Perdeyle Ayrılan İbadethane: Meryem Kilisesi

İsmail Gezgin, Cumhuriyet döneminde camiye çevrilen ve 2010 yılında ortaya çıkarılan freskleri bir perdeyle camiden ayrılan Alaçatı’daki Meryem Kilisesi’nin tarihini, ikonstasisini ve fresklerini yazdı.

İSMAİL GEZGİN

Alaçatı, son birkaç yıldır turistik bir kalabalığın ilgi odağı olarak adından çokça söz ettirse de, yaklaşık sekiz bin yıllık kültür mirasıyla çok daha fazlasını hak ediyor. Bir dönemin bağlarıyla, şarabıyla, zeytin ve anason üretimiyle dünyaca ünlü nahiyesi, bu çok kültürlü köklerinden zorunlu göçlerle sökülüp ayrılmıştır. Öyle ki 1893 yılı salnamesinde Alaçatı nahiyesinin nüfusu 13.972 iken ve bunun 13.845’ini gayrimüslimler oluşturuyorken, 1924 tarihinde gerçekleşen zorunlu nüfus değişimiyle Rumların bölgedeki varlığı aniden son bulmuştu. Geride bıraktıkları yaklaşık 20 kilise ve bir manastırdan bugün yalnızca bir tanesi ‘Meryem Kilisesi’ ayakta kalmıştır. Halen Pazaryeri Camii olarak ibadet edilen bu yapı yakın zamanda bir restorasyon görüyor ve sıva altında kalan freskleri gün yüzüne çıkarılmıştır. Aynı çatı altındaki bu iki kutsal mekân bir perdeyle ayrılıyor. Bu Alaçatı’nın kökleriyle kavuşması, geçmişini geri kazanması açısından önemli bir adım olmakla birlikte, farklılıkların ve ortak kültür mirasının hoşgörü çatısı altında buluşmasının da temsili oluyor.

Kilisenin inşası

17. yüzyılda Alaçatı’yı oluşturan Yukarı ve Aşağı mahallede toplam iki kilise bulunuyordu. Ancak bu tarihten sonra büyük göçler Alaçatı’nın nüfusunun artmasına ve iki kilisenin ihtiyaçları karşılamakta yetersiz kalmasına neden olmuştu. Özellikle Ege Adaları ve Yunanistan üzerinden yapılan göçlerin nüfus artışında büyük etkisi olmuştu. Bunun üzerine ilk Meryem Kilisesi (Eisodon tes Theotokou), İoannes Bountrogiannes’in tahsis ettiği araziye yapılmıştı. İnşa tarihi kesin olarak tespit edilemeyen bu ilk Meryem Kilisesi’nin açılışına Ephesos Metropoliti Dionysios Kalliarkis de katılmış ve kilisenin beratını bizzat o vermişti.

Ancak nüfus artışı devam ediyor, Alaçatı’ya göç edenlerin ardı arkası kesilmiyordu. Bir süre sonra bu kilise de ihtiyaca cevap verememeye başlamıştı. Bu arada patlak veren Mora Savaşı’na katılan çok sayıda Rum’un Alaçatı’dan ayrılması ile kilise bakımsız kalmıştı. 1830 yılı civarında Osmanlı İmparatorluğu’nun onayıyla isyana katılanların geri dönmelerine izin verilince, bakımsız ve küçük kalan bu kilisenin yerine yenisinin yapılması gündeme gelmişti. Öte yandan Yarımada’nın Rum halkının yeni bir kilise için İstanbul’dan izin almak konusunda pek umudu yoktu. Yeni bir kilisenin yapılması için Çeşme Metropolitliği‘ne başvuruldu. Bu dönemde Çeşmeliler de yeni bir kiliseye ihtiyaç duyuyorlardı, ancak isyanın hemen ardından kilise talebinin İstanbul tarafından kabul edilmesi zor göründüğü için buna teşebbüs dahi etmiyorlardı. Sonunda bu sorunu güzellikle çözecek bir yol düşünülmüş ve Çeşme’de bu izni alacak kişi bulunmuştu; bu Türkler’in çok sevdiği Çeşmeli Nikalao (Nikoli) İliadi (Lias) idi.

Bu dönemde Çeşme ve Alaçatı, Sakız Deniz Üssü’ne bağlı olduğu için inşaat konusunda gerekli iznin de Kaptan-ı Derya’dan alınması gerekiyordu. Kaptan İliadi, Türklerden aldığı tavsiyelerle Kaptan-ı Derya’nın huzuruna çıkmak üzere İstanbul’a giderek Çeşme ve Alaçatı’da yapılması planlanan iki kilise için de izin almayı başarmıştı. Kaptan-ı Derya kiliselerin yapımı için gerekli iznin yanı sıra İliadi’ye bir de inşa edilecek kiliselerin ölçülerini gösteren uçları mühürlü altı tane ip vermişti. Rum kaynaklarının aktardığına göre, İliadi İstanbul’dan dönüşünde bu iplerin satıldığı dükkândan ip alarak kendisine verilenlere ekledi. Bunu yaparken de bozulmamaları için mühürleri iplerin uçlarına değil ortalarına eklemişti. Böylece ona verilen ölçüleri iki katına çıkarmayı başarmıştı.

Bu kiliselerden birinin Çeşme’deki Haralambos diğerinin ise Alaçatı’daki Meryem Kilisesi olduğu iddia edilir. Bu olaydan sonra kilisenin 1830 yılında yapıldığı bilinmektedir. Kilisenin templosunda bulunan “İoannes Halepa yaptı 1874” ibaresinden Halepa’nın kilisenin templosunu yapan adam olduğu anlaşılmaktadır. Kilisenin duvarının dış yüzünde bulunan yazıtta, kilisenin yapımına destek olanlar arasında Kaptan İliadi’nin de adı geçmektedir.

2010 yılında yapılan büyük restorasyon çalışması ve Ortodoks Patriği Bartelomaios’un burayı ziyareti ve yenileme çalışmaları kiliseye duyulan ilginin de artmasını sağlamıştır. Cumhuriyet döneminde yapının camiye çevrilmesiyle boyanan, İoannes Haleppa tarafından 1874 yılında yapılmış olan templonun (ikonostasis) üzerindeki freskler bu restorasyon çalışması ile yeniden gün ışığına çıkarıldı. Bu etkileyici templonun üzerinde yer alan fresklerin Hıristiyan inancının önemli kahramanlarını ve olaylarını betimlediklerini belirtmek gerekir.

İkonostasis Süslemeleri

Palmet ağırlıklı bitkisel bezemenin önem sırasına göre üçgen bir alınlık oluşturduğu templonun (ikonostasis) ortasındaki en yüksek noktasında yer alan, bombeli ve yuvarlak bir bezeme alanı tüm kompozisyon ve bezeme sisteminden farklı olan yapısıyla dikkat çekmekte, hatta sonradan veya bir başka sanatçı tarafından yapılmış izlenimi bırakıyor. Bu bezeme alanında tüm alanın aksine siyah beyaz bir resimleme tekniği ile betimlenmiş bir kafatası ve onun hemen altında çapraz iki kemik (korsan flaması) bulunmakta. İlk görüşte yadırganan bu ölüm sembolü, Hıristiyanlık inancı için anlamı büyük olmakla beraber kiliselerde tasvir edilen “çarmıha gerilen İsa” ikon ve fresklerinin çoğunda İsa’nın çarmıha gerildiği haçın dibinde görülebilir.

‘Kafatası’nın Hıristiyanlık’taki yeri

Kafatası, İsa ve Hıristiyanlık arasındaki ilişkinin tarihi bir hayli eski olup ilk insan olan Adem’e kadar uzanmakta. Buna göre, Adem cennetten kovulduktan sonra 932 yaşına kadar Hebron vadisinde yaşar ve burada ölümcül bir hastalığa tutulur. Öleceğini anlayan Adem, oğlu Şit’i cennetin kapısını bekleyen meleğe merhamet dilenmesi için gönderir. Şit’in cenneti bulması zor olmaz; çünkü cennetten kovulan Adem ve Havva’nın ayaklarının bastığı yerden ot bile bitmemiştir. Bu izi takip eden Şit kolaylıkla cennete ulaşır. Cennetin kapısında bekleyen baş meleğe ulaşan Şit, Adem’in talebini iletir. Baş melek, ona üç kez cennete bakmasını söyler. Şit, ilk bakışta cennetteki dört nehrin doğduğu kaynağı ve onun üzerinde kurumuş bir ağaç gövdesi görür. İkinci kez baktığında ise ağacın gövdesinde dolanmış yılanın varlığını fark eder. Üçüncü bakışında gökyüzüne doğru uzanan ağacın tepesinde yeni doğmuş bir bebek bulunduğunu ve ağacın köklerinin yeraltına kadar uzandığını görür. Baş melek, Şit’e gördüklerinin anlamını anlatarak Kurtarıcı’nın (İsa’nın) gelişini müjdeler. Daha sonra ona annesi ve babasının tattığı ağaçtan aldığı üç tohumu vererek bunları öldükten sonra Adem’in dilinin üstüne koymasını söyler ve babasının üç gün sonra öleceğini bildirir. Tohumlarla birlikte dönen Şit’in anlattıklarını dinleyen Adem’in cennetten kovulduktan sonra ilk kez yüzü gülmüştür; çünkü insanlığın kurtulacağını anlamıştır. Adem’in ölümünden sonra dilinin üzerine konulan bu üç tohumdan üç ağaç meydana gelir (sedir, zeytin ve servi). Bu ağaçlar Hebron vadisinde Musa peygamberin dönemine kadar kalır. Ağaçların nereden geldiğini bilen Musa onları sökerek Tabor ya da Horeb Dağı’na (dünyanın merkezi) diker. Davut zamanına kadar burada kalan ağaçlar Tanrı’nın emriyle Kudüs’e Golgota Tepesi’ne nakledilir. Bir süre sonra bu üç ağacın tek bir ağaca dönüştüğü görülür. İsa’nın çarmıha gerildiği haçın da bu ağacın ahşabından yapıldığı bilinmektedir. İsa, dünyanın merkezinde, Adem’in yaratıldığı ve öldükten sonra gömüldüğü yerde çarmıha gerilmiştir. Adem’in mezarının bulunduğu yer olduğu için Golgota (kafatası) denilen bu tepede çarmıha gerilen İsa’nın kanı, Hıristiyanlık inancına göre, toprakta gömülü bulunan Adem’in kafatasına damlamıştır. Tanrı’nın emirlerine itaat etmediği için insanlığın günahkâr olmasına neden olan Adem, kafatasına damlayan İsa’nın kanıyla yeniden arınmakta ve vaftiz olmaktadır. İnanışa göre çarmıhın hemen altında bulunan kafatasına damlayan İsa’nın kanı Adem’in dolayısı ile tüm insanlığın günahlarından arınmasını sağlamış, Kurtarıcı görevini yerine getirerek insanı günahkarlıktan kurtarmıştır.

Adem’in meyvesinden yiyerek cennetten kovulduğu günahın bedelini İsa, aynı ağaçtan yapılmış çarmıhta işkence çekerek ödemiştir. Çoğu çarmıha gerilme sahnesinin altında kafatası bulunmasının nedeni budur. İsa’nın çarmıha gerildikten sonra yeniden dirileceği üç gün içinde cehenneme giderek Adem’i ve diğerlerini kurtardığını gösteren tasvirler de bulunmaktadır. Çünkü İsa’nın bedeninden akan kanları Cehennemde işkence çeken Adem’in vaftiz olmasına ve kurtulmasına vesile olmuştur.

İbrahim, İshak ve Yakup Peygamberler

Kafatası tasvirinin altında Hıristiyanlık için önemli peygamberlerin tasvir edildiği bezeme metopları bulunmaktadır. Yine kafatası betiminin altına denk gelen tam orta noktada diğerlerine göre büyük olduğu için farklılık gösteren metoplarda üç peygamber yer almaktadır. Bu peygamberlerin ortasında yer alan Abraham (İbrahim) Peygamber merkez figür olarak hiyerarşik başlangıcı da oluşturmaktadır. İbrahim’le aynı büyüklükteki iki metopta ise sağda İshak solda Yakup Peygamberlerin tasvirleri vardır. Peygamberlerin üçü de ayakta betimlenmişlerdir.

Diğer yandan ikonostasisin solunda Süleyman, Yeremya, Zekeriya, Musa, Harun, İşaya peygamberler, sağında ise Davud, Ezekiyel, Danyal, Abakum (Habakkuk), Gedeon (Gideon) ve İlyas peygamberler bulunmaktadır.

İkonostasisin ortasında soldan sağa doğru yer alan 12 metopta ise kutsal metinlerden alınmış Meryem ve İsa’nın yaşamından kesitler resmedilmiştir:

1. Fresk: Meryem’e Müjde: Altıncı ay melek Cebrail Tanrı tarafından Galile’de Nasıra kentine, Davut soyundan Yusuf adlı biriyle nişanlı erden bir kıza gönderildi. Erden kızın adı Meryem’di. Melek ona geldi, “Selam ey kayra bulan” dedi. “Rab seninledir”. Bu söz üzerine Meryem şaşırdı, böyle bir selamın ne anlama gelebileceğini düşündü. Melek, “Korkma Meryem” dedi. “Çünkü Tanrının kayrasına kavuştun, işte gebe kalıp bir oğul doğuracak adını İsa koyacaksın. O ulu olacak ve kendisine, En Yüce Olan’ın Oğlu denecek. Rab Tanrı O’na atası Davut’un tahtını verecek. Yakup’un evi üzerinde sonsuza dek hükümran olacak. Hükümranlığının sonu gelmeyecek.” Meryem meleğe sordu: “Bu nasıl olabilir ki? Çünkü hiçbir erkekle ilişkim olmadı”. Melek Kutsal Ruh üzerine gelecek, Yüce Olan’ın gücü sana gölge salacak” diye yanıtladı. “Bu nedenle doğacak olan kutsal kişiye Tanrı Oğlu denecek. İşte akraban Elizabet, o da yaşlıyken bir oğla gebe kaldı. Kısır diye bilinenin altıncı ayıdır bu. Çünkü Tanrı katında olanaksız diye hiçbir şey yoktur”. Meryem, “ben Rabbin hizmetçisiyim” dedi. Benim için dediğin gibi olsun”. Bunun üzerine Melek onun yanından ayrıldı (Luka 1.26-38).

2. Fresk: İsa’nın Doğumu: O günlerde Kayser Augustus’tan tüm dünyanın sayımını amaçlayan yazılı bir buyruk çıktı. Bu ilk sayım Kirinius’un Suriye valiliği döneminde oluyordu. Herkes sayıma katılmak üzere kendi kentine gitti. Yusuf da Galile’nin Nasıra kentinden Yahudiye’de Davut’un kentine Beytlehem diye bilinen yere gitti. Çünkü Davut’un soyundan ve ailesindendi. Amacı çocuk bekleyen nişanlısı Meryem’le birlikte sayıma katılmaktı. Onlar oradayken Meryem’in doğurma vakti geldi. İlk oğlunu dünyaya getirdi. O’nu kundağa sarıp hayvan yemliğine yatırdı. Çünkü handa yer bulamamışlardı (Luka 2.1-7).

3. Fresk: İsa’nın Tapınağa Sunulması: Musa’nın ruhsal yasasına göre, paklanma günü gelince Yusuf’la Meryem çocuğu Yaruşalem’e Rab’be sunmaya götürdüler. Rab’bin ruhsal yasasında, “ilk doğan her erkek rab için kutsal sayılacaktır” diye yazılı olduğundan bir çift kumru ya da iki güvercin yavrusu sunmaya gelmişlerdi. Bu Rab’bin ruhsal yasasında belirtilmiştir. Yeruşalem’de Simeon adında bir adam vardı. Doğru ve tanrısayar biriydi. İsrail’in avunç bulacağı günü bekliyordu. Kutsal Ruh onun üzerindeydi. Rab’bin Mesih’ini görmeden ölmeyeceği Kutsal Ruh aracılığıyla kendisine bildirilmişti. Simeon ruh yönetiminde tapınağa geldi. Yusuf’la Meryem Ruhsal yasanın gereğini uygulamak üzere çocuk İsa’yı tapınağa getirdiklerinde, Simeon O’nu kucağına aldı. Tanrıya yücelterek şunları söyledi:

“Ey egemen Rab, verdiğin söz uyarınca, artık uşağını esenlikle bu yaşamdan ayırabilirsin.

Çünkü gözlerim kurtarışını gördü.

Tüm insanlığın önünde hazırladığım bu kurtarış

Uluslara Tanrı açıklamasını  sağlayan ışık ve halkın İsrail’e yüceliktir”.

Yusuf’la Meryem çocuk için bildirilen sözlere şaştılar.

Simeon onları kutsayarak çocuğun annesi Meryem’e şöyle dedi: “İşte bu çocuk İsrail’de birçoklarının düşmesi ve kalkması içindir. Hem de karşı çıkılacak bir belirtidir. Bir kılıç senin yüreğini de delip geçecek. Öyle ki, bir çok kişinin yüreğinde düşünceler açığa çıksın.”

Orada Anna adında bir peygamber vardı. Fanuel’in kızıydı. Aşer oğulları soyundan çok yaşlı bir kadındı. Kızlığından sonra eşiyle yalnızca yedi yıl yaşamıştı. Seksendört yıldır da duldu. Tapınaktan hiç ayrılmaz, gece gündüz oruçla, duayla tanrıya tapınırdı. Anna o saat yaklaşıp Tanrı’ya şükrederek, Yaruşalem’in kurtuluşunu gözleyen herkese İsa’dan söz etti (Luka 2.22-38)  

4. Fresk: İsa’nın Ürdün Irmağı’nda Vaftizi: Halktan herkes vaftiz edilince, İsa da vaftiz edildi. Dua ederken gök açıldı Kutsal Ruh bedensel durumda güvercin gibi İsa’nın üzerine indi ve gökten bir ses duyuldu: “Sen sevgili oğlumsun; senden hoşnudum” (Luka 3.21-22).

5. Fresk: Yeruşalem’e Görkemli Giriş: Zeytinlik Dağı denilen tepenin eteğinde Beytfaci’ye ve Beytanya’ya yaklaşınca, İsa öğrencilerden ikisini görevlendirdi. Onlara “karşıdaki köye gidin” dedi. “Oraya varır varmaz bağlı duran bir sıpa göreceksiniz. Ona hiçbir vakit, hiç kimse binmemiştir. Onu çözüp getirin. Eğer biri size onu neden çözüyorsunuz? Diye sorarsa, bu Rab için gereklidir diyeceksiniz.” Gönderilenler gittiler, her şeyi İsa’nın dediği gibi buldular. Sıpayı çözüyorlardı ki sahipleri, “bu sıpayı neden çözüyorsunuz?” Diye sordular. Öğrenciler de “bu Rab için gereklidir” dediler. Sıpayı alıp İsa’ya getirdiler. Kendi giysilerini sıpanın üstüne atarak, İsa’nın binmesine yardım ettiler. İsa ilerlerken de giysilerini halı gibi yolun üzerine serdiler. İsa Zeytinlik Dağı’nın alt yamacına yaklaştığında, tüm öğrenciler sevinçten coşarak, tanık oldukları güçlü işlerin hepsine ilişkin yüksek sesle Tanrı’ya övgü sundular. Şöyle bağırıyorlardı:

“Rabbin adıyla gelen hükümdar kutludur.

Gökte barış, Yücelerde Olan’a yücelik olsun”.

Topluluğun içinden bazı Ferisiler, İsa’ya “Öğretmen öğrencilerini payla” dediler. İsa, “size derim ki, bunlar susarlarsa taşlar bağıracak” diye yanıtladı (Luka 19.29-40).

6. Fresk: İsa Zeytinlik Dağı’nda Dua Ediyor: İsa kentten ayrıldı, alıştığı üzere zeytinlik Dağı’na çıktı. Öğrenciler de onu izlediler. Oraya varınca onlara, “dua edin ki denenmeyesiniz” dedi. Onlardan ayrılıp bir taş atımı uzağa gitti, diz çöküp dua etmeye koyuldu. “Ey Baba! Eğer istersen bu bardağı benden uzaklaştır. Ama benim istemim değil, senin istemin uygulansın.” Gökten bir melek belirip O’nu güçlendirdi. Yoğun acı duyarak daha içtenlikle duaya koyuldu. Teri iri kan damlaları gibi toprağa dökülüyordu. Duadan kalkıp öğrencilerinin yanına geldiğinde onları üzüntüden uyur durumda buldu. “Neden uyuyorsunuz?” dedi. “Kalkın dua edin ki denenmeyesiniz” (Luka 22.39-46).

7. Fresk: Diriliş: Haftanın ilk günü sabah erkenden kadınlar hazırladıkları kokuları yanlarına alıp geldiler. Taşı mezardan yuvarlanmış buldular. İçeri girince Rab İsa’nın cesedini bulamadılar. Onlar bu işe şaşıp dururken ansızın yanlarında göz kamaştırıcı parlaklıkta giysiler kuşanmış iki adam durdu. Kadınlar korkuyla yüzlerini yere eğerken, adamlar “Diri olanı neden ölüler arasında arıyorsunuz?” dediler. “O burada değil, çünkü dirilmiştir. Daha Galile’deyken size söylediğini hatırlayın insanoğlunun günahlı insanlar eline verilmesi, çarmıha gerilmesi ve üçüncü gün dirilmesi gerekir demişti”. Kadınlar İsa’nın bu sözlerini anımsadılar. Mezardan geri dönüp olup bitenleri on bir öğrenciye ve geriye kalan herkese anlattılar. Olayı habercilere anlatanlar Magdalalı Meryem, Yoannai Yakup’un annesi Meryem ve beraberinde gelen başka kadınlardı. Ne var ki bu sözler habercilerin kulağına boş laf gibi geldi, kadınlara inanmadılar. Ama Petros kalkıp mezara koştu. İçeriye eğildiğinde sadece keten bezleri gördü. Olanlara şaşırarak evlerine gitti (Luka 24.1-12).

8. Fresk: İsa Havarilerine Görünüyor: Onlar böyle konuşurken İsa aralarında durdu [ve “üzerinize esenlik olsun” dedi]. Ama onlar korkuyla sarsılıp ürktüler. Bir ruh gördüklerini sandılar. İsa onlara “neden sarsılıyorsunuz? Dedi. “Yüreğinizde neden kuşkular doğuyor? İşte ellerime ayaklarıma bakın. Ben O’yum. Bana ellerinizle dokunun, beni görün. Çünkü ruhun bedeni de  kemiği de yoktur. Oysa gördüğünüz gibi benim var”. Bunu söyledikten sonra onlara ellerini ayaklarını gösterdi. Sevinçten, şaşkınlıktan bir türlü inanamıyorlardı. İsa “burada yiyecek bir şeyiniz var mı?” diye sordu. Onlar da kendisine bir parça ızgara balık verdiler. Bunu alıp gözleri önünde yedi. Sonra onlara “daha sizinle beraberken söylemiştim” dedi. Musa’nın yasasında peygamberlerde ve Mezmurlarda benim için yazılmış olan her şeyin  yerine gelmesi gerekir”. Bunun üzerine kutsal yazıları kavramaları için onlara anlayış verdi. “Bunlar yazılmıştır” dedi: “Mesih’in işkence çekmesi ve üçüncü gün ölüler arasında dirilmesi; O’nun adıyla gün ahların bağışlanmasını sağlayan  günahtan dönüş bildirisinin Yaruşalem’den başlayarak tüm uluslara yayılması. Siz bunlara tanıksınız. İşte üzerinize Baba’nın vaadini gönderiyorum. Ama yüceden gelecek güçle kuşatılıncaya dek kentte kalın”  (Luka 24.36-49).

9. Fresk: Göğe Yükseliş: Öğrencilerini Beytanya’ya kadar götürdü. Ellerini kaldırıp onları kutsadı. Onları kutsarken aralarından ayrıldı [ve göğe alındı]. Onlar da [kendisine tapınıp] büyük sevinç içinde Yaruşalem’e döndüler ve sürekli olarak tapınakta Tanrıyı yücelttiler (Luka 24.50-53).

10. Fresk: Pentekost (50. Gün): Pentekost günü geldiğinde, Mesih’e bağlı olanların hepsi bir arada aynı yerdeydiler. Bir anda, gökten sanki hızla esen rüzgârın sesiymiş gibi bir ses geldi, toplananların oturduğu evi doldurdu. Gözlerinin önünde ateşe benzer diller göründü. Bunlar dağılarak onların her birinin üzerine indi. Tüm Mesih bağlıları Kutsal Ruh’la doldu. Ruh’un kendilerine verdiği belirgin açıklamayla başka dillerde konuşmaya başladılar. Yeruşalem’de yaşayan tanrısayar Yahudiler yeryüzünün her ülkesinden kopup gelmişti. Gökten gelen sesin duyulması üzerine büyük bir şaşkınlık içine düşen halk bir araya toplandı. Çünkü herkes ötekilerin ağzından kendi dilinin konuşulduğunu duyuyordu. Hayranlık ve şaşkınlık içinde soruyorlardı: “Bu konuşanların tümü Galileli değil mi? Nasıl oluyor da her birimiz kendi dilimizi duyuyoruz?” Persler, Medler, Elamlılar, Mezopotamya’da yaşayanlar, Yahudiye’de, Kappadokia’da, Pontos’ta, Asya’da, Frikya’da, Pamfilya’da, Mısır’da, Krine’ye yakın Libya yörelerinde oturanlar, Roma’dan kalkıp gelenler, hem Yahudiler hem de Yahudilerin inançlarını benimseyenler, Giritliler ve Araplar… Hepimiz bu insanların tanrı yüceliklerini kendi dillerimizde konuştuklarını duyuyoruz”. Tümü şaşkınlıktan dona kaldı, merakla birbirlerine “Burada neler oluyor?” diye sordular. Bazıları da onları alaya alarak “taze şarapla sarhoş olmuşlar” dediler (Habercilerin İşleri 2.1-13).

11. Fresk: Metamorphosis: İsa’nın Görünüşü Değişiyor: “…İsa Petros’u, Yuhanna’yı ve Yakup’u yanına aldı dua etmek için dağa çıktı. O dua ederken yüzünün görünüşü değişti, üstündeki giysi gözleri kamaştıracak kadar parladı. İşte iki kişi O’nunla konuşuyordu. Bunlar Musa’yla İlyas’tı. Yücelik içinde beliren bu iki kişi İsa’nın Yaruşalem’de gerçekleşecek ölümünü görüşüyorlardı. Ne var ki Petrus’un ve yanındakilerin gözünden uyku akıyordu. Uyandıkları anda İsa’nın yüceliğine tanık oldular ve O’nunla bir arada duran iki adamı gördüler. İki adam İsa’nın yanından ayrılırken, Petros O’na “üstat” dedi, “burada bulunmamız ne iyi. Üç çadır kuralım: Biri sana biri Musa’ya, biri de İlyas’a”. Ne dediğini kendisi de bilmiyordu. O daha konuşurken bir bulut indi ve onlara gölge saldı. Bulutun içinde kalınca korktular. Buluttan gelen ses şöyle diyordu: “Seçilmiş olan Oğlum budur, O’nu dinleyin”. Ses geldiğinde İsa’yı yalnız buldular. Öğrenciler ağızlarını açmadılar. Gördüklerini o günlerde kimseye anlatmadılar (Luka 9.28-36).

12. Fresk: Koimesis: Meryem’in Ölümü: İsa çarmıha gerilmeden önce Yahya ile Meryem’i birbirlerine emanet etmişti. Ancak oğlundan ayrı bir yaşam Meryem için ıstıraba dönüşür. Oğlunun yanına alınması için Tanrı’ya yalvarır. Bunun üzerine bir melek Meryem’e görünerek, üç gün içinde cennette oğluna kavuşacağını müjdeler. Melek öldükten sonra mezarının başucuna dikilmesi için Meryem’e bir palmiye yaprağı emanet eder. Meryem de bu yaprağı Yahya’ya verir ve bütün havarilerin ölümünde hazır bulunmasını ister. Bu nedenle Meryem’in ölümünü gösteren resimlerde, yatağın çevresinde havarileri görürüz. Başucunda Petrus, ayakucunda ise Yahya (Yuhanna) bulunur.

Kilisenin ikonostasisinde ayrıca her iki yanda 12 havari betimlenmiştir, birinin ismi tahrip olduğundan okunamaz. Soldan sağa, bilinmeyen havari, Mattheos (Mathias), Petros (Simon), Johannes, Mattaios, Tomas, Paulos, Loukas, Markos, Bartholomaios, Andreas (Simon’un kardeşi), Filippos.

* Yazının orijinal versiyonu için http://ismail-gezgin.blogspot.com/2013/09/meryem-kilisesi-alacati-pazaryeri-camii.html

Kategoriler

Şapgir