Kapı açıl! Yollar kısal! Zaman ak artık

Margara-Alican sınır kapısına vardık. Aklımda garip düşünceler, karnımda garip kelebekler. Ne kadar da yakınım Türkiye’ye. Şimdi ben burada neyim? Ermeni? Türk? Türkiyeli Ermeni? Hani elimdeki pasaportla karşıya geçmeye kalkarsam ne olur? Dile kolay 30 yıldır bekliyorum şuranın açılmasını. Yetmez mi bekleyişim? Ben biliyorum bu sorunun cevabını. Bugün Iğdır’da çay içmek, Margara’da yemek yemek istiyorum. Benim gibi binlercesi var bu topraklarda.

Gece saat hayli geç. 50 dakika rötar da cabası. Burada bekleyen herkesin bir hedefi var. Ya ben, niye gidiyorum? Bir grup Türk gazeteci ve ben. Neden çağrıldık? Amaca uygun muyum? Hele bir sabah olsun, hele bir göreyim Ararat’ı. Kapılar açıldı, gidiyor muyum, gerçekten?     

Şimdi diyeceksiniz ki madem bu kadar özlemin vardı, neden daha evvel gitmedin diye. Biz eşimle sözleştik. Ayrı gayrı yok, çocuklarla beraber gideceğiz diye… Olmadı. Şimdi sözümü de bozdum, çocukları da ona bıraktım, yollara düştüm işte.
Uçaktayım. Kuşbakışı baktığım İstanbul, gecenin ilerleyen saatlerine bile ışıl ışıl. Yaklaşık iki saat sonra Zıvartnots Havaalanı’na inmeden havaalanının çok değişmediğini, şehirde de hâlâ az insanın yaşadığını anlıyorum. Unutmadan herkesin aklındaki soruyu da sorayım: İstanbul Yerevan uçaklarının saatleri değişemez mi? Çin işkencesi gibi…
Sıradayım. Pasaport görevlisi, gülerek bir şeyler soruyor, rahat rahat cevaplarken aklıma eskiden buralarda duran Rus görevliler geliyor. Bir keresinde Ruslardan biri tutturdu ‘Pasaport resmindeki sen değilsin’ diye. Rusçam da yok. Burnumu yaptırdığımı anlatana kadar iki tercüman, üç görevli burnuma bakmıştı. Şimdi ne kolay bu işler. Gülerek geçtim turnikeden.

Sonunda kavuştuk yine

Ah Yerevan gecenin kör karanlığında saçlarıma rüzgârın değdi. Sonunda kavuştuk yine. 24 yaşında bu kapıdan ilk gelişimi hatırlıyorum. Evliliğimin beşinci günüydü. Eşim ve ben bir hayalin peşinden, eğitim almak için iki bavulla elele girmiştik kapından. 

Yerevan! Beş senelik eğitimimizin kaynağı, dilimizin pelesengi, evladımızın ilk yurdu… Hoş geldim di mi? 
Orbeli Center’ın görevlileri gecenin köründe gülümseyerek karşılıyorlar bizi.  Kaldığımız otelin ihtişamına, meydanın güzelliğine bakıp uyuyorum. Zaten saat 04.35, ne yapabilirim ki?

İlk gün 

Saat 8.00, kahvaltıya inmeliyim. Kimseyi tanımıyorum. Gece güleç bir hanım görmüştüm, aklıma koydum, görsem yanına oturacağım. Masada tekim. “Günaydın”. Yüzümü kaldırdım, Mete (Çubukçu) bey. Yolda görsem imza istemeye utanır, uzaktan izlerim. Ah o güleç hanım da geldi, ismi Yaprak’mış (Mutlu).
Saat 9.30, işte ilk toplantı. Programın açılış ve tanıtım konuşmalarını Orbeli Center’dan Gor Tsarukyan, Mikayel Yalunuzyan ve Astğik İgityan yapıyor. Aman Tanrım. Her şey İngilizce. Ama benim İngilizcem tarzanca gibi. Ağlasam mı? 

Saaf 11.00, Astğik hanımın yanına yaklaşıp İngilizce bilmediğimi utana sıkıla tekrar dillendiriyorum. “Rahat olun lütfen, rahat. Şimdi yanınıza arkadaşımız oturup tercüme edecek”. Ferahladım. Peki ferahlamalı mıyım?  Dışişleri Bakanlığı’nda, kapalı kapılar ardında Bakan Yardımcısı Vahan Gostanyan’ın masasındayım. Gazetecilerin yüzlerine bir kez daha bakıyorum. Kendilerini tanıtıp sorularını soruyorlar. CNN, NTV, TRT World, Sözcü, IHA, AA, T24, Medyascope, Hürriyet Daily News ve, Agos. Herkes İngilizce sordu sorusunu ben ise Ermenice. O anda dank etti aklıma. Önemli olan ikili diyalogsa ben hem Ermeni’yim, hem Türkiyeliyim. Aslında bu masada beni anlamayan kimse yok.

Bir anda gelişen durumlar

Toplantı sonrası ‘Tavern Yerevan’ da yemekteyiz. Yemek çok güzel ama hâlâ çok heyecanlıyım. Birazdan Meclis’e doğru yola çıkıp Meclis Başkan Yardımcısı ve Türkiye-Ermenistan Normalleşe Süreci Özel Temsilcisi Ruben Rubinyan’la görüşeceğiz. Bu toplantı da kapalı. İçimizden bazıları özel röportaj almak için izin almış. Ah neden aklıma daha önce gelmedi ki? Keşke Hrant Dink Vakfı’na geldiği zaman tanışsaydık. Bugün daha rahat olurdum. Neyse asıldım Orbeli’den Kevork Galloşyan’ın kollarına, çocuk gibi Meclis üyesi Maria Karapetyan’la röportaj istedim. Maria hanım severek kabul etti. Bir anda gelişen duruma hazır mıydım?

Meclis binasına vardık. Öğrencilik yıllarımda parmaklıklar arasından bakar, kapalı kapılar arkasında konuşulanları merak ederdim. Ama yine de Meclis binasını ilk gördüğüm güne dönmek, o anı yaşamak hiç istemiyorum.

1999’daki Meclis baskınını hatırlamak

Ben ve eşim, Ermenistan Yerevan’a 27 Ağustos 1999’da öğrenci olmaya girdik. O yıl Patriğimiz Mesrob Mutafyan, Abovyan Sokak’ta bir ev tutup, bize okumamız için bir şans vermişti. 27 Ekim günü akşam üstü kapımız çaldı. Kapı komşumuz bizi uyarmaya gelmiş, evden çıkmamamızı tembihliyordu. Ne olduğunu bile anlayamadık. Televizyonda söylenenleri anlayacak kadar Doğu Ermenicesine hâkim değildik. Görüntülerden de bir şey anlaşılmıyordu. Sonra anladık, Meclis taranmış, Başbakan Vasken Sarkisyan ve yedi milletvekili hayatını kaybetmişti.  Meclis kapısına ilk varışım yas içindi, istemem kimse o günü bir daha yaşasın. O gün ülkede yas vardı ve halk gözyaşlarına boğulmuştu…
Şimdi bu karmaşık duygular içerisinde Meclis’teki bir odada tripod eşliğinde Maria Karapetyan’la birlikteyim. Sorularım hazır, Karabetyan çok rahat. Birden heyecana kapıldım. Lal gibi dilim, soruları kesik kesik veya konuya vakıf değilmişim gibi sorduğumun farkındayım. Röportajdan sonra yine dilim açıldı heyecanıma yenildiğimi Maria hanıma anlatabildim çok şükür. Ama ya yarın? Ya birden yine dilim tutulursa? 

Konyak fabrikasını geziyoruz

Neyse ‘Noy’a gidiyoruz, Konyak fabrikasına. Fabrikayı gezerken 81 yıllık şarap ikram ediyorlar. Mahzende devasa fıçıların eşliğinde şarabımızı yudumlarken herhangi bir varili seçip, arzu ettiğimiz bir şeyler karalamamız için tebeşir uzatıyorlar. Ah Lusyen o kadar fıçıların büyüklüğüne aklını takıp, tek tek varillerin fotoğrafını çekmek de ne? Dinleseydin anlatanı, sana uzatılan kâseye elini daldırıp tebeşiri ağzına atmazdın. Şimdi ağzındaki tada mı yanasın, ıslak tebeşirle varillere yazamadığına mı?
Neyse gün bitti sayılır, yine iyi atlattın…

İkinci gün: Paşinyan’la görüşme

Odada dört dönüyorum, birazdan Paşinyan’la görüşeceğiz. Saçlarım da hiç iyi görünmüyor. Ayaklarım da şişti, topuklulara sığmıyor. Sorularım elimde patlayacak, farkındayım. 10 gazeteci, birer soru. Ayrı bir soru bulmalıyız. Kimsenin soramayacağı. Odada kanepenin önünde diz çöküp, dua ediyorum. Lütfen bana doğru soruyu sormamda yardım et. Sen en iyisini bilirsin,.. Ayağa kalkıp yayın yönetmenimi aradım. Soru ondan geldi, ben de sordum. Çünkü hazırladığımız tüm sorular zaten sorulmuştu,. Tek soru, tek cevap. Bence bu soru bize yakıştı. Azerbaycan’da bulunan  Ermeni esirlerin akıbetini bizden başka kim sorabilirdi ki?

Size Paşinyan’ı öven sözler söylemeyeceğim. Dediğim gibi öyle bir masada oturmak hayalini bile kuramadığım bir gerçekti. On gazetecinin, hangi soruları sorduğu, hangi konuların konuşulduğu, günlerdir her yerde yayınlanıyor. Toplantıda gazeteciler sorularını Türkçe sordu, Başbakan ise sorulara Ermenice cevap verdi. Bu masada dikkatimi çeken en önemli şey şu:  Buraya kadar her toplantıda herkes İngilizceyi anında anladı, ben ise spontane tercümeyi bekledim, ama bu masa farklıydı. Tercüme başlamadan Paşinyan’ın gözlerine baka baka, Ermenicenin tadını çıkara çıkara, birebir onu dinledim. Bu sırada Kevork Galloşyan ise dokuz gazeteciye harika bir spontane çeviri yaptı..
Çıkışta toplu fotoğraf öncesi sıcak bir ortamda, kısa bir muhabbet geçti Paşinyan ve Türk gazeteciler arasında. Daha sonra ellerimizde nazik hediyelerimizle döndük otelimize.

Son gün

Margara-Alican sınır kapısına vardık. Aklımda garip düşünceler, karnımda garip kelebekler. Ne kadar da yakınım Türkiye’ye. Şimdi ben burada neyim? Ermeni? Türk? Türkiyeli Ermeni? Hani elimdeki pasaportla karşıya geçmeye kalkarsam ne olur? Vururlar mı beni? Hangi taraf vurur? 30 yıl. Dile kolay 30 yıldır bekliyorum şuranın açılmasını. Yetmez mi bekleyişim? Bir 30 sene bekleyecek ömrüm de yok. Röportajlar yapılıyor sağımda, solumda. Türkler soruyor ‘Kapının açılması neden önemli?’  diye. Ben biliyorum bu sorunun cevabını. Bugün Iğdır’da çay içmek, Margara’da yemek yemek istiyorum. Takuhi Tovmasyan’ın ahdı var, sınır açılırsa helva kavuracak kazan kazan sınırda. Benim korkum bu helvayı yiyemeden, bu gidişle sizin benim helvamı yemeniz…


Dönmeden Eçmiadzin’i görmeyelim mi?

Dönüş yolundayız artık, Yerevan’a hasret gideceğimin farkındayım. Ararat’a bakıp iç çekiyorum. Özlemişim seni, gölgene hasret kaldığım kutsal ve bir o kadar heybetli varlığım.
Yemekten sonra herkes Madenataran’a (El Yazmaları Kütüphanesi)  giderken taksiye binip kaçıyorum Yerevan’dan. Önce Abovyan şehrine gidiyorum. 20 senedir almam gereken bir röportaj var aklımda. Başardım, en sonunda oldu, yakında yayınlarız. Dostlarımı, sevdiklerimi sadece 40 dakika gördükten sonra dönüyorum otele. Zamanım kısa, yapmam gereken son bir şey var. Arkadaşım Alla otelin kapısında arabanın içerisinde beni bekliyor; 
-Ne dersin yetişir miyiz?
-Sanmam.
-Saat kaç?
-17.50. Kapanır. 45 dakikada ancak varırız.
- Yine de deneyelim. Yüzünü göreyim. Hac yolumdur. Bir duam olmasın mı kapısında?
-Gidelim.
-Gidelim.
Katedral Eçmiadzin’deyiz, saat 19.05. Katedral kapalı. Kapıdaki bekçiye yalvarıyoruz. Lütfen girelim. ‘Kızarlar bana, yapamam’ diyor. Alla bahçedeki iki kişiyi gösterip onlar çıkmadan çıkarız deyip koşarak bahçeye dalıyor. Alla önden, ben arkadan, bekçi arkamızdan bahçede koşturuyoruz. Karşıdan Der Dırtad geliyor. Koşa koşa yanına varıp sarılıyorum. Ümidim yok ama yine de soruyorum. ‘Der hayr, (Peder) girebilir miyim?’ Gülüyor. Yok! Şansa bak Badriark’ı (Patrik) görüyorum. Tabii ona soramıyoruz ama öpüyoruz elini. Bu arada kilisenin yan kapısından çıkanlar var. Gözlerimiz ışıl ışıl parlayarak kapıya yöneliyoruz. Girebilir miyiz? Hayır. Çaresiziz ama bir o kadar ümitli, Alla koşarak bir episkopsun yanına yöneliyor. Ona İstanbul’dan geldiğimi, eşimin papaz olduğunu ve gece gideceğimi söylüyor. Arşak Sırpazan kilisenin içerisinden bir diyakon çağırıp bize eşlik edip, kiliseyi gezdirmesini istiyor. Ellerimi açıp, diz çöküp dua ediyorum.
“Dileyin, size verilecektir; arayın bulacaksınız, kapıyı çalın size açılacaktır. Çünkü her dileyen alır, arayan bulur, kapı çalana açılır” (Matta 7:7-8)     
Dilerim bu kapı gibi, bir gün sınır da açılır hepimize. 





Kategoriler

Diaspora / Ermenistan



Yazar Hakkında