Brezilya'da bu yıl düzenlenecek olan Rio+20 zirvesinin gündemini Devin Bahçeci yazdı. Sürdürülebilir kalkınmayla ilgili küresel politikaların belirleneceği konferansa, küresel sosyal adaletsizlikler ve iklim krizinin gölgesi düşecek. 2050 yılında 9 milyar olması beklenen dünya nüfusunun ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağı sorusuna yanıt aranacak.
Petrolün, kömürün kullanılmaya başlaması, sanayi devrimi, insan nüfusunun çok hızlı bir biçimde artıp, 1927’lerin başında 2 milyar iken, 1970’lerde 4 milyara ulaşması derken, Dünya’da yavaş yavaş büyümenin / kalkınmanın sınırları tartışmaları da başlamıştı.
Uluslar arası bir düşünce kuruluşu olan Roma Kulübü tarafından hazırlatılan “Büyümenin Sınırları” adlı rapor ile giderek çok hızlı bir biçimde artan insan nüfusu ve ihtiyaçlar ile sınırlı kaynaklar konusu masaya yatırılmış, Dünya / çevre ile insan ilişkisi detaylı bir biçimde tartışılmaya başlanmıştı.
Bu tartışma ile birlikte, 1972’de toplanan “İnsan Çevresi” adlı Birleşmiş Milletler konferansında tartışılan kalkınma ve kalkınmanın sınırları tartışması, küresel düzeyde en önemli tartışmalardan biri oldu. Özellikle, kalkınma bahanesi ile doğal kaynakların giderek tükenmesi ve çevre felaketlerinin boyutlarının giderek artması sebebiyle Dünya ekosistemine verilen zarar daha görünür hale gelmiş, çevreci hareketler daha ses getirir olmuştu.
Bu tartışmaların sonucu olarak Dünya Kalkınma ve Çevre Komisyonu kuruldu. Bruntland Komisyonu olarak da bilinen bu yapının yayınladığı “Ortak Geleceğimiz” raporu ile de Dünya kalkınma ve çevre konusuna yön veren yeni bir tanım kazandı: Sürdürülebilir Kalkınma.
Sürdürülebilir Kalkınma raporda kısaca şöyle tanımlanıyor: Bugünün ihtiyaçlarını, gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılama kabiliyetlerinden ödün vermeden karşılayan bir kalkınma yaklaşımı.
Sürdürülebilir kalkınma, Sosyal, Ekonomik ve Çevresel kalkınmanın ortak olarak göz önünde bulundurulması gerektiğini ve bu üç unsuru birlikte gözeten ve entegre eden bir yaklaşım olmadan kalkınmanın sürdürülebilir olmayacağını iddia etmektedir.
Sürdürülebilir Kalkınma için birçok olumlu ve olumsuz eleştiri var. Ancak, bu tanım Rio’da 1992 yılında düzenlenen ve Earth Summit olarak bilinen toplantı ile beraber tüm Dünya’da yeni kalkınma yaklaşımı olarak kabul edildi. Toplantı sonunda yayınlanan Rio Deklarasyonu 27 prensipten oluşuyordu ve bu prensiplerin neredeyse tamamı, sürdürülebilir kalkınma yaklaşımını içeriyor, herkesin kalkınma hakkı olduğunu belirtiyor ve ancak bu kalkınmanın kaynakları sınırsız gören bir yaklaşım yerine gelecek nesilleri de göz önünde bulunduran bir yaklaşım olması gerektiğini anlatıyordu.
Örneğin, yoksullukla mücadele ve çevre koruma da kalkınmanın olmaz ise olması olarak gösteriliyordu.
Bu toplantı üzerinden yaklaşık 20 yıl geçti. Birleşmiş Milletler üyesi olan hemen hemen her ülke, sürdürülebilir kalkınma yaklaşımını benimsediğini açıkladı, ülke yasalarına ve içtihatlarına sürdürülebilir kalkınma terimini yerleştirmeye başladılar.
Sürdürülebilir kalkınma ile ekonomik düzenin çevre ve sosyal kalkınmayı da içeren bir yapıya kavuşacağı, vahşi kapitalizmin ehlileştirileceği konuşuluyordu. Ancak, son 20 yılda hiç de öyle olmadı, insanın doğa üzerindeki tahakkümü giderek büyüdü, ekolojik felaketlerin boyutu ve sıklığı giderek arttı, daha çok insan yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşamaya çalışıyor.
İklim krizi giderek derinleşiyor ve sadece çevreyi değil ekonomiyi de tehdit etmeye ve yeni açlık ve yoksulluk krizlerine sebep olmaya başlıyor.
Dediğimiz gibi Rio konferansından sonra doğa, insan ilişkisinde çok fazla bir değişme olmadı. Ancak, Sürdürülebilir Kalkınma halen revaçta bir kalkınma yaklaşımı. Rio + 10 diye bilinen ve Rio Konferansından 10 yıl sonra Johennesburg’da yapılan toplantıda da tartışılan Sürdürülebilir Kalkınma konusunda halen atılacak çok adım olduğu ve çabalara devam kararı alınmıştı.
Şimdi, Rio Konferansından ve Sürdürülebilir Kalkınma yaklaşımının ana akımlaşmasından sonra 20 yıl geçti. Bu sene yine Brazilya’nın Rio kentinde Rio + 20 toplantısı yapılacak.
2050 yılında Dünya Nüfusunun en iyi tahminle 9 milyar olacağı hesaplanıyor ve şimdiki tüketimimiz ile Dünya’nın ihtiyaçlarımızı karşılamaya yetmeyeceği gerçeği ile yüz yüzeyiz. O yüzden Rio + 20 toplantısında bir bakıma cevabı aranacak soruyu Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği soruyor:
“2050 yılına kadar nasıl şimdikinden %50 daha fazla olacak bir dünya nüfusunun ihtiyaçlarını karşılayabilir ve sera gazlarını %50 oranında azaltabiliriz?”
Masada, İklim değişikliği, ekonomik kriz gibi yeni tehditler ile yeşil, büyüme, yeşil ekonomi, düşük karbonlu/emisyonlu kalkınma tartışmaları gibi tartışmalar bulunuyor.
İşte Rio + 20 toplantısı bu tartışmalar arasında, 20 – 22 Haziran 2012 tarihleri arasında yapılacak. Toplantının amaçları ise şöyle belirtilmiş:
· - Sürdürülebilir kalkınma konusundaki politik kararlılığa yeniden vurgu yapılması,
· - Sürdürülebilir kalkınma konusundaki başlıca zirvelerin çıktıları konusundaki gelişmelerin ve eksiklerin ortaya konması,
· - Yeni ve yükselen tehdit ve fırsatların tanımlanması.
Bu amaçlar çerçevesinde size a) Sürdürülebilir kalkınma ve yoksulluğun azaltılması çerçevesinde yeşil ekonomi ve b) Sürdürülebilir kalkınmanın kurumsal çerçevesi tartışılacak.
Toplantı hakkındaki resmi belgelerde bulabileceğiniz metinler bunlar. Ancak, Rio + 20 toplantısı aynı zamanda uluslar arası bir çok aktivist hareket tarafından bir yüzleşme toplantısı olarak görünüyor. Keza sürdürülebilir kalkınmanın bir aldatmaca olduğuna inanan ve günü kurtarmak için bir kılıf olduğunu savunan bu hareketler, son 20 yılı bir kanıt olarak masaya koyuyorlar.
Üstelik iklim değişikliği gibi krizler 20 yıl öncekinden çok daha ciddi tehditler savuruyor, yeryüzünde yaşamın yok olması tehdidi ile yüz yüzeyiz.
Ayrıca, kalkınmakta olan ülkeler ya da küresel güney olarak tanımlanan ülkeler (Çin, Brezilya, Hindistan), kalkınmamış ülkeler (Afrika ülkeleri, Doğu Asya ülkeleri vb.) 20 yıl öncekinden daha çok bilgili ve olayların daha çok farkındalar, son 20 yılda Sürdürülebilir Kalkınma bahanesi ile gelen küresel politikalardan olumsuz etkilendiler, çok uluslu ülkelere ekonomik kalkınma için açtıkları ülkelerinde, vatandaşları ve kendileri için işler daha da kötü gitmeye başladı.
Bu yüzden, toplantının asıl gündemi çok yoğun görünmese de farklı gündemle gelenlerin getirdikleri ile toplantı ciddi hesaplaşmalara, tartışmalara sahne olacak, sokaklarda yoğun eylemler görülecek.
Yerel siyaset ve gündem yüzünden bu tür önemli etkinlikleri bazen görmezden gelmemize veya kaçırmamıza sebep oluyor. Ancak bu tür toplantılar küresel politikalara yön veriyor.
Türkiye, hükümet olarak Kalkınma Bakanlığı koordinasyonunda zirveye hazırlanıyor. Sivil Toplum Kuruluşları ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı da benzer biçimde hazırlıklara devam ediyor. Herkes kendi tezini savunacak ama şu bir gerçek ki, hem Türkiye hem de Dünya’daki diğer ülkelerde, ekonomik büyüme için hem doğa hem de insan hakları görmezden geliniyor.
Özellikle çevre felaketlerini önleme, iklim değişikliği ile mücadele konusunda, Dünya’yı kurtarma konusunda son istasyonlara yaklaşıyoruz, yoksa tren kaçmak üzere.
Rio + 20’nin bu treni yakalamak için önemli kararlar alıp alamayacağını hep beraber göreceğiz.
DEVİN BAHÇECİ