Derkenar'ın bu haftaki sayısında Nayat Karaköse, Kayıp Şehir dizisinden yola çıkarak 'öteki fetişizmine' dönüştürülüp içi boşaltılan kardeşlik mesajlarını konu ediyor. Bawer Çakır ise yazısında eşcinsel ve transeksüellere yönelik linç kültürüne varan ön yargıları ele alıyor. Derkenar, Fazıl Say'ın arabesk yorumlarını twitter'a taşırken Perihan Mağden'in yeni kitabının altı çiziliyor. 5'i bir yerde'nin konuğu ise oyuncu Cem Uslu.
Kayıp Şehir’i Mahsun Kırmızıgül yazmış olsaydı?
NAYAT KARAKÖSE
nayatk@gmail.com
Yıl 2007, bir konferansa izleyici olarak katılmıştım, Hrant Dink’in aramızdan alınışı üzerinden 9 ay geçmiş, herkesin Ermeni olduğu dönemler… Konferans arasında bir kadınla tanıştım, kısa bir süre sonra kadın, “Tanıştığım ilk Ermenisiniz, ben Ermenileri çok severim” diyerek benimle fotoğraf çekilmek istedi. Kameraya poz verdim, zoraki ve şaşkın bir gülümseme. Ermeniler için çok üzülüp, Ermenileri tanımadan çok sevenlerdendi, o yüzden beni incitmek gibi bir niyeti olamazdı ama bu “ilgi” bana kendimi iyi hissettirmemişti, “yokluğumu” ve “azlığımı” hatırlatmıştı…
Kayıp Şehir dizisini izlerken bu hadise aklıma geliverdi, hafıza o kadar katmanlı ki birçok anımızı ve hissimizi barındırıyor ve hiç ummadığımız anda mesela televizyon izlerken pat diye aklımıza getiriveriyor.
Yıldırım Türker, Murat Uyurkulak, Seray Şahinler, Leyla Olça ve Hakan Bıçakçı’nın senaristliğini yaptığı Kayıp Şehir, daha başlamadan kemik bir izleyici kitlesine sahipti. Dizi, Beyoğlu’nun arka sokaklarında yaşayan ve yaşam mücadelesi veren insanlarının hikâyesini anlatıyor. Fakat dizideki ‘öteki fetişizmi’ hemen göze çarpıyor; senaristler sanki öteki olan herkes dizide illa olsun diye özel ama zorlama bir çaba sarf etmişler.
Trabzon’dan heyelan felaketi yüzünden göç eden yoksul aile, Mardinli Kürt aile, başörtülü kız, Afrikalı göçmenler, seks işçisi, transseksüel, Romanlar, hepsi var. Acaba ne zaman bir Ermeni, Rum, engelli falan çıkacak diye insan sormadan edemiyor! Duyarlılığın fetiş haline gelmesi aslında duyarlılığın içini de boşaltıyor, duyarlılık gösterilen kesimleri de nesneleştiriyor. Bu gibi dizilerde, filmlerde bazen “ötekileştirilen” gruplara ait bireylerin bir petshop mağazasında vitrine konan hayvanlar misali sergilendiğini hissediyorum. Tıpkı girişte yazdığım olayı yaşadığımda hissettiğim gibi.
Kayıp Şehir’e senaristler kendi ‘kardeşlik fantezilerini’ yansıtmayı ihmal etmemişler. Mesela evin genç kızı üniversiteye başlar, arkadaş grubunda sosyo-ekonomik olarak daha iyi durumda olduğu belli olan iki başı açık kız öğrenci ve bir de başörtülü öğrenci vardır, hepsi de iyi anlaşırlar… Keşke tablo böyle olsa ama genele vurduğumuzda böyle değil, o iyi anlaşma sürecine gelene kadar yaşanan sürecin kendisi başlı başına bir dizi konusu!
Bir başka örnek; dizinin futbolcusu İrfan’ın başı derttedir, dayak yemek üzeredir, mahalleden Afrikalı göçmenler onu kurtarır, kardeşlik mesajları verilir. Kayıp Şehir, Mahsun Kırmızıgül’ün mesaj dolu dizilerinin, filmlerinin farklı bir üslupla işlenen bir başka versiyonu aslında. Aynı şeyi Kırmızıgül yapınca eleştiriyoruz, küçümsüyoruz ama senaryo Türker, Uyurkulak gibi isimlerin elinden çıkınca o senaryoya kutsallık atfediyoruz ve başından ön kabullerle izliyoruz.
Kayıp Şehir’deki bu durum Amerika’da ve dünyada büyük bir ilgiyle izlenen müzikal Glee dizisini hatırıma getiriyor. Glee bir okulda kurulan müzik kulübünün adıdır, o kulüpte farklı kimliklere ait olan birçok öğrenci vardır (Asyalı, siyah, eşcinsel, engelli, Yahudi, gay ebeveynlere sahip olan bir karakter) ama senaristler mevzuyu o kadar güzel kurgulamışlardır ki öteki fetişizmi içine düşmeden ve mağdur edebiyatı yapmadan eğlenerek izlenilen bir dizi yapmayı başarmışlar.
Glee’de zaman zaman öteki olma halleri de işleniyor, izleyici sorgulamalar da yapıyor ama ajitatif bir dilden kaçınılıyor, kardeşlik mesajı verelim diye bir dertleri ise hiç yok. Kayıp Şehir ekibi biraz da Glee izlese ve bu zorlama hallerden kaçınıp kalemini doğallıktan yana kullansa hiç de fena olmaz sanki…
Eğlenilecek trans var linç edilecek trans var
BAWER ÇAKIR
bawercakir@gmail.com
Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yılmaz Esmer, 2009 yılında hazırladığı ‘Radikalizm ve Aşırıcılık’ adlı araştırması kapsamında, 34 ilde 1715 kişiye sorulan “Kiminle komşu olmak istemezsiniz?” sorusuna katılımcıların %87’si “eşcinsel” diye yanıt verdi. Bu, bütün yanıtların arasında en yüksek orandı.
Bir ay kadar süre önce, Avcılar’da bulunan Meis Sitesi sakinleri, Esmer’in araştırmasını haklı çıkarttılar. Yıllardır sitede komşuluk ettikleri, evlerine girip çıktıkları transseksüel komşularını “fuhuş” yaptıkları, bu nedenle ailelerin rahatsız olduğu ve çocukların kötü etkilendikleri “gerekçesiyle” linç etmeye kalkıştılar.
Linç öncesinde Kanaltürk TV’ye çıkıp linci haber veren, kanalın desteğiyle iyice zıvanadan çıkan “komşular”, programı takip eden cumartesi günü saat 22.00 sularında sitenin önünde toplandılar. Civardaki sitelerden de topladıkları “hassas vatandaşlar” ile hayli kalabalık olan “komşular”, olay sosyal medyada duyulunca ve polis olay yerine gelince “şimdilik” kimseye zarar vermeden evlerine çekildiler.
Aynı cumartesi akşamı Avcılar’da bunlar olurken İstanbul’un en meşhur eğlence mekânlarında transseksüeller sahnede şov yapıyor, kişi başı 200 TL ödeyen kadın/erkek zengin müşterileri eğlendiriyorlardı. Komşu olarak istenmeyen translar fahiş fiyatlar verilerek showlar sergiledikleri ve özellikle evlenecek kadınların bekârlığa veda partilerinin gözdesi olan bu popüler mekânlarda eğlenceliydiler ve verilen paraya değerlerdi. Gündelik hayatta transfobik olanlar, trans bireylere hor gözle bakanlar, bu gibi mekânlarda translarla/drag queenlerle resim çektirmek için adeta yarış yapıyorlar.
Türkiye, Bülent Ersoy’la kurduğu hastalıklı ve ikiyüzlü ilişkiyi tüm transseksüellerle sürdürüyor. Hastalıklı, sapık, ucube, ahlaksız gibi “sıfatlara” layık görüp, ancak ve ancak depremde zarar görmüş evleri reva gördüğümüz translar, eğlence mekânlarının dışına çıktıkları andan itibaren ya dövülüyor, ya öldürülüyor ya da evlerinden ediliyorlar.
Genel ahlakın ikiyüzlü bekçileri, Bülent Ersoy’un “sesini” sevenler, Avcılar Meis Sitesi’nde yaşayan transların evlerini fuhuş yaptıkları iddiasıyla mühürlettiler. Polis, linççi komşularla el ele verdi ve translar sokağa atıldı. Onlar sokağa atılırken acaba kaç kişi Beyoğlu’ndaki, Nişantaşı’ndaki mekânlarda drag queen şovlarını izleyip çok eğlendi? Ya da bu eğlenenler bir gün, “Bu transların barınma, yaşama ve çalışma hakları var!” da der mi? Diva’nın da dediği gibi; yananı görür mü Allah? Görür inşallah!
“Arabesk denilen iğrenç şeyi sevmemek vatanseverlik” diyen Fazıl Say’a, Müslüm Gürses’in yazacağı iki mısra ne olurdu?
Deveyehendek Vatan dediğiniz elit dünyanızın konçertolarından ibaretse eğer, biz vatan hainiyiz aslanım. Barış Gönenen “Zamanın eli değdi bize, çoktan değişti her şey. Aynı değiliz ikimiz de.” Mahir Özdilek Fazıl bereket demektir a benim evladım/ Adını tersine kullanmaktaki nedir maksadın? Volkan Çomak “Dünya tersine dönse vazgeçmem’’ olurdu sanırım.
Mete Çubukçu
Gürses’i bilmem ama Gencebay Hatasız Kul olmaz derdi. Kadir Aydiş AR-ABES-Konçertosu |
AGOS her yerde
Evimde Agos keyfi Gökal Arslan - İSTANBUL Siz de Agos'la çekilmiş fotoğrafınızı paylaşmak isterseniz derkenar@agos.com.tr'ye iletebilirsiniz. |
CEM USLU (oyuncu)
1- Avishai Cohen, Seven Seas. Yayımlandığından beri dönüp dönüp dinlediğimden, dinlediğim son albüm genelde bu oluyor! :)
2- İvan Gonçarov, Oblomov. Okumayı yıllardır erteleyip de sırayı anca getirebildiklerimden.
3- Zeynel Doğan & Orhan Eskiköy, Babamın Sesi. Naifliğin ve sadeliğin gücünün ne derece sarsıcı olabileceğinin kanıtı sayılabilir bence.
4- Oyun Atölyesi, Frankfurt’ta Kız Arkadaşı Olan Bir Saksafoncu Tarafından Anlatılan Pandaların Hikâyesi. İnsanı güleç bir yüzle salıveren bir oyun. Mutlu oluyorsunuz, aptal aptal sırıtıyorsunuz. :)
5- bianet.org, siyasetendogru.com ve icmihrak.blogspot.com
J.Lo konserinden notlar
MARAL DİNK
maraldink@gmail.com
Jennifer Lopez ‘Dance Again’ adlı dünya turnesi kapsamında Türkiye’de ilk konserini 14 Kasım Çarşamba günü Ataköy Atletizm Arena’da verdi.
J.Lo pırıltılı tulumuyla, kalabalık dansçı grubu eşliğinde, ‘Get Right’ şarkısıyla indi sahneye. ‘Love Don’t Cost a Thing’, ‘I’m into You’, ‘Waiting for Tonight’ gibi hit şarkılarıyla devam ederek tempoyu hiç düşürmedi.
Her şarkısında farklı bir konseptle sahneye gelen Jennifer Lopez’in en ilginç gösterisi ‘Goin’ In’ şarkısında sahneye boks ringi kurmasıydı.
Konser boyunca birbirinden göz alıcı yedi kıyafet giydi Lopez. Topukluları üzerinde tam 1.5 saat boyunca dans etti, dans ettirdi.
Görkemli bir sahne show’u hazırlamıştı. “Bir Madonna değildi” belki ama yanında dansçıları olmadan sahnede kaldığı bölümlerde bile tek başına o büyük sahneyi doldurabildiğini herkese gösterdi.
Konserin tek slow parçası ‘Until it Beats No More’da sahnede yalnız değildi. Barkovizyonda çocuklarıyla birlikte Jennifer Lopez’in ev halleri akıyordu.
Merhaba İstanbul demedi Jennifer Lopez. Hayranlarını kendi diliyle selamladı, onlarla kendi dilinde iletişim kurdu konser boyu.
Jennifer Lopez dinlemem diyenleri bile eğlendiren, büyülendiren dansıyla bir dakika olsun yerinde durmadı dünya starı. Ve evet, güzelliği ve dillere destan dansı kazındı akıllara.
Lopez’in ilk dünya turnesi bu. İstanbul’da vereceği konserin biletleri çıktığı gün tükenince, ikinci konser eklendi ajandaya. O da yetmedi. J.Lo ilk dünya turnesinde üç konserle İstanbul’da hayranlarıyla buluşmaya cuma ve cumartesi de devam ediyor.