaklanma ve isyan girişimlerinde bulunmuşlar.
2. Dış mihraklara istihbarat sağlamak suretiyle yardım etmişler.
3. Osmanlı Hükümeti’ni buldukları ilk fırsatta arkadan hançerlemeye çalışmışlar.
4. Rus ordusu içerisindeki yüz binlerce kişilik gönüllü birlikleriyle Van, Erzurum ve Kars’ta 300 bin Müslüman’ı katletmiş ve 600 bin Müslüman’ın da yurdundan edilmesine sebebiyet vermişlerdir.
Yine bu tezin savunucularına göre bunların sonucu olarak Ermeniler, estirdikleri terör ve yaptıkları katliamlar nedeniyle tehcir edilmekten başka çare bırakmamışlar ve ‘savaş alanı’ndan çok daha güvenli olan, “sulak” ve “verimli” topraklara, Der Zor bölgesine sevk edilmişlerdir.
Sempozyumda öne sürülen tezlere baktığımızda, karşımızda yıllardır tekrar edilen ezber savlardan öte bir şey olmadığını görüyoruz. Bu hususların, Ermeni Meselesi’nin 15-20 yıldır konuşulup tartışıldığı bir Türkiye’de gerek düzenlenen konferanslar, gerekse sayıları günbegün artan resmi teze alternatif tarih kitapları aracılığıyla defalarca çürütüldüğünü belirtmek gereksiz. Yer yer ilginç iddialarla süslenen (Der Zor’un ‘verimliliği’ gibi) bu tezlere cevap vermek şimdiye dek Agos sayfalarında yazılmış olanları tekrar etmek demek olacaksa bile, yine de doğru bildiğimizi tekrar etmekten imtina etmeyelim.
Yüz yıllık ezber
İlk olarak, sempozyumun büyük bölümünde vurgulanan ‘isyan ve dış güçlerle işbirliği’ hususuna değinmek gerekir. Toplantıdaki tarihçilerin kasti olarak ortaya sürdüğü bir karışıklığa işaret etmek isterim. Buna göre, Osmanlı İmparatorluğu sınırları dahilinde doğmuş ve ataları asırlardır bu topraklarda yaşamış Osmanlı Ermenileri ile Rusya İmparatorluğu sınırları dahilinde doğmuş Rus vatandaşı Ermeniler, yekpare bir bütünmüş gibi kabul edilmektedirler. Hiç kuşkusuz bu manipülasyondaki amaç, Osmanlı Ermenilerinin aslında Rus gönüllü birliklerine çok az sayıda katılımını örtbas etmek ve Rus ordusuna bu taraftan da geniş bir katılım olduğu izlenimi oluşturmaktır. Oysa ki, Rus ordusu bünyesinde oluşturulan ‘drujina’ların (tabur) sayısı dört adetti ve her biri 1000’er kişiden oluşmaktaydı (Bu konu için Michael Reynolds’un ‘Shattering Empires’/Çöküşteki İmparatorluklar adlı kapsamlı çalışması incelenebilir). Dahası, bu birliklerin büyük çoğunluğunu Rus Ermenileri oluşturmaktaydı. Sempozyuma ‘Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi’nde Ermeni Birlikleri’ başlıklı tebliğiyle katılan Yrd. Doç. Dr. Natalia Chernichenkina, bu gönüllü birliklerin sayısının üç bin civarında olduğunu, 15 bin kadar Rus Ermenisi’nin ise savaşa katılmak için hazır beklediğini –Rus arşivlerine dayanarak– belirttiyse de bu birliklerin yüz binlerce Ermeni asker barındırdığı iddiası ısrarla vurgulandı.
Ermenilerin “Osmanlı’yı ilk fırsatta hançerlemeye çalıştıkları” iddiası ise özellikle Erzurum ve Van’ın Rus İmparatorluğu tarafından işgali sırasında Ermeni gönüllü birliklerinin bu şehirlerde düzenlediği saldırı ve katliamlar öne sürülerek temellendirilmeye çalışıldı. Evet, söylendiği gibi Rus ordusuyla birlikte bölgeye ilerleyen Ermeni birlikleri katliamlar yapmışlardır. Fakat bu saldırıların 1915 katliamlarından sonra gerçekleştiğinin üstü örtülmek istenmektedir.
Hepsi bir yana, sempozyumdaki genel tez uyarınca öne sürülen ‘isyan’ savıyla, savaş bölgesinden uzakta yaşayan sıradan Ermeni halkın tehcirini meşru kılacak bir ortamın var olduğu izlenimi yaratılmaktadır. Her şeyden önce gayri insani olan bu uygulamanın meşru kılınmaya çalışılması bile başlı başına sorunludur. Savaş öncesinde Erzurum’da toplanan Taşnaktsutyun Kongresi’ni ziyaret eden ve Ermenilerden savaşta destek isteyen İttihatçı yetkililere Taşnaklar “Osmanlı Ermenilerinin Osmanlı bayrağı altında savaşarak vatandaşlık görevini yerine getireceklerini” garanti etmişlerdir. Ayrıca İstanbul Patrikhanesi de defalarca yaptığı açıklamalarda, Osmanlı Ermenilerinin Osmanlı Devleti için savaşacaklarını açıklamıştır. Öte yandan tüm bunlar görmezden gelinmekte, Osmanlı ordusunda savaşa katılarak amele taburlarında hizmet eden ve bu taburlarda hayatlarını feda eden Ermeni askerler hususunun üstü kapatılmaktadır.
‘Sadece 20 bin ölü’
Akademisyenlerin rakamlar üzerine oluşturdukları tezlere dair birkaç kelam etmeden geçmemek gerekir. Bu konuda hangi kaynaklara başvurulması gerektiğini tekrar etmeye gerek yok. Şimdiye dek ortaya sürülen rakamları da uzun uzadıya yinelemekten kaçınalım. Fakat sempozyuma “Birinci Dünya Savaşında Ermeni Mezalimi ve Müslüman Mülteciler Sorunu” başlıklı tebliğiyle katılan Doç. Dr. Recep Karacakaya’nın verdiği rakamların üzerinde durmak gerekir. Karacakaya, “1915 Ermeni Tehciri sırasındaki çete saldırıları sonucu ölen Ermenilerin toplamda 15-20 bin civarında olduğunu” ve “sevk sırasında açlık, hastalık ve sefaletten ölenlerin sayısının da 250 bini geçmediğini” belirtti. Doç. Dr. Karacakaya’nın tebliği, resmi tezi savunan tarihçilerin rakamlar üzerine oluşturdukları tahminlerin hangi noktalara varabileceğini gösteren önemli bir örnek olarak çıkıyor karşımıza. Sanırım, tehcirde yaşamını yitirenler hakkında bugüne kadar verilen en düşük rakamlar Doç. Dr. Karacakaya’nın rakamlarıydı. Doğu Anadolu’da aynı zaman zarfında 600 bin Müslüman’ın öldüğünü vurgulayan Karacakaya, 300 bin Müslüman’ın da Ermeniler tarafından bizzat katledildiğini vurguladı.
Nüfus istatistikleri gibi oldukça tartışmalı bir konu üzerine böylesi kesin ve asli bir kaynağa dayanmadan ileri sürülen bu rakamların konuyu manipüle etmekten öte bir gayeyle yapılmadığı açık. Sempozyumda ileri sürülen Van’daki Rus birliklerine Ermeni desteği konusu bunu net biçimde ortaya koyuyor. Örneğin konu üzerine tebliğ sunan tarihçiler bir yandan 1915 yılında Van’daki Ermeni nüfusun 60 bin olduğunu ileri sürerken, Van’a giren Rus birliklerine Van Ermenilerinden 50 bin silahlı gönüllüyle destek verildiğini iddia edebiliyorlar. Böylesi havada asılı duran bir tez, doğal olarak Van Ermenilerinin beşikteki çocuktan döşekteki yaşlıya kadar silahlanıp Rus ordusuna katılıp katılmadığı sorusunu akla getiriyor.
Sulak ve verimli çöl
Sempozyumdaki bir diğer ilginç sunum Prof. Dr. İbrahim Ethem Atnur’un “4. Ordu Bölgesinde Ermeni Muhacirlere Yönelik İnsani Yardım Uygulamaları” başlıklı sunumuydu. Prof. Atnur, Suriye’ye tehcir edilen Ermenilere, gerek Osmanlı Hükümeti’nin gerekse yabancı misyoner ve yardım kuruluşlarının oldukça yardım ettiğini belirtti. Bunun yanı sıra, Prof. Atnur çöl iklimi ve kurak coğrafyasıyla bilinen Der Zor’un aslında sulak ve verimli bir bölge olduğunu kaydetti. Dolayısıyla, Ermeniler, “verimli topraklar”a sürülmüştü. Oysa, 1915 Halep Valisi Celal Bey’in Kasım-Aralık 1919’da Vakit gazetesinde yazdığı “Ermeni Vakai’i Esbâb ve Tesiratı” başlıklı yazı dizisi, Prof. Atnur’un ileri sürdüğünün ne kadar gerçekdışı olduğunu ispat eder niteliktedir: “Ermenileri Zor’a sevk edin diye emir veren hükümet, bu biçarelerin oralarda Arap kabileleri arasında meskensiz ve gıdasız nasıl barınabileceklerini düşündü mü? Düşündü ise soruyorum: Oralara ne kadar gıda malzemesi gönderdi ve göçmenlerin iskânı için kaç hane yaptırdı? Ve Ermeniler gibi asırlardan beri yerleşik bir hayat süren bir kavmi, ağaçtan, sudan ve her türlü inşaat malzemesinden mahrum olan Der Zor’a sevk etmekte maksat neydi? Maalesef meseleyi inkâr ve çarpıtmaya imkân yok. Maksat imhaydı ve imha edildiler!” Yeri gelmişken belirtelim; Celal Bey’in yazıları ilk kez 30 Temmuz 2010 tarihli Agos’ta Rober Koptaş imzasıyla yayımlanmıştı. Bu yazılar, geçtiğimiz günlerde Radikal gazetesi tarafından Zeki Sarıhan imzasıyla yeniden gündeme getirilmişse de yazıların Agos’taki yayımıyla ilgili herhangi bir referansa rastlayamadık.
İnkârdan taziyeye
TTK’nın ‘2015’e hazırlık’ etkinlikleri dahilinde düzenlediği bu sempozyumu, hiç kuşkusuz 23 Nisan 2014 günü Başbakan Erdoğan’ın yaptığı taziye açıklamasıyla paralel ele almak gerekir. Erdoğan’ın açıklamaları yurt içinde hemen her kesim tarafından ‘dönüm noktası’ olarak nitelendirildi. Erdoğan’ın açıklamaları kuşkusuz ki çok önemli. Fakat devlet katında her şeyin taziyeyle son bulmadığını/bulmayacağını unutmamak, buzdağının görünmez yüzünü es geçmemek gerekir. Sayın Başbakan her ne kadar açıklamasında “1915 olaylarına ilişkin farklı görüş ve düşüncelerin serbestçe ifade edilmesi; çoğulcu bir bakış açısının, demokrasi kültürünün ve çağdaşlığın gereğidir” dese de, hükümet eliyle yürütülen propaganda çalışmaları dahilinde 8 milyon lira gibi dev bir özel bütçeyle görevlendirildiği söylenen TTK’nın tam da 24 Nisan günü, tam da Ermeniler için tarihsel bir öneme sahip olan Van şehrinde, 99 yıllık inkârın klişelerini bıkıp usanmadan yineleyen bir sempozyum düzenlemesi, tarihi taziye mesajına düşen bir gölge olarak çıkıyor karşımıza. Sonuç olarak, bir ileri, bir geri. İleriye yönelik bir ilerleme kaydedilebildiği gerçekten söylenebilir mi?