Ohannes Kılıçdağı yazdı: Toplumsuz siyaset olmuyor

“Seçimler demokrasinin başlangıç noktası, birilerinin iddia ettiği gibi son noktası değil.”

OHANNES KILIÇDAĞI

Bir seçim daha geride kaldı. Toplumun geniş bir kesiminde sonuçlara karşı bir bedbinlik, hatta öfke var ama şunu hatırlamak gerekir ki, bu zamana kadar demokrasiden daha iyi bir yönetim biçimi icat edilmedi ve seçimler de onun en temel gereklerinden biri (fakat bir kere daha söyleyelim, seçimler demokrasinin başlangıç noktası, birilerinin iddia ettiği gibi son noktası değil). Demokrasinin de kendine özgü zayıf noktaları, handikapları ve riskleri var tabii, ama bunlar ondan vazgeçmemizi gerektirmez. Seçimler özgür ve hilesiz olduğu sürece sonuçları meşrudur ve herkes ona göre hareket etmelidir. Son yerel seçimlerde, görünen o ki, birçok yerde şaibeli durumlar var. Gerçekten de bazı yerlerde işe hile karıştırılmış olabilir ama AKP’nin genel oy oranı hileyle, seçim yolsuzluğuyla açıklanamayacak kadar yüksek. Ciddi bir kitle desteği olduğu aşikâr. Bütün bu insanları “akılsız, iradesiz koyunlar” gibi ifadelerle tanımlamak gerçekçi değil ve var olan durumu anlamamıza hizmet etmiyor. Onlar da herkes gibi, faydalarına olduğunu düşündükleri tercihlerde bulunuyorlar. Öte yandan, seçmeni anlamak demek onun tercihleriyle hemfikir olmak veya çoğunluğun değerlerini sırf çoğunluk olduğu için benimsemek demek değildir.

Halkın AKP’ye verdiği desteği tek bir etkenle açıklamak pek mümkün değil. Çoğu sosyal ve siyasal meselede olduğu gibi, birçok faktörün aynı doğrultuda çalışmasıyla ortaya çıkmış bir durumdan bahsediyoruz muhtemelen. Bu etkenlerden biri şu olabilir: AKP’ye oy verenler, ona yönelen saldırıları veya eleştirileri, belli ki kendilerine yönelik bir tehdit olarak da algıladılar. Tenkitler AKP yönetiminden ziyade AKP seçmenine, özellikle de birtakım kültürel özellikleri veya yaşam biçimleri üzerinden yöneltildiği ölçüde, bu özdeşleşme ve tehdit algısı da arttı. Yani, ironik biçimde, ‘hızını alamayan Erdoğan/AKP düşmanları’, anlamsızca hedef genişletikçe AKP seçmeninin ‘safları sıklaştırmasına’ katkıda bulundu. Allah için, Erdoğan da bunu iyi kullandı. Bu mantık içerisinde, Gezi olayları veya Berkin Elvan’ın cenazesinde yollara dökülen devasa kalabalıklar, muhtemeldir ki AKP tabanını ‘korkuttu’. Bu, o gösterilerin gereksiz, faydasız veya gayrimeşru olduğunu manasına kesinlikle gelmez tabii; bu gösterilerin AKP tabanı üzerindeki etkisinden bir tespit olarak bahsetmek de, o hareketlerin yanlış olarak nitelenmesine sebep teşkil etmez. Öte yandan, AKP tabanının, bu kalabalıkların olası bir iktidarı durumunda, ‘kendi başlarına gelecekleri’ni düşünüp kaygıya kapıldıklarını söylemek de mümkün. Memleketimizde demokrasi, bütün kural, kurum ve alışkanlıklarıyla yerleşmediği için, bütün iktidar değişiklikleri devr-i sabık yaratma potansiyeli taşır. Bugün AKP’ye oy verenlere, olası bir iktidar değişiminde kendilerinin, değerlerinin, kültürel pratiklerinin hedef haline gelmeyeceğine dair güven hissi verilmedikçe, muhtemelen her kayduşartta, en azından derin bir ekonomik kriz veya savaş gibi uluslararası bir kriz olmadıkça, AKP’ye oy vermeye devam edeceklerdir.

Tabii, burada ‘alternatifsizlik’ denen etken de işin içine giriyor olabilir. Yani, geçmiş seçimlerde AKP’ye oy verip, o veya bu nedenden dolayı artık vermek istemeyenler hangi partiye verecek? İlk akla gelen alternatif Milliyetçi Hareket Partisi, sonra Saadet Partisi olur. Kürt bölgelerinde ise BDP, AKP’ye oy verenler için bir alternatiftir. Nitekim, son genel seçimlerde ve bu yerel seçimlerde il genel meclisleri için verilen oylar kıyaslandığında, hem MHP’de, hem de SP’de bir yükseliş görülüyor ama AKP’yi yıpratacak ölçülerde değil. Öte yandan, MHP ve SP’nin oylarının yükselmesinin hayırlara vesile olacağını düşünmek mümkün mü, bilemiyorum. Kimileri de AKP’nin alternatifsizliğini, merkez sağ bir parti olmamasına bağlıyor. Bunun doğruluk payı olabilir, yani alışıldık bir merkez sağ parti olsa, AKP’nin ‘oylarını bölebilir’ ama kendi adıma, bir ANAP’ı veya DYP’yi arıyor değilim!

İyimser açıdan bakacak olursak şöyle söyleyebiliriz: Belki bu toplum gerçek manada siyaset yapmaya, özne olup olaylara müdahil olmaya daha yeni başladı. Daha evvel söz konusu olan, sınırlarını askerin belirlediği, sivil toplumun sadece seyirci olduğu bir müsamereydi. Siyaset yaptıkça aktörler arasındaki çelişkiler daha net biçimde ortaya çıkıyor ki bu da normal. Düşünsenize, askeri vesayet sürseydi ‘İslami cenah’ta son zamanlarda şahit olduğumuz türden bir yarılma mümkün olur muydu?

not: “Tatava yapma, bas geç” sloganının kendisinin tatava olduğu anlaşılmıştır herhalde.

Kategoriler

Güncel Gündem

Etiketler

demokrasi