Konusunda bir çok değerli araştırma ve esere imza atmış olan Prof. Doğan Kuban, İngilizce ve Türkçe iki ayrı baskı olarak yayınlanan Osmanlı’nın İstanbul’u (Ottoman’s İstanbul) adlı eserle camilerden saraylara, hamamlardan çeşmelere dek Osmanlı başkenti İstanbul'u simgeleyen 112 anıtsal yapıyı inceliyor.
YERAZ DER GARABEDYAN
Osmanlı’nın İstanbul’u |
Konusunda bir çok değerli araştırma ve esere imza atmış olan Prof. Doğan Kuban, İngilizce ve Türkçe iki ayrı baskı olarak yayınlanan Osmanlı’nın İstanbul’u (Ottoman’s İstanbul) adlı eserle camilerden saraylara, hamamlardan çeşmelere dek Osmanlı başkenti İstanbul'u simgeleyen 112 anıtsal yapıyı inceliyor.
‘Denizden doğan şehir’ İstanbul’un genel tarihçesiyle başlayan kitap, kısa yürüyüşlerle bağlanan rotaların oluşturduğu 8 ayrı bölümden oluşuyor. Tarihi yarımada yani ‘suriçi’, kitapta Sultanahmet-Sirkeci, Beyazıt-Eminönü, Fatih, Aksaray-Yedikule olarak dört bölgede incelenmiş. Surların dışında kalan kısım ise Eyüp-Haliç, Galata-Beyoğlu, Üsküdar-Kadıköy ve Boğaziçi olarak ele alınmış.
Tarih ve mimarinin kopmaz ilişkisi
‘Osmanlı’nın İstanbul’u’nda tarih ve mimarinin birbirinden kopmaz ilişkisi sentetik şekilde sunulmuş. Kuban, incelediği eserlerin tarihçesini ve mimari özelliklerini haritalar, fotoğraflar, çizimlerle vasıtasıyla destekleyerek zenginleştirmiş. Bu bakımından sanat-kültür-inanç ve tarihin çakıştığı noktada derli toplu bir kaynak olmasının yanında okuyucuya Hıristiyanlık ve Müslümanlık dönemlerinin kenti nasıl şekillendirdiğini anlamak açısından oldukça kıymetli bir tarih okuması da sunuyor. Zira Doğan Kuban yapıların sadece Osmanlı tarihçesine değil, Bizans dönemi tarihçesine de değiniyor. İstanbul’daki bir çok anıtsal yapının Bizanslı kimliği, bu kimliğin Osmanlılarla birlikte geçirdiği dönüşüm kolayca izlenebiliyor. Kitabın rehberliğinde farklı dönemlerin kentte bıraktığı izleri takip ederek şehrin kadim sırlarına vakıf olabilirsiniz. Sözgelimi Fenari İsa Cami’nin Bizanslı amiral Konstantinos Lips tarafından manastır olarak inşasından Fenerizade Alaaddin Ali’nin camiye çevirmesine, 1633 büyük yangınına, Kuzey Kilisenin tekkeye dönüşmesine dek pek çok hikâyeyi okumanız mümkün.
Osmanlı’nın İstanbul’u sadece şehri ziyaret edenleri değil, İstanbulluları da hergün önünden kayıtsızca geçtikleri, bellek daralmasıyla yabancılaştıkları yapılarla yeniden tanıştırıyor. Bilhassa İstanbul’un tarihi siluetiyle tezat oluşturan tek tip, estetik ve ruh yoksunu binaların kenti istila ettiği günümüzde, bu kenti büyülü kılanın ne olduğunu bir kez daha hepimize hatırlatıyor.