22 yaşındaki genç Ermenistan Cumhuriyeti bugüne kadar, deprem, savaş, yokluk dahil pek çok zorlu sınav yaşadı, ama belki de hiçbir sınav, geleceği belirlemede önümüzdeki beş yıl kadar hayati olmayacak. Anadolu ve Kafkasya coğrafyasının bu kadim halkının önünde, 2018’deki parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar uzanan dönem, kritik bir yol ayrımı anlamına geliyor. Rober Koptaş Ermenistan’ın sınavını yazdı.
ROBER KOPTAŞ
rober.koptas@agos.com.tr
Yerevan’da bir marketteyiz. Dergi raflarına bakıyoruz. Ermenice magazin dergileri, kadın, erkek, politika, spor dergileri... Gözüm, üç gün sonra yapılacak seçimin en iddialı iki cumhurbaşkanı adayını, Serj Sarkisyan ve Raffi Hovannisian’ı kapağa taşıyan ve rafta yan yana duran iki dergiye takılıyor.
Yanımdaki İranlı Ermeni arkadaşım, “Şu fotoğraflara bak’’ diyor; “Tek bakışta aralarında farkı anlıyorsun.’’
Aynı şeyi mi düşünüyoruz diye merak edip soruyorum: “Neymiş o fark?’’
Arkadaşım gülümsüyor: “Sarkisyan ‘Güç bende!’ diyor; Hovannisian ise ‘İçinizden biriyim.’’
Haklı. Fotoğraflar tam da bakanda bu iki farklı algıyı oluşturmak, seçimler arifesinde seçmenler üzerinde bu iki farklı etkiyi yaratmak üzere çekilmiş.
O an, Ermenistan’ın bir yol ayrımında olduğunu biraz daha derinden fark ediyorum. Bu fotoğraflarda ifade edilen kadar basit ve kaba bir ayrım değil elbette. Çok daha karmaşık, derinlikli ve çok boyutlu bir yol ayrımı.
Anadolu ve Kafkasya coğrafyasının bu kadim halkının önünde, 2018’deki parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar uzanan beş yılı çok ama çok kritik hale getiren bir yol ayrımı.
22 yaşındaki genç Ermenistan Cumhuriyeti bugüne kadar, deprem, savaş, yokluk dahil pek çok zorlu sınavı zaten yaşadı, ama belki de hiçbir sınav, geleceği belirlemede önümüzdeki beş yıl kadar hayati olmayacak.
Gelin, bunun nasıl bir sınav olacağını anlamaya çalışalım.
Yerevan’ın yeni mimarı
Yapımı Sovyet döneminde başlayan ve uzun süre kaba inşaat halinde kaldıktan sonra son yıllarda tamamlanarak hizmete giren, tüm Yerevan’ı yüksekten göre Kaskad basamaklarının tepesindeyim. Güneş parıldıyor, tatlı bir rüzgâr esiyor. Sanki Şubat değil de Mayıs’tayız.
Bu güzelim şehre, bir yandan hayranlık, bir yandan yürek sızısıyla bakıyorum. Hayranlık, bugün yüzünü göstermeyen yüce dağ Ararat’a; onun eteğinde uzanan, mimar Aleksandr Tamanyan’ın düzenli şehir planına; volkanik tuf taşlarıyla yapılmış binaların güzelliğine, ve tabii en çok da, ateşi ve kılıcı görüp küllerinden yeniden doğan halkımın direngenliğine dair.
Yürek sızısı ise, hayran olunası bu özellikleri bir kemirgen gibi kemiren bugünün dinamikleriyle ilgili.
Kaskad’ın tepesinden bakıldığında, şarkılara konu olmuş Yerevan’ın dört bir tarafında işleyen demir vinçler görünüyor. 5-6 kata göre planlanmış apartmanların yanında yükselen yeni binalar, şehrin yatay siluetinin bozmuş durumda, ve hızla bozmaya da devam ediyor. Eskinin zarif ve mütevazı taş işçiliğinin yerini, bizim Türkiye’de hiç yabancısı olmadığımız türden estetikten yoksun ‘modern’ binalar alıyor.
“Ekonomik gelişme ve ihtiyaçlar elbette ki önemli, ancak Yerevan’ı böyle çirkinleştirmeye kimsenin hakkı olmamalı’’ diye düşünüyorum.
“Bu binalar için nasıl bu kadar kolay izin alınabiliyor’’ diye soruyorum Ermenistanlı arkadaşıma.
Gülüyor.
“Sen bilmiyorsun, artık Yerevan’ın Aleksandr Tamanyan’dan başka bir mimarı daha var’’ diyor.
Anlamaz gözlerle baktığımı görüp devam ediyor.
“Saşig. Yani Aleksandr Sarkisyan. Cumhurbaşkanı’nın kardeşi. Resmi bir görevi yok, ama yeni iş kuran, yeni bina yapmak isteyen herkes ona başvurmak zorunda. İznin ve kolaylıkların yolu ondan geçiyor. Tabii belli bir yüzde karşılığında.’’ Sızı gene hissettiriyor kendini.
Kafesjian’ın hazinesi
Oysa Kaskad’ın zemin katından içeri girdiğim andan itibaren nasıl da mutlu olmuştum. Çünkü yapının iç bölümleri bütünüyle Kafesjian Sanat Merkezi’ne ayrılmış durumda. 2009’da büyük bir törenle açılan Merkez, Amerikalı sanatsever Gerard Kafesjian’ın koleksiyonunun sergilendiği ve şimdiden dünyanın sayılı modern sanat merkezilerinden biri haline gelen bir vaha adeta.
2011’de Ermenistan’ın mevcut nüfusunun neredeyse yarısı kadar insanın, 1,1 milyon kişinin ziyaret ettiği Kafesjian Sanat Merkezi’nde, başarılı işadamı ve hayırseverin hayatı boyunca satın aldığı 5 binden fazla sanat eseri sergileniyor. Kafesjian’ın koleksiyonu, özellikle cam sanatları konusunda dünyanın en önemli birikimlerinden biri olarak kabul ediliyor.
Kafesjian Sanat Merkezi’nin salonlarında birbirinden değerli sanat eserleri arasında dolaşırken, bir yandan da, Ermeni kimliğinin sadece geçmişe, 1915’te yaşananlara, acıyı ispat etme çabasıyla ilgili olmadığına dair bir kanıt görüyorum.
İşte, dünyanın öte tarafında, Amerika’da, Brooklyn’de doğmuş bir Ermeni, çok çalışmış, para kazanmış, sanata merak salmış, üstelik ömrü boyunca topladıklarını Ermenistan’a taşımış. Ailesinin bir tarafı ailemin memleketi Sivas’a, bir tarafı ise doğduğum yer olan İstanbul’a dayanan Gerard Kafesjian, 1915’te ailesinin pek çok üyesini kaybetmiş üstelik. Yılmamış, durmamış, çalışıp çabalamış ve ana vatanından geriye kalan topraklara Kafesjian Sanat Merkezi’ni kurmuş.
Seçim olmayan seçim
Ermenistan, bu bakımdan Türkiye’ye çok benziyor aslında. Umut verici olanla hayal kırıcı olan, aydınlıkla karanlık, akla kara o kadar iç içe geçmiş halde ki, bir duygudan ötekine ânında geçiveriyorsunuz. Bir umutlanıyorsunuz, bir içiniz kararıyor. Herhangi bir anda, memleketin karanlık bir fotoğrafını çekmek isterseniz istediğiniz kadar malzeme bulabilirsiniz. Yine herhangi bir anda, bu kez tozpembe bir fotoğraf isterseniz, yine tonla malzeme... Oysa iki fotoğraf da gerçeği yansıtmaktan çok uzak olacak muhtemelen.
Ermenistan’da bulunduğum süre içerisinde, gazetecilerden, siyasi gözlemcilere, ondan sokaktaki adama en çok duyduğum kelimeler, ‘hile, sinizm, absürd, inançsızlık, yolsuzluk’ oldu. Ülkede, seçimlere güvensizlik had safhadaydı. Sokaklarda, Türkiye’de alışık olduğumuz seçim heyecanına, kargaşasına dair hiçbir şey yoktu. Resmi sonuçlara göre yüzde 37 oy alan Raffi Hovannisian dışında, seçmenin dikkatini çekmek için propaganda faaliyetine gönül indiren aday da yoktu adeta.
Raffi Hovannisian, seçimden birkaç gün önce, Hrant Dink Vakfı’nın gazeteciler programıyla bir haftalığına Ermenistan’ı ziyaret eden Türkiyeli gazetecilerle sohbetinde, “Bu ülkede bugüne dek sadece bağımsızlığın oylandığı referandumda hile yapılmadı’’ diyordu. Bundan 22 yıl önce yüzde 99,5 oyla bağımsızlık yönünde oy kullanmış olan Ermenistanlıların, sonraki dönemde hilesiz bir seçim yapmayı bir türlü becerememiş olması, zor koşullarda elde edilmiş bağımsızlığın ifade ettiği değerlere koyu bir gölge düşürüyor.
Ermenistan demokratikleşme sancıları çekiyor ve bu bakımdan aslında Türkiye’den çok da farklı değil. Ancak Türkiye’de son 60 yıldır, 12 Eylül parantezi dışında, ifade özgürlüğü kanallarının en kapalı olduğu dönemlerde bile, seçim sonuçları üzerine hile gölgesi düşmedi. İnsanlar, vatandaşlık bilinciyle, hiç değilse 4 ya da 5 yılda bir siyaseti kendi iradeleriyle şekillendirebildiler, bu güvene sahip olabildiler. Ermenistan’da, temsili demokrasinin belki de en çok cisimleştiği mekanizma olan seçim sandığına güvenin kalmaması, sadece seçim ânına değil, bütün siyaset pratiğine dair bir umutsuzluğu kökleştiriyor.
Bu umutsuzluk da çoğu zaman sandık başına gitmemek sonucunu doğuruyor. Hak savunucusu Artur Sakunt, seçim sonrasında yazdığı bir yazıda, Vanadzor şehrinde bir sandık başında sıra oluşmasını dahi olağanüstü bir durum olarak anlatıyordu mesela. Sosyolog Avedik Meclumyan ise, çarpıcı bir tespit yapıyor, Sarkisyan’ın çok rahat olduğu bu seçim öncesinde, başka seçimlerin aksine entrikalar kurulmamış, pazarlıklar yapılmamış olmasının dahi siyaset kurumunun saygınlığını zedelediğini, çünkü ortada gerçek anlamda bir ‘seçim’ değil, sadece bir aldatmaca olduğunun iyice açık bir hal aldığını söylüyor.
Yine ak-kara karşıtlığı üzerinden gidersek, bu sıkışmış haletiruhiye, kendi mizahını üretiyor. Oy pusulaları üzerine çizilen hıyar resimleri, cumhurbaşkanı olarak Kim Kardashian’ın adını pusulaya ekleyen seçmen, zarfın içine para koyup ‘Sarkisyan’a söyleyin, oyumuz satılık değil” diye yazan isyankar, hep bu mizahı dışa vuruyor. Ermenilerin, yaşadıkları bütün zorluklara rağmen hayatta kalmayı başarmış olmalarında, bu yarı deli yarı ciddi mizahın payı yadsınamaz.
Statüko tamam mı devam mı?
Ermenistan, son 15 yılında, Karabağlı iki siyasetçi tarafından yönetildi. Robert Koçaryan ve Serj Sarkisyan, Karabağ savaşının kahramanları olarak, ortak bir siyasi geleneğin iki temsilcisi ve birbirinin devamıydı. Sovyet siyasi mekanizmasını da tanıyan, dış politika ve güvenlik konularında Rusya’ya yüzde yüz bağlı, halkın sesine, demokrasiye, insan haklarına kulak tıkayan bu siyaset karakteri, ülkenin genel havasını belirledi yıllar yılı.
Ancak Ermenistan, iki komşusu Azerbaycan ve Türkiye ile yaşadığı sorunlar nedeniyle ekonomik açıdan zorluklar yaşasa da, bir yandan dünyayla temasını artırıyor. Ülkede Avrupa ve Amerika ile temas halinde olan sivil toplum kuruluşlarının çalışmaları, iyi eğitilmiş genç nüfusun yaptığı çalışmalar, diaspora Ermenilerinin çeşitli alanlarda yaptığı katkı, toplumsal alanın, Azerbaycan veya Türkmenistan gibi post-Sovyet ülkelerine kıyasla, çok daha çoğulcu, çoksesli olmasını sağlıyor.
Sivil alandaki bu hareketliğe siyasi baskı yoluyla ket vurulması ise, krizler yaratıyor. Rejim ancak seçim hileleriyle ve gerektiğinde şiddet kullanarak ayakta kalabiliyor. 1 Mart 2008’de örneğin, Levon Ter-Petrosyan liderliği etrafında toplanan muhalefet, tıpkı bugünkü gibi seçimlere hile karıştırıldığı gerekçesiyle sokağa çıkmış, günlerce süren barışçı gösterileri iktidarın şiddetiyle karşılaşmış ve 10 kişi hayatını yitirmişti.
Oligarkların tercihi
Rejimin bu şekilde devam etmesinden çıkarı olan bir kesimin varlığı muhakkak. Rusya’nın ağabeyliğinde, ülke ekonomisinin nabzını elinden tutan ve ‘oligark’ diye anılan para babalarının, Sarkisyan veya Koçaryan veya bir başkası, kendi çıkarlarını savunmaya devam edecek bir lideri desteklemeye devam edeceğine şüphe yok.
Kimi benzin, kimi şeker, kimi başka bir ürünün tekelini elinde tutan, imtiyazlarını paylaşma riskine hiçbir zaman girmeyen, piyasayı diledikleri gibi yönlendiren bu oligarklar sınıfının, ülke piyasasının dünya ekonomisine eklemlenmesinden, uluslararası pazara entegre olmasından hazzetmeyeceği de ortada. Dolayısıyla, onlar açısından demokrasi de, insan hakları da, sandık da, ancak bir tehlikeyi ifade ediyor.
Beri yandan, gözlemleyebildiğim kadarıyla, halkın belirgin kısmı da, rejim ve bazı muhalif gruplar arasındaki mücadeleyle belirginleşen otorite-değişim yanlıları çekişmesinin değişim kanadına kaygıyla bakıyor. Büyük bir çoğunluk, belki gidişattan memnun olmasa da, ülkenin güvenliği açısından Rusya’nın himayesinden memnun ve bu güvenceyi tehlike altına sokacak bir ‘Turuncu Devrim’den çekiniyor.
Post-Sovyet ülkelerinde Batı yanlısı rejimlerin iş başına gelmesi için yaratılan Batı destekli dinamiklerin Gürcistan ve Ukrayna’da yarattığı güçlüklerin, bu ülkelere göre güvenlik ve ekonomi açısından çok daha zayıf konumda olan Ermenistan’ı çok daha sert sarsacağından kaygılanılıyor. Batılıların Ermenistan’daki sivil toplum çalışmalarını desteklerken motivasyonunun ne olduğu gerçekten de sürpriz değil, ve dolayısıyla bu kaygılar da yabana atılacak gibi değil.
Ancak, güvenlik kaygısı nedeniyle demokrasinin ve halkın iradesinin göz ardı edilmesi, az gelişmiş ülkeler için çok tanıdık bir vakıa, ve demokrasinin feda edildiği durumun daha fazla huzur getirdiği de söylenemez. Acı ve tatlı sonuçlarıyla demokrasi kültürünü yeşertmeye çalışmaktan daha iyi bir yolu ise henüz bilmiyoruz.
İktidar ve muhalefet ne yapacak?
Ermenistan’ın önünde uzanan beş yıl, siyasi alanın bütününe dair bir sınav olacak. Sarkisyan, Anayasa gereğince bir kez daha seçilmeyecek ve iktidar kanadının, içinden nasıl bir lider adayı çıkaracağı fevkalade önemli. Şu sıralar neyle uğraştığı pek bilinmeyen Robert Koçaryan’ın geri dönme olasılığı sıkça konuluyor. Öte yandan, bugün hayli dağınık bir haldeki muhalefetin nasıl bir yol izleyeceği, belli başlı bazı ilkeler etrafında bir araya gelip gelemeyeceği, demokrasi talebinin ekmek ve su kadar hayati olduğu bu coğrafyada ciddi bir iktidar alternatifi çıkarıp çıkaramayacağı, bunları yaparken hiçbir seçim hilesinin üzerini örtemeyeceği bir performans gösterip gösteremeyeceği hayati önem taşıyor.
Şu andaki resmi sonuçlara göre, Ermenistan’da statüko bir beş yıl daha iktidarını sürdürecek gibi görünüyor. Eğer iktidar ve muhalefet 2018’de de üzerine düşen demokratik olgunluğu gösteremezse, Ermenistan’ın önümüzdeki yılları kayıp yıllar olabilir. Önümüzdeki beş yıl, işte bu yüzden çok kritik.
Hovannisian’ın sınavı
Cumhurbaşkanlığı seçiminde resmi sonuçlara göre yüzde 37 oy alarak ikinci olan ve seçimlere hile karıştığını savunarak Sarkisyan’dan iktidarı devretmesini isteyen Raffi Hovhannisian, bir diaspora Ermenisi. Babası, tanınmış tarihçi Prof. Richard Hovhannisian. Gençliğinde, pek çok Amerikalı Ermeni genç gibi, Taşnak Partisi’nin gençlik koluna üye olan Hovannisian, akranlarının o dönemde pek cesaret edemediği bir şey yapmış, nine-dede toprağını kendi gözleriyle görme arzusuyla, genç yaşında Türkiye’yi ziyaret etmişti. 1988’deki Spitak depremi sonrasında yardım faaliyetinde bulunmak üzere Ermenistan’a giden Hovhannisian’ın kaderi o günden sonra bu ülkenin ve halkının kaderiyle birleşti.
1991’de kurulan bağımsız Ermenistan’ın ilk dışişleri bakanı olan Hovhannisian, son olarak, kurucusu olduğu Miras Partisi’nden milletvekili seçilmişti. Mayıs ayındaki seçimlerde Miras Partisi yüzde 3,8 oy almıştı. Dolayısıyla Hovhannisian’ın bugün resmen aldığı oy, 9 aylık bu sürede oylarını on katına çıkarması gibi inanılmaz bir başarıya işaret ediyor.
Bu oyların Hovhannisian’ın şahsına verildiğini sanmak ise büyük bir yanılgı olur. O, en güçlü ikinci aday olarak, Sarkisyan’a duyulan öfkenin ifadesinin yöneldiği tek adres oldu. Dolayısıyla, bundan sonra da, bu bilinçle hareket ederek, statüko karşıtı muhalefetin derlenip toparlanmasına kendi katkısını sunacak şekilde davranmalı.
Hovannisian, seçim başarısının ve bir anda ülkenin en çok konuşulan kişisi olmanın, “Raffi! Raffi!’’ sloganlarının büyüsüne kapılıp bir muktedir yolu tutturursa, sadece kendi siyasi kariyerine değil, ülkesinin yarınlarına da zarar verecektir.
İzinle aranan denge
Hrant Dink Vakfı’nın Gazeteciler Programı vesilesiyle bir hafta boyunca Ermenistan’da bulunan yedi Türkiyeli gazeteciyle birlikte ben de Dışişleri Bakanı Edvard Nalbandyan’ın basın toplantısına katıldım. ‘Off the record’ kaydıyla yapılan bu görüşmenin ayrıntılarını aktaramayacak olsak da, Ermenistan dış politikasını bazı genel hatları hakkında fikir edinebildik.
Ermenistan, Türkiye ile protokollerin dondurulmasının sorumlusu olarak Türkiye’yi görüyor, ancak Türkiye’yle bütün köprüleri atmaktan kaçınan bir profil izliyor. Yakınlaşmanın Karabağ sorununa bağlanmasının bir ön şart olduğunu oysa protokollere yansıyan ruhun ön şart öne sürmemek olduğunu vurgulayan Ermenistan diplomatik kaynakları, Karabağ sorunuyla Türkiye-Ermenistan yakınlaşmasının farklı boyutlarda ele alınması gerektiği konusunda ısrarlı.
Rusya’nın ülkenin en önemli müttefiki olarak önemi vurgulanırken, Ermenistan’ın iki komşusu Azerbaycan ve Türkiye dışında pek çok ülkeyle iyi ilişkiler geliştirmek için çaba gösterdiğinin ve önemli mesafeler kat ettiğinin altı çiziliyor. Bu da, Ermenistan’ın önümüzdeki dönemde, Rusya’nın izin verdiği ölçüde Batı’yla yakınlaşarak, denge arayışında olacağını gösteriyor. Hal böyle olunca, akla hemen, ‘izin’le aranan bir denge ne kadar ‘denge’dir sorusu geliyor.