Ufuk Yayınları’ndan çıkan, Erkam Tufan Aytav tarafından hazırlanan ve Cengiz Çandar, Şahin Alpay, Halil Berktay, Oral Çalışlar, Gülay Göktürk, Ethem Sancak ve Büşra Ersanlı’nın bir dönem içinde yer aldıkları Doğu Perinçek liderliğindeki Aydınlık Hareketi’ne dair anlatılarına yer veren ‘Aydınlık’tan Kaçanlar’ kitabı, genellikle romantik ve hüzünlü övgülerin konusu olan 1970’ler Türkiye solunun örgütlenmeleri hakkında ‘dehşet verici’ ipuçlarını ortaya koyuyor.
SEVAG BEŞİKTAŞLIYAN
Ufuk Yayınları’ndan çıkan, Erkam Tufan Aytav tarafından hazırlanan ve Cengiz Çandar, Şahin Alpay, Halil Berktay, Oral Çalışlar, Gülay Göktürk, Ethem Sancak ve Büşra Ersanlı’nın bir dönem içinde yer aldıkları Doğu Perinçek liderliğindeki Aydınlık Hareketi’ne dair anlatılarına yer veren ‘Aydınlık’tan Kaçanlar’ kitabı, genellikle romantik ve hüzünlü övgülerin konusu olan 1970’ler Türkiye solunun örgütlenmeleri hakkında ‘dehşet verici’ ipuçlarını ortaya koyuyor. İnsanın tüm bireysel alanının bir kolektivite içinde yok edilmesi, örgütün tüm hapsediciliğiyle bireylerin üzerinden yükselmesi ve onları dışarıya kapatması, bu kapalılık içinde adeta ‘at koşturarak’ büyüyen bir lider ve onun uzun bir dönem kimsenin sarsamadığı iktidarı… Şimdiden bakınca anlaşılmaz görünen bu olgular, Aydınlık hareketinde de tüm ağırlığıyla yaşanmış 1960’ların sonundan 1980’lerin sonuna kadar.
Hayata ucuz bir taklit olarak sızış
Aydınlıktan Kaçanlar Erkam Tufan Aytav Ufuk Yayınları 214 sayfa |
Cengiz Çandar, hareketin içinde en kısa süre kalanlardan olsa da, örgüte ait Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin (TİİKP) kurucularından olması sıfatıyla, hareketin içindeki yeri büyük. Çandar, ideolojik dönüşümün gündelik hayata ve örgütlenme biçimine ucuz bir taklit olarak sızışını bütün açıklığıyla anlatıyor. Hareketin ideoloji arayışı içinde bir dönem kendine izlek edindiği Hindistanlı Çaru Mazumdar’ın öğretisi doğrultusunda ‘tekerlekli araç kullanmadan’ Anadolu kırsalında örgütlenme çalışmaları için gezerken, köylülerin bu durumla nasıl dalga geçtiğine tanıklık ediyoruz. Çandar’ın anlattıkları arasında en dikkat çekici olanı ise Aydınlık dergisinde kendisiyle ilgili çıkan haber için 2004 yılında görüştüğü dönemin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı’nın Doğu Perinçek için “JİTEM’in sözleşmeli personeli” demesi.
Şahin Alpay da örgütte görece kısa süre kalanlardan, fakat 1968’de girdiği örgütün dönemin siyasi atmosferindeki ideolojik kararsızlıktan Maocu çizgiye geçiş yapmasını sağlayanlardan biri olarak bir anlamda örgütün kaderini çizmiş. Çok parlak olan eğitim hayatını, ABD’de sürdürme şansı varken, siyasi tercihlerden dolayı Türkiye’de kalmayı tercih eden Alpay’ın ailesine ait olan Ayvalık’taki zeytinlikleri örgüt adına satmak isteyecek kadar örgüte bağlı olduğunu da ekleyeyim. Zeytinliklerin satılmasını Alpay’ın ve örgütün yoğun çabasına rağmen Alpay’ın eşi Leyla Hanım engellemiş neyse ki.
1969’da Yale Üniversitesi’nde iktisat doktorası yaparken, Robert Kolej’den arkadaşı olan Şahin Alpay’ın tavsiyesiyle Türkiye’ye dönüp örgüte katılıyor Halil Berktay. Geçmişte yaşanılan ve yaşatılanların vicdani ağırlığın hâlâ hissettiğini söyleyen Berktay’ın 12 Mart Darbesi sonrasında adeta bir ‘tarikat’ olarak yaşadıkları hapishane dönemi hikâyeleri ise dönemin Türkiye ve Avrupa solu arasındaki farklılıkları ortaya koyuyor. Batı solu için ‘cinsel özgürlükler’i tanımak anlamına gelirken, Türkiye solu için kendine ait bir ahlak dayatmasına sahip olduğunu öğrendiğimiz örgütten birisinin sevgilisine yazdığı mektuplar, liderliğin ve tüm örgüt mensuplarının önünde açıkça okunuyor ve fazla bulunan sevgi sözcükleri törpüleniyor.
Oral Çalışlar, Halil Berktay’la birlikte örgütün içinde en uzun süre kalanlardan. Örgütteki tek adamlığı, “olması gerekendi” diyerek uzun bir süren sorgulamayan Çalışlar, örgütün gündelik hayatı da düzenleme çalışmalarına ve buna dair tartışmaları hakkında ilginç örnekler veriyor. Erkeklerin traş olurken, köpük mü, krem mi kullanmaları gerektiği, kahvaltıda kaç tane zeytin yenileceği ve havuç rendelenerek yenirse ‘burjuva’ olunacağına dair örgütün ideolojik ‘derinlik’ini gösteren örnekler sıralıyor.
‘Kale yıkıcılar’dan biri
Örgütün üst kademe yönetiminde hiç bulunmayan Gülay Göktürk, 1970’ten sonra örgütte başlayan ‘proleterleşme’ kararıyla birlikte okulunu bırakıp işçi olarak çalışmaya başlayarak ‘profesyonel devrimcilik’e adar kendini. 1974 Affı’ndan önce Bülent Ecevit’in iktidara gelirse af yasasına hazırlandığı dedikodularına karşın, kendilerininse o dönemde halen ailelerine “CHP’ye oy vermeyin” diye baskı yapacak kadar “politikadan kopuk sekter kafalı” olduklarını söylüyor. 12 Eylül sonrası örgüte karşı yükselttiği isyanla birlikte adı ‘kale yıkıcılar’dan birine çıkan Göktürk, 1982’de 16 yıllık solculuk hayatına son verir.
Ethem Sancak ise 1975’te ailesini karşısına alarak ve önemli bir serveti reddederek katılır örgüte. 1985’te örgütten çıkana kadar büyük fedakârlıkla çalışan Sancak, o dönemde saçlarını örgüt için satacak kadar örgüte gönülden bağlı insanların olduğunu söylüyor. Sancak, bu hikâyeleri Fethullah Gülen’e anlattığında, Gülen’in 1972’de hapiste “sahabe hayatı yaşayan solcular” olduğunu söylemesi de dikkate değer.
Büşra Ersanlı ise örgütsel yapı içinde hiç bulunmasa da, örgüte yaptığı çevirilerle destek vermiş. Bir dönem Doğu Perinçek’le evli olan Sırma Hanım da, Ersanlı’nın ablası, fakat Ersanlı, Perinçek’le aralarının hiçbir zaman iyi olmadığını belirtiyor. Ersanlı, şimdi olduğu gibi o günlerde de, tek lidere bağlı ve kadının adının geçmediği örgüt yapısını sürekli eleştirdiğini ekliyor.