Sanatçının, meşhurun meşhurluğundan aldığı kudretle aktivist, kanaat önderi, toplumsal duyarlılığın yılmaz bekçisi olmak gibi bir mecburiyeti yok. Tek bir söz söylemese de, kanayan hiçbir yaraya tuz basmasa da sanatının satacağı aşikâr.
GİZEM ASYA GENÇ
Yeni dönem meşhurlarımız genelde bu toplumun aydınının mustarip olduğu bir hastalıktan meftunlar: aralıksız şikâyet etmek. Aylin Aslım, Ceylan Ertem, Ömür Gedik, Gülben Ergen, Ece Temelkuran vs. epey kalabalıklar. Bu isimler ekseriyetle kızgınlar, nedenini tam bilmiyorum ama kızgınlar. Konu bazen Kurban Bayramı oluyor, bazen devlet, bazen LGBT, bazen yitirilen gençler, bazense bu ülkede sanat, meslek icra etmenin enayilik olduğu fikri... Elbette bu ülkede yaşayanlar olarak kızdıkları çok şey var ama Attıkları somut adımlar, talepler? Nadir.
Bizim ülkemizdeki ünlülerin aksine, dünyaca tanınmış isimlerin LGBT, toplumsal eşitsizlik, hayvan hakları, kadın hakları, pedofili ile ilgili yaptıkları, destekledikleri yüzlerce çalışma mevcut. Şöhreti kıtaları aşanlardan birkaç isim saymak gerekirse ilk aklan gelenler; Madonna, Lady Gaga, Pink Floyd, John Lennon, Michael Scofield, RyanGosling, Steven Seagal ve birçoğu daha... Küresel bir şöhrete sahip olmanın getirdiği konfor, yaşadıkları ülkedeki siyasi çizgi, maddi kaynakları elbette göz ardı edilmemeli. Fakat hayran sayıları, onların da yaşadıkları coğrafyadaki dini kurumların katılığı ve ulaştıkları heterojen kitle hesaba katıldığında ise Türkiyeli bir sanatçıya göre aldıkları 'risk' katbekat fazla.
Neden duyarlı olmak zorundalar?
Sanatçının, meşhurun meşhurluğundan aldığı kudretle aktivist, kanaat önderi, toplumsal duyarlılığın yılmaz bekçisi olmak gibi bir mecburiyeti yok. Tek bir söz söylemese de, kanayan hiçbir yaraya tuz basmasa da sanatının satacağı aşikâr. Hatta demografimizde pastanın büyük dilimi için; söylemezse daha evlâ. Fakat eski bir hastalıktır 'oldum ben' sandığınız anda kimliğinizin eski yahut halen parçası olan şeylere hususi bir nefret/tepki beslersiniz ve tepkileriniz birtakım çevreler tarafından daima ilerici olarak lanse edilir. Oysa içi boş, 'farklılık' kaygısı güden bu tavırların pek de kimseye faydası yoktur.
Peki, neden 'ucuz' duyarlılık?
Çünkü inanılmaz zararsız. Gazete haberi, RT'si, entry'si gibi seveni de çok.
Duyarlılık her şeyden önce bir tavırdır ve nitelikli olduğu takdirde anlam kazanır. Duyarlı iseniz bir süre sonra somut adımlar atmak, inisiyatif almak ihtiyacı duyarsınız. Yüksek sesle bir yanlışa işaret ettiğiniz an ise en basit tasım ile risk almış olursunuz. Konserinizde Kürtçe şarkı söylemek değişen paradigmalar açısından sempati ile karşılanacakken, bu dilin neden onca yıl yasak olduğunu sorgulamak risk almaktır. Her ölüm yıldönümünde Sabahattin Ali'ye ah vah etmek sizi edebi bir kişilik gibi gösterebilir. Fakat kimin, neden bir yazarı öldürdüğünü yüksek sesle sormak risk almaktır. Her 24 Nisan'da, 6-7 Eylül olaylarında tontoş gayrimüslim komşularınızı bir peri masalı kahramanı misali anmak sizi ırkçılık karşıtı gibi gösterebilirken tüm bunların sorumlularının kim olduğunu sormak, esasında bildiğiniz cevabı haykırmak risk almaktan öte sizi hedef tahtasının kalbine oturtur. İşte bu yüzden ucuz, naif ve zararsız bir duyarlılık inkârcılıktan daha temiz değildir, zira inkâr dahi başlı başına bir tavırdır. Ve yine bu yüzden bizim sanat camiamız çok az istisna dışında karanlığa küfretmez, karanlıkta küfreder.