Bitlis, Ermenilerini hatırladı

İnsan Hakları Derneği’nden Ayşe Günaysu, merkezi Londra’da bulunan Gomidas Enstitüsü’nün direktörü Ara Sarafian’la Bitlis’e yaptıkları geziyi Agos için yazdı. Günaysu, bölgedeki Ermeni varlığını gözler önüne seren ‘Sergi: Bitlis Ermenileri’ne Bitlislilerin yoğun ilgi gösterdiğini belirtiyor.

Gomidas Enstitüsü Direktörü Ara Sarafian (sağda) sergiye katılanlara harita üzerinden bilgi verdi.

 

AYŞE GÜNAYSU

1 Mart 2014 Cumartesi günü, Bitlis’in kent merkezine 20 dakika mesafedeki ilçesinde, Tatvan Belediyesi Kültür Sarayı sergi salonundayız. Kapıda bir poster gelenleri karşılıyor, ‘Sergi: Bitlis Ermenileri’. Londra’daki Gomidas Enstitüsü’nün hazırladığı, bölgedeki Ermeni varlığını gözler önüne seren ilk sergi.

İHD İstanbul Şubesi, Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon’un 2005 yılından bu yana çalışmalarını yakından izlediği, direktörü tarihçi Ara Sarafian’ı başta 24 Nisan anmaları olmak üzere çeşitli vesilelerle İstanbul’da konuk ettiği, ortak etkinlikler düzenlediği Gomidas Enstitüsü’nün bu öncü girişimi desteklemek, Kürtlerle, Ermenilerin kayıp dünyasının buluşmasına tanıklık etmek için Komisyon’dan Renan ve Meral’le birlikte üç kadın buradayız.

Gomidas Enstitüsü, günler önce İngilizce ve Türkçe olarak sergiyi duyurmuş. Basın açıklamasının bir yerinde şöyle deniyor: “Son yıllarda, Kürt açılımıyla birlikte, Ermeniler hakkında yeniden konuşulmaya başlandı.  Devlet doğuda Ahtamar adasındaki tarihi Surp Haç Kilisesi’ni restore ederek ve bir müzeye dönüştürerek yarım ağız bir jest bile yaptı.

Öte yandan aynı tarihsel değere sahip yüzlerce kilise tahrip edilmiş ya da yıkılmaya terk edilmiş durumda.  Ne var ki Kürt politikacılar daha dürüst ve açık sözlü davrandılar. Ermenilere yapılan zulmü lanetlediler, Kürtlerin bu zulümde oynadıkları rol nedeniyle özür dilediler ve gerçeği söyleyerek çözüm yolu aradılar. Diyarbakır’da yerel yönetim Surp Giragos Kilisesi’nin restorasyonunu destekledi, Ermenilere ibadet yeri olarak geri verdi ve onlara dostluk elini uzattı.  Kürtlerin dostluk eli uzattığı böyle bir dönemde Gomidas Enstitüsü ve Türkiye’deki dostları 1915 öncesi Bitlis Ermenilerini konu alan bir sergi düzenlendiler.  Bölgedeki Ermeni varlığına ilişkin özgün harita ve fotoğrafların yer aldığı sergi 1-2 Mart tarihlerinde Tatvan’da, Van Gölü kıyısında izleyicileriyle buluşacak. Sergi daha sonra Ermeni diasporasının çeşitli kentlerini dolaşacak. Gomidas Enstitüsü ve dostları, Ermeniler, Kürtler ve Türkler arasında anlamlı bir diyalog geliştirmeyi, 1915 Ermeni Soykırımı ve sonrasında Bitlis gibi yerlerde yok edilen insani ilişkileri yeniden kurulması yönünde benzer çalışmalar yürütmeyi ve yeni adımlar atmayı umut ediyor.”

1914 yılında Bitlis Vilayeti’nde (Ermenice Pağeş) yaklaşık 240 bin (26.323 hane) Ermeni yaşamaktaydı. O tarihte vilayet sınırları içinde 681 yerleşim birimine dağılmış 510 kilise, 161 manastır ve 207 eğitim kurumu  (9 bin 309 öğrenci) bulunuyordu.

Sarafian anlatıyor: “Soykırımda Bitlisli Ermeniler ‘tehcir’ süsü vermeye bile gerek görmeden hemen oracıkta sözcüğün tam anlamıyla kesildi. Öyle ki, bugün dünyanın dört bir yanında yaşayan Bitlis kökenli Ermenilerin çoğu soykırım öncesi daha iyi bir yaşam için başka ülkelere göç edenlerin torunları.”

Haritalarda isimler, rakamlar, simgeler

Salonda Bitlis-Pağeş bölgesine ait üç dev harita ve Bitlisli Ermeniler ve günlük yaşamlarını gösteren fotoğraflar var. Haritalar Ara Sarafian tarafından hazırlanmış. Yerleşim adları, nüfus ve etnik bileşim bilgileri var. Haritaların biri 1905 tarihli Osmanlı verilerine göre, Başbakanlık Arşivleri kaynaklarından yararlanılarak düzenlenmiş. İkincisi 1912-13 yılları civarına tarihlenen Bitlis Araçnortaran’ı verilerine dayanıyor. Burada Müslüman nüfus yer almıyor, yalnızca Ermeni yerleşimlerinin adları, nüfus bilgileri, köy ve kasabalarda bulunan kilise ve manastırlar gösterilmiş. Üçüncü harita yaklaşık 1900 yılına ait Rus Askeri İstatistikleri veri alınarak hazırlanmış. Yer adları, nüfus bilgileri ve etnik yapı, her bir etnisiteyi simgeleyen renklerin kullanıldığı grafiklerle verilmiş. Çeşitli yerleşim birimlerindeki Ermeni, Kürt, Süryani,  Ezidi, Yahudi, Çerkez ve Türk nüfus oranları görebiliyorsunuz.

Haritaların önünde meraklı gruplar toplanmış. Parmaklarıyla belirli bir yerleşim yerini gösterenler, burasıyla ilgili bildiklerini söyleyenler, soru soranlar, aralarında tartışanlar, simgeleri inceleyenler… Soruları anlamaya ve Türkçe cevap yetiştirmeye çalışan Sarafian da aralarında.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk. Bitlis ve Tatvan’ın Kürt nüfusu, yaşadıkları topraklar üzerinde Ermenice yerleşim yeri isimleri görüyorlar. Sndyan, Clgam, Xultig,Mezre, Babşen (Papşin), Gamax, Bor, Başdop, Markonk  (Verin, Nerkin), Hormz, Vanig, Bas, Vosdin ve daha niceleri… Kilise ve manastır bilgileri de isimlerin yanında yer alıyor. Örneğin Bitlis - Pağeşkent merkezinde dört manastır, dört kilise varmış. 59 hanelik  Koms’ta bir manastır bir kilise, Küçücük Dağşdop’ta bir kilise, 59 hanelik 524 nüfuslu Bor köyünde bir manastır, iki kilise…

Soruların, sohbetlerin, ardı arkası kesilmiyor. Genç bir anne, kucağında kızıyla haritalardan birinin önünde. Küçük kız parmağıyla bir yeri gösteriyor, anne bir şey anlatıyor, duyamıyorum.

‘Ez kurbana te bim’ (Ben sana kurban olayım)

Sonradan serginin ziyaretçilerine ilişkin izlenimlerini sorduğumuzda Sarafian, “Hem çok meraklı, hem de dinlemeye, öğrenmeye hevesli bir ziyaretçi profili vardı” diyor ve devam ediyor: “Son derece canlıydılar. Haritalarda verilen bilgiler üzerine sorular sordular. Arada da haritalarda gördükleri bilgiler üzerine kendi aralarında tartışıyorlardı. Genellikle Ermeni varlığına ve yerleşim yerlerine ilişkin bilgileri vardı. Sergi bu bilgilere açıklık getirdi, ayrıntılar sundu. Bir genç Ermeni alfabesinden örnekler görmek istedi, bir diğeri köyündeki kilisenin adını sordu. Genellikle fotoğraflara büyük bir merakla bakıyorlardı.  Gelenlerin birçoğunun aile büyükleri arasında Ermeniler vardı. Açıkça söylediler.  Hepsi Bitlis’in Ermeni halkına ilişkin olumlu şeyler duymuşlardı.  Ermeniler çalışkan bir halktı ve bölgenin gelişmesine katkıda bulunmuşlar diye anlatıyorlardı.” 

Tekrar sergi salonuna dönelim. Aynı gün Tatvan’da BDP’nin iki yeni seçim bürosunun açılışı ve yürüyüş vardı. Açılışların en belirgin öğesi, beyaz başörtüleri, yerel giysileri ile Barış Anneleri’ydi. Oğulları dağda ölen ya da onlardan haber alamayan analar. Seçim bürosu açılışlarında serginin duyurusu yapıldı ve yürüyüşün sonunda insanlar sergi salonuna aktı. En önde de Barış Anneleri.

O günün unutulmaz ânı, Barış Anneleri’nden birinin doğruca Sarafian’a gidip onu “Ez kurbana te bim” (Ben sana kurban olayım) diyerek, gözlerinde yaşlarla kucaklamasıydı. Türkçe bilmiyordu. Sarafian’ı omuzlarından tutmuş aralıksız Kürtçe bir şeyler söylüyordu. Sergi boyunca Sarafian’ın yanından ayrılmayan, Kürtçe konuşmaları Türkçeye çeviren genç Kürt akademisyen Betül sonradan bize anlatıyor Barış Annesi’nin dediklerini: “Hoş geldin, sefalar getirdin, iyi etmişsin, gelmişsin, bu sergiyi buraya getirmişsin, senin halkın, benim halkımdır. Seninleyim. Davanın destekçisiyim.”

Kürt ana ağlarken, Sarafian’a bakıyoruz, kendini tutamamış, o da ağlıyor. Etrafıma bakınıyorum, çevrede bu manzarayı gören çok kişinin gözlerinden yaş akıyor.

Ananın babaannesi Ermeni’ymiş. Sarafian’a “Sen amcama benziyorsun, o da senin gibi esmerdi, kara kaş, kara gözdü.” Sarafian daha sonra bana “Bunu yazma,” diyor. “O an bizi birbirimize bağlayan kan bağı değildi, onun babaannesinin Ermeni olması değildi. Acılarını paylaşan iki insandık.” Benim için ise netti: “Yazmasam olmaz.”

‘Nenem Ermeniydi, hayata küsmüştü’

Sarafian’a bu serginin düzenlenmesinde yardımcı olan, Bitlis ayağındaki her şeyi hazır eden, Gomidas Enstitüsü dostu, bölgenin çok köklü, tanınmış ailesi Şerefhanoğulları’ndan Hişyar Barzan Şerefhanoğlu’ydu.  Betül Çoban ve babası Şahin Çoban’la birlikte bizi Tatvan’da otelde o karşıladı. Şahin Çoban Bitlis BDP eski İl Başkanı. Bugün il yönetiminde görev yapmaya devam ediyor. Aklı, fikri, bilgisi, zarafetiyle bizi kendine hayran bırakan kızı Betül, Diyarbakır ve Bitlis Barolarında avukatlara Kürt dili ve kültürü dersleri veriyor.

Şahin Çoban’ın babaannesi Ermeni’ymiş. Betül anlatıyor: “Nene hiç konuşmazdı. Küsmüştü. Hayata küsmüştü. İki çocuklu evli genç bir kadınken, köyün derenin öbür kıyısındaki evlerinden birine misafirliğe gidiyor. Ertesi gün evini mühürlü buluyor. Bir günde göçertmişler. Bir Müslümanla evlendiriliyor, adını Fatma olarak değiştiriyorlar.” Esas adını sorduğumuzda Betül, “Bilmiyoruz,” diyor. “Hiç konuşmazdı ki. Sadece bazen alçak sesle bir türkü tuttururdu. Sonra da derin bir ‘Ahhhh’ çekerdi.” Susuyor, bir süre sonra tekrar ediyor: “Onun ahı derindi.”

Bu BDP’li aile Ermeniler konusunda çok duyarlı, bilgili ve meraklı. Nitekim bizi Bitlis yakınlarındaki, Surp Anania Kilisesi’nin ve üzerinde benzersiz bir taş işçiliğiyle işlenmiş motifler bulunan anıtsal haçkarların bulunduğu Bor (Por) köyüne götüren Betül’dü. Arabasıyla, erimiş karların bataklığa çevirdiği, zor bir yolda yukarılara doğru ilerliyoruz. Köyün yoksulluğu yürek burkuyor. Betül, “Bu köy koruculuğu kabul etmedi, korucuyu da köye sokmadı” diyor. “Devlet korucu köylerine asfalt yollar yaptı, Bor gibi köylere de özellikle hizmet getirmedi, üstelik gençlerini de işsiz bıraktı. Buranın gençlerine Bitlis’te iş yapan müteahhitler asla iş vermez.”

Haçkarlar sessiz ama çok şey anlatıyorlar

Kilisenin bulunduğu yere geliyoruz. İnternetten öğrendiğime göre aslında burada, içinde bir manastırın ve kilisenin yanı sıra bir de şapelin bulunduğubir kompleks varmış. Haçkarlar da tarihi Ermenistan’da bulunanlar içinde en önemlilerdenmiş. Kilise köylüler tarafından samanlık olarak kullanılıyor. Gençlerin yardımıyla dar ve basamakları güven vermeyen kapıdan içeri giriyoruz. Kilise oldukça sağlam durumda. Çatısı çökmemiş, kemerli, tonozlu yapısı, iki küçük pencereden giren gün ışığıyla hafifçe aydınlanıyor. İçerisi düzgün şekilde balyalanmış saman ve ot yığınlarıyla dolu. Taze ot kokusu geliyor burnumuza. Kayıp bir dünyadan kalan ağır başlı, vakur bir tanık.

İnternette buluyorum: Surp Anania 5 ya da 6. yüzyılda yapılmış. 15. yüzyılda ise onarılmış, yenilenmiş. Kapısında onarım tarihi var. Çevrede yayılmış olan haçkarların kimisi en az 3 metre boyunda. Üzerine işlenmiş desenler yüzyıllara rağmen aşınmamış, yeni yapılmış gibi duruyor. Bakmaya, incelemeye, fotoğraflamaya doyamıyoruz. Sessizler ama çok şey anlatıyorlar.

Akşam koyu bir sohbet sürüyor, Kürt-Ermeni ilişkileri, el konulan Ermeni malları üzerine. Sarafian’ın tutumu net: “Toprak, mal-mülk sorunu, öyle basit bir şey değil, çok karmaşık. Elbette bir kısım güçlü Kürt aileler 1915’te zengin oldular. Çünkü devletin yanında yer alarak Ermenileri katlettiler ve mallarını yağmaladılar. Öte yandan boşalan köylere, sonradan yoksul Kürtler de yerleşti. Onyıllara yayılan süreçte devlet kimi zaman işlemeleri için onlara toprak da verdi. Kürtlerin genelde yoksul köylü nüfusundan oluştuğunu ve Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca zulüm gördüklerini göz önüne alacak olursak Kürtlerden toprakları geri istemek ne kadar anlamlı, emin değilim. Bugün Ermeni nüfusun büyük bir bölümü kentlerde yaşıyor ve tarımla ilişkisi bile kalmamış. Kürtlere ‘Topraklarımızı geri ver’ demek, yalnızca halkı korkutmaya, Ermenilerin onları yerlerinden edeceğini, evlerinden kovacağını düşünmelerine yarar. Bu, Ermenilerle empati kurmaya hazır insanları bile uzaklaştırır ve onlara kuşkuyla bakmalarına neden olur.” 

‘Çözüm herkes için adil olmalı’

Bir konuğumuz soruyor: “Esasında Ermenileri Kürtler katletti deniyor, sizin bu konuda görüşünüz ne?”. Sarafian’ın cevabı şöyle: “Türk milliyetçi söylemi süreç içinde değişime uğruyor. Önce 1915’te hiçbir şey olmadığını, soykırım iddialarının uydurmaca olduğunu söylediler. Sonra Ermenilerin devlete karşı isyan ettiklerini ve yalnızca devletin varlığını tehdit eden Ermenilerin güvenlik amacıyla savaş bölgesinden uzaklaştırıldıklarını anlattılar. Şimdi de Ermenileri katledenlerin Türkler değil, Kürtler, Araplar olduğunu iddia ediyorlar. Bu saçmalıktan başka bir şey değil. Soykırımı organize eden,  Osmanlı Devleti’ydi, Türkiye Cumhuriyeti’nin öncülü olan iktidardaki İttihat ve Terakki Partisi’ydi. Soykırımı çeşitli araçlarla hayata geçirdiler. Bu araçların içinde bazı Kürt aşiretleri, ağalar ve başıbozuk güçler vardı. Örneğin Diyarbekir’de Ermeni tüccar, ileri gelenler ve aydınlardan oluşan kafilenin askerler eşliğinde şehirden çıkarılmasını ve kafileyi katledilmek üzere bir Kürt çetesine teslim edilmesini organize eden bizzat Diyarbekir Valisi Reşit Bey’di. Katliamın nerede yapıldığını bile biliyoruz. Kürtlerin çoğunluğu olan bitene seyirci kaldı, bir kısmı ise, örneğin Diyarbekir yakınlarındaki Beşiri ve Bitlis yakınlarında Mutki’de Ermenileri aktif olarak korudu.

Bir Kürt konuğumuz bu kez, “Peki çözüm nasıl olacak?” diye sorduğunda Sarafian “Çözüm, Ermenilerin yanı sıra, Kürtler ve Türkler dahil ilgili tüm taraflar açısından adil olmalı” diye cevap verdi.

Diyarbakır’dan uçağa bindiğimizde, sanki dört günlük bir yolculuk değil de, tarihe yaptığımız uzun bir yolculuktan dönüyor gibiydik. Gözlerimizin önünde dimdik göğe yükselen gururlu Haçkarlar, Barış Anneleri, soru soran, dinleyen, tartışan Kürt gençler, serginin ziyaretçi defterinde okuduğumuz mesajlar, “Biz Kürtler soykırımı tanıyoruz ve lanetliyoruz” cümlesi ve daha neler neler…

Kategoriler

Güncel Türkiye