35 yıl önce 13 Aralık’ta hayata veda eden “Türkiye’nin Ruhu”nun yazarı Oğuz Atay’ın “sonradan” da olsa neden bu kadar okunduğunun ve sevildiğinin sebebini Elif Türker yazdı: “İnsanın iç sesini yazıyor olması”
Foto bilgisi: Zaman (8 Kasım 1987)
'Nedir bu kültür çorbası? Buzul Çağının Virüsü/Vüs’at O. Bener |
Elif Türker
Cevat Çapan, Tutunamayanlar’ın yayımlanma sürecini anlatırken, bir yayıncının Atay için “bu adam ruh hastası mı” diye sorduğunu anlatır. Dinleyenler kırılır gülmekten. Atay gibi bir adam için ruh hastası diyen kişi hakkında pek olumlu izlenimler içermez o kahkahalar. Cevat Çapan’ın yanında oturan, Oğuz Atay’ın 52 yıllık dostu Halit Refiğ de güler, sonra durup cevap verir: “Hayır, değildi!” Halit Refiğ o an, o yayıncıya cevap verebilmek için üşenmiyor, kalkıyor otuz yedi sene önceye gidiyor, cevabını veriyor ve bugüne dönüyor. Oğuz Atay’ın dostu olması değildir Refiğ’e o cevabı verdiren. Oğuz Atay okuru olmasıdır. Hoş ikisi arasında bir fark var mıdır, pek emin değilim.
Bugün Oğuz Atay okuru olan hemen herkesin Halit Refiğ gibi davranacağından şüphem yok tabii. Oğuz Atay’ı sahiplenişimizdeki enteresan yan da buradan geliyor. Onu her okuyan can dostu olarak görüyor ve ötekiyle paylaşmak fikrini aklının ucundan bile geçirmiyor. Herkes, Oğuz Atay’ın kendisine çok gizli bir sır verdiğini ve bu sırrı diğerlerinin anlayamayacağını düşünüp kendini rahatlatıyor, özel kılıyor. Atay’la samimiyetini kuvvetlendiriyor. Atay’ın “ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?” sorusuna bizler bugün ilkokulda parmak kaldırma yarışındaymışçasına ve sanki Atay bizi görecek ve içimizden birini sahiden seçecekmişçesine “Buradayım! Buradayım!” diye zıplıyoruz, ki zaten “biz çocuk kalmış bir milletiz” demişti Atay.
Foto Bilgisi: |
Buraya kadar tamam da, bunu yaratan sebep ne acaba? Atay’ın ilk keşfedilişinin 80 sonrasına denk gelmesi tesadüf mü mesela? Hem onca kayıp yazar varken, Oğuz Atay’ın “keşfedilip” bu denli sevilmesinin nedeni yok mu? Yani bizi Oğuz Atay’a muhtaç kılan ne? Ben buna Atay’ın yıllar önce verdiği cevabı vereceğim: İnsanı anlatıyor oluşu. Hatta belki şöyle bile denebilir: İnsanın iç sesini yazıyor olması. Zaten metinlerin hepsinde her ne olup bitiyorsa kahramanın zihninde oluyor ve biz bu şahane sırrı paylaşıyor olmanın kıvancını duyuyoruz. Ben Oğuz Atay’ı okurken kendi iç sesimi duyuyorum örneğin. Kimseye anlatılamayan, anlatılacak olsa “ruh hastası” addedilecek olduğumuz bütün bir zihin serüvenimizdir Atay’ın kaleminden dökülen. Turgut’un çekip gitmesi yüreğimize su serpmiyor mu yani? Hikmet’in balkonunda kendimizi görmüyor muyuz? Yoksa Selim’in intihar edişinin kederine katlanmak pahasına tekrar tekrar okur muyduk Tutunamayanlar’ı?