Çocukluğunu bir gecede yitirmiş Surmelian’dan yüreğe dokunan sesleniş

Geride bıraktığımız yüzyılın en önemli sinema şaheserlerinden birisi olan ‘Yurttaş Kane’in açılış sahnesinde basın tröstü patronu Charles Foster Kane, ölüm döşeğindedir; son sözü ‘rosebud’ olur. Tüm film, bu garip adamın son sözünün ne anlama geldiğini anlamaya çalışan bir gazetecinin araştırması üzerine kurulacak ve her şey elindeki tüm o ekonomik ve politik güce rağmen hayatı boyunca asla gerçek mutluluğu tatmamış bir adamın çocukluk anılarında düğümlenecektir.

FIRAT GÜLLÜ

Geride bıraktığımız yüzyılın en önemli sinema şaheserlerinden birisi olan ‘Yurttaş Kane’in açılış sahnesinde basın tröstü patronu Charles Foster Kane, ölüm döşeğindedir; son sözü ‘rosebud’ olur. Tüm film, bu garip adamın son sözünün ne anlama geldiğini anlamaya çalışan bir gazetecinin araştırması üzerine kurulacak ve her şey elindeki tüm o ekonomik ve politik güce rağmen hayatı boyunca asla gerçek mutluluğu tatmamış bir adamın çocukluk anılarında düğümlenecektir. Küçük Charles kendisine hayli yüklü bir miras kaldığını öğrendiği gün, bankacılar ve şirket yöneticileri tarafından ailesinin yanından alınıp götürülmüş, ancak aklı karlar üzerinde bıraktığı küçük kızağında (rosebud) kalmıştır; öyle ki hayatının son saatlerinde bile bu anı hatırlayacaktır, adeta kızağıyla birlikte yaşanamamış çocukluğunu da geride bırakmıştır.

Sade, gösterişsiz, iddiasız ama…

Size Soruyorum Hanımlar ve Beyler
Leon Z. Surmelian
Çeviri: Zülal Kılıç
Aras Yayıncılık
376 sayfa

‘Yurttaş Kane’, aşırı derecede materyalistleşmiş bir toplumda çocukluğunu yaşamadan büyümek zorunda kalmış bir bireyin ‘dramatik’ hikâyesi üzerinden, yüksek dozda bir refah toplumu eleştirisi yapar. Bizim topraklarımızda, Balkanlar’da, Anadolu’da, Kafkaslar’da ya da Ortadoğu’da da sık sık çok benzer temalar ön plana çıkar ama bu topraklarda hâkim olan ton ‘dramatik’ değil ‘trajik’tir. Tıpkı yolu Holywood’a uğramış diğer bir ismin, Trabzon doğumlu Levon Zaven Surmelian’ın hikâyesi gibi. Surmelian, 1945 yılında yayınladığı ‘Soruyorum Size Hanımlar ve Beyler’ adlı otobiyografik romanında, tehcir kararının alındığı gün, hayatını kurtarmak için kendisini Trabzon’daki Amerikan misyonuna emanet eden, bir daha asla göremeyeceğini bildiği annesinden ayrıldığı anki hislerini şu satırlarla anlatır: “Mutlu çocukluğumun bittiğini ve değişen bir dünyada, yeni bir yaşamın eşiğinde durduğumu, artık o eski, çocuk değil, farklı bir insan olduğumu fark ettim. Sanki birden büyümüşüm, bir adam olmuşum gibi hissettim kendimi.  Kısa bir süre önce, bilmeden, ne kadar talihli, ne kadar mutluydum! Bunu zamanında fark etmemiş olmak, bende derin bir pişmanlık yarattı.” Kısa bir süre içinde tüm ailesiyle birlikte bir ölüm yolculuğuna çıkmaya zorlanacak bu duyarlı çocuğun sözleri, bizim kavrayamayacağımız kadar acıtıcı bir gerçekliği en sade, gösterişsiz, iddiasız sözcüklerle ama etimize işleyecek denli açık bir biçimde sunar. Bu, Surmelian’ın tüm kitap boyunca sadık kalacağı dokunaklı üslubun en temel yapıtaşıdır.

Saroyan’ın önsözü

Ünlü yazar William Saroyan’ın kitaba yazdığı önsözde dile getirdiği gibi, küçük Levon yaşanan katliamlar, soykırımlar, sürgünler düşünülürse bir gecede büyümek zorunda kalmış milyonlarca çocuğun sözcüsü olarak konuşmaktadır: “Leon Z. Surmelian savaş yıllarında düşmanı kandırıp ölmeyen çok sayıda Ermeni çocuktan biri. Bu çocukların öyküsünü artık herkes çok iyi biliyor. (…) Ama burada ilk kez, bizzat o çocuklardan birinden, tüm öykü anlatılıyor. Onların yaşamları değilse de, dünyaları yok edildi. (…) Birçoğu eski memlekette, yok olan dünya ile birlikte öldü. Daha güçlü ya da şanslı olan arkadaşları onları asla unutmayacak.”

Türkçe çevirinin serüveni

‘Soruyorum Size Hanımlar ve Beyler’, Aras Yayıncılık tarafından yakın zamanda Türkçeye kazandırıldı. Kitabın hikâyesi ise daha eskiye dayanıyor. Geçtiğimiz yıl İstanbul Amatör Tiyatro Günleri kapsamında düzenlenen Kültürel Çoğulcu Tiyatro Günleri dâhilinde, Getronagan Lisesi öğrencileri Boğaziçi Üniversitesi’nde ‘Surmelian’ın Yaşamı’ adlı Ermenice-Türkçe bir dans-tiyatro gösterisi gerçekleştirdiler. Gösteri sonrasında izleyicilerle bir söyleşi yapıldı. Söyleşiye katılan Altuğ Yılmaz konuşmasında Aras Yayıncılık’ta çalıştığı günlerde Surmelian’ın kitabını birkaç kez inceleme fırsatını bulduğunu ve yayımlanması konusunda büyük istek duymalarına rağmen yoğun yayın programı ve başka sebeplerden dolayı o dönemde projeyi bir süre dinlendirmeye karar verdiklerini söylemişti. Ancak Getronagan Lisesi’nin başta çok saygın müdiresi Silva Kuyumciyan olmak üzere tüm aydın öğretmenleri ve tabii ki yaptıkları her işi önce gönülleriyle yapan çok sevgili öğrencileri, bir zamanlar onlarla aynı sıralarda oturmuş bu önemli ‘ağabeylerinin’ isminin yeniden hatırlanması konusunda o denli büyük bir istek hissediyorlardı ki bir gösteri hazırlamaya karar verdiler. Bu gösterinin yarattığı olumlu atmosferin de katkısıyla, belki de ilk kez bir lise tiyatrosu, bir yayınevinin yayın programına aktif biçimde müdahil olmuş oldu. Sonuçta kitap 2013 sonbaharında raflarda hak ettiği yeri aldı ve Aras Yayıncılık’tan öğrendiğimiz kadarıyla da TÜYAP’ta beklenenin üzerinde ilgi görerek yayıncılarına ne kadar doğru bir karar verdiklerini göstermiş oldu. 

Kitabın sırrı

Levon Zaven Surmelian’ın mutlu çocukluk günlerinin geçtiği Trabzon şehrinde başlayan, I. Dünya Savaşı’nın karanlık günlerinde çok geniş bir coğrafyada dolaştıktan sonra Amerika’da son bulan, büyük oranda gerçek olaylara dayanan hikâyesi oldukça etkileyici. Ancak Surmelian’ın asıl başarısı bu denli zor bir hikâyeyi edebi bir esere dönüştürmekteki ustalığında yatıyor. Wiliam Saroyan önsözünde bu başarıyı şu satırlarla tescilliyor adeta: “Bu kitabı herhangi birini hayal kırıklığına uğratacağını düşünemiyorum. Okuduğum en güzel ve heyecanlı öykülerden biri bu. Bunu, Leon Z. Surmelian’ın dostum olmasına rağmen söylüyorum. Ben, büyük ve iyi bir kitabı gördüğümde tanırım.” 

Surmelian belli ki her satırı ve karakteri üzerinde defalarca incelikli biçimde düşündüğü bu hikâyeyi okurlarıyla paylaşmak için yıllarca beklemişti. Eğer bu hikâyeyi kendisine 70 yıl boyunca kucak açacak yeni vatanı ABD’ye ulaştığı yıl olan 1922’de yazmış olsaydı, hayatının son 7 yılına yön veren çok sayıda travmatik olayın taze etkisiyle ‘çılgınca’ bir metin kaleme alabilirdi. Ama o belki de anlatılması için hayatını adadığı bu hikâyeye layık olabilmek için beklemeyi tercih etti. Ortaya çıkan sonuç ‘ölçülü’ olduğu oranda etkileyiciydi –unutmayalım ki Surmelian’ın yazarlık konusunda kaleme aldığı kuramsal metin ‘Techniques of Fiction Writing: Measure and Medness’ (Kurgu Metin Yazma Teknikleri: Ölçü ve Çılgınlık) başlığını taşır.

‘İntikam insani tutkuların en günahkârıdır’

Bu eserde anlatılan hikâye tüm trajikliğine rağmen hiçbir insana dönük nefret duyguları içermez. Eserde çok sayıda kötü, despot ve zalim karakter yer alır ama yazar, bir zamanlar kendisi olan o çocuğun dünyasını yeniden kurgularken, her şeyden önce kendi anılarına saygı gereği sadece ve sadece hikâyenin kendisine odaklanır. Bu son derece onurlu ve vakur tavrın arkasında kadim bir halka ait binlerce yıllık ahlaki gelenek yatmaktadır. Romanda bu ahlaki ilkeler Trabzon’daki Mıkhitarist okulunun müdürü olan Vartabed tarafından şu şekilde özetlenir: “İntikam, insani tutkuların en günahkârıdır. (…) Sevgili oğullarım, Türkler milletimizin kadim ağacını kesti. (…) İntikamınızı almanız gerektiğine kuşkunuz yoktur. Bu sizin en büyük yurtseverlik göreviniz, hayatınızın kutsal işidir. Ama intikamınızı, büyük başarılar elde ederek, okulunuza ve milletinize büyük onur sağlayarak, Tanrı’nın sevgili kulları olarak, Hristiyanlar ve Mıkhitarist centilmenler olarak almalısınız; öyle ki bütün uygar dünya sizi işaret etsin ve ‘Bunlar Türklerin kestiği ama köklerini yok edemediği, o güçlü, eski ağacın dallarıdır; ağaç şimdi yeniden büyüdü ve çiçek açtı’ desin.”

Bu satırlar Levon Surmelian’ın nereye giderse gitsin kendisini takip eden anılarını ses getirecek, çok fazla okunacak bir edebiyat eserine dönüştürürken hangi motivasyonla hareket ettiğini ima der gibidir. Bu hikâyeyi anlatmak onun hayatının en kutsal işiydi ve bu işi yaparken de intikam almaya çalışmadı. Kitabın hiçbir abartıya yer vermeyen, nefretten uzak, sade ve dokunaklı üslubunun sırrı bu felsefede yatmaktadır. Ancak tüm bunlara rağmen, kimi sahnelerde yazarın ‘ölçülülüğü’ bir kenara bırakıp isyana etmesi, adeta kitabın sayfaları arasından okura bağırması da gayet doğal karşılanmalıdır. Örneğin “Benim pek çok Ermeni arkadaşım var ama…” şeklinde ifadeler kullanarak konuşan insanlara pek çok Ermeni gibi sadece gülümseyerek tepki vermek yerine adeta yüzlerine haykırır: “Demek ki hepsi duymuştu. Şükrü ile Mahmut bile biliyordu. Babalarının ‘toplantılarda’ bunu tartıştığını duymuşlardı. Onların bizi gizlice katletme planları yaptıklarını duymuşlar ve bize konu hakkında tek kelime bile etmemişlerdi! Kaç aydır birlikte oynuyorduk, neredeyse kardeş olmuştuk ve bu arada günlerimizin sayılı olduğunu hep biliyorlardı.” Ancak bu küçük ‘çılgınca’ haykırış anları uzun sürmez ve kısa sürede kitabın geneline damga vurmuş, hikâyeye odaklı ‘ölçülü’ üslup geri döner.

Doğrudan okura sesleniş

Bu estetik döngünün kırıldığı tek istisnai kısım, aynı zamanda kitaba adını veren ‘Soruyorum Size Hanımlar ve Beyler’ başlıklı bölümdür. Bu bölümde yazar bir yılbaşı akşamında, yalnız ve sarhoş bir biçimde ilk kez doğrudan okura seslenir: “Soruyorum size [hanımlar ve beyler]; oyun arkadaşlarınız ve okul arkadaşlarınız, birlikte büyüdüğünüz çocuklar, acıyı ve neşeyi, açlığı ve sefaleti paylaştığınız dostlar, rüya çağınızda sizinle hayal kuranlar, hepsi gitmiş, kaybolmuşsa, ne yapabilirsiniz bir yılbaşı gecesinde? (…) Yuvada ve ilkokulda aşık olduğunuz güzel kızlar ölmüşse, kemikleri gömülmeden kalmışsa, esaret altına girmişlerse ya da kendi milletleri tarafından unutulmuşlarsa? (…) Affedin beni hanımlar ve beyler bir içki daha içmeliyim.”

Sonuçta son derece samimi bir sesleniştir bu. Sizce de yıllar ve yollar ötesinden gelen bu seslenişe artık bir cevap verme zamanı gelmedi mi hanımlar ve beyler?

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ