Prof. S. Yazıcı, 14.10.2024’te şöyle demişti : “Hukuki bakımdan enkaz içindeyiz. Türkiye'de her şey tepe taklak olmuş durumda.” Ve şöyle devam etmişti: “Öncelikli sorunumuz açlık ve yoksulluk sorununu çözmek olsun. Anayasamızın 2’nci maddesinde Cumhuriyetimizin temel niteliklerini [insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı demokratik laik sosyal hukuk devleti] düzenleyen hükmün içerdiği kavramların artık ihlal edilmesinden vazgeçelim. Bu kavramların bekçisi olalım.” AKP’ye katıldığı 23.02.2025 günü, bu eylemini şöyle açıklıyordu : “Benim görüşlerimde bir değişiklik yok. Meclis’te bu fikirlerimin mücadelesini verdim. Ama Meclis’te bu fikirlerim doğrultusunda hiçbir şeyi değiştiremedim."
Anayasa hukukçusu Prof. Serap Yazıcı, 01.11.2020’de katıldığı Gelecek Partisinden ayrıldığının ertesi günü AKP’ye geçerek herkeste şaşkınlık yarattı.
Başka parti değiştirmelere pek benzemiyor bu olay. Çünkü 01.11.2023’te aramızdan ayrılan ve bu ülkede demokrasi ve insan haklarına büyük katkı yapmış anayasa profesörü Ergun Özbudun’un eşi ve yakın çalışma arkadaşı olarak tanınmasının yanı sıra, S. Yazıcı da insan hakları ve demokrasiyi savunması ve AKP rejimini alabildiğine eleştirmesiyle tanınan bir anayasacı.
Öyle ki, T24’ten Cansu Çamlıbel’e 11.12.2023’te verdiği mülakatta “Ben Sayın Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş arzusunu hiçbir zaman anlayabilmiş değilim” dedikten sonra, şu anda “askerî yönetimlerin yerlerini anayasa değişikliğiyle kurulan otoriter yönetimlere bırakma devrinin” yaşandığını ve Türkiye’nin de tam bu modele uyduğunu eklemişti.
Hatta o söyleşide, AYM kararlarına rağmen Can Atalay yapılıverenlere değinerek şöyle demişti: “Bugünkü ortamın 12 Eylül askerî rejiminin yarattığı ortamdan ben hiçbir farkını görmüyorum. O yüzden kendimizi kandırmayalım.” (Hatırlamak için: 12 Eylül generallerinin getirdiği Anayasa Md. 14, “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlama” istisnasını koyarak Anayasa Md. 83’teki yasama güvencesini sıfırlamıştı.)
***
Prof. S. Yazıcı, 14.10.2024’te konuştuğu Yeniçağ’dan Orhan Uğurluoğlu’na da şöyle demişti : “Hukuki bakımdan enkaz içindeyiz. Türkiye'de her şey tepe taklak olmuş durumda.”
Ve şöyle devam etmişti: “Öncelikli sorunumuz açlık ve yoksulluk sorununu çözmek olsun. Anayasamızın 2’nci maddesinde Cumhuriyetimizin temel niteliklerini [insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı demokratik laik sosyal hukuk devleti] düzenleyen hükmün içerdiği kavramların artık ihlal edilmesinden vazgeçelim. Bu kavramların bekçisi olalım.”
AKP’ye katıldığı ve rozetini CB Erdoğan’ın taktığı 23.02.2025 günü, bu eylemini Serbestiyet’e şöyle açıklıyordu :
“Benim görüşlerimde bir değişiklik yok. Meclis’te bu fikirlerimin mücadelesini verdim. Ama Meclis’te bu fikirlerim doğrultusunda hiçbir şeyi değiştiremedim. Türkiye siyasetinde şu anda iki büyük güç var: AK Parti ve CHP. Bana böyle bir davet geldi. Davette aracı olanlara ‘Beni fikirlerime rağmen mi davet ediyorsunuz, sizi çok eleştirdim, bunlara rağmen mi bu davet’ diye sordum. ‘Evet. Cumhurbaşkanımız sizi partimizde görmek istiyor’ dediler. Cumhurbaşkanımızla görüşmeden çok etkilendim. Bana çok güven verdi. Bir dahaki dönem milletvekilliği dahil hiçbir talebim olmadı.”
Şöyle bitiriyor: “Çok çirkin sözler ediliyor sosyal medyada (…). Ben onlara cevap vermeyeceğim.”
***
Prof. S. Yazıcı Özbudun’un çeşitli dönemlerde kendini ifade etmesini böyle özetlemek mümkün. Tabii, o tarihte çok demokratik bir görünüm sunmakta olan AKP’nin talebi üzerine 2007’de Prof. Ergun Özbudun başkanlığında hazırlanan özgürlükçü anayasa tasarısına yaptığı katkıyı da unutmamak lazım.
Hani; sırf “Erdoğan yaptırıyor” gerekçesiyle muhalefetin saldırdığı, Prof. Özbudun’un özel hayatına bulaşan lafların edildiği bir ortamda, "Eğer bu taslak bu biçimde meclisin gündemine getirilecek olursa parti kapatılacaktır " tehdidini ileten “iyi saatte olsunlar” tarafından engellenen tasarıdan bahsediyoruz.
Nitekim, bunların tartışıldığı Ekim 2007'den bikaç ay sonra Mart 2008'de AKP’ye kapatma davası açılmıştı ve parti, Hazine yardımının belirli bir oranda kesilmesi kararı sayesinde kapatılmaktan zor sıyırmıştı.
***
Salı günü ben bu yazının tam burasındayken gelen çok ilginç bir haberi de verelim:
CHP Gn. Bşk. Özgür Özel, Serap Yazıcı Özbudun'un, Gelecek Partisinden istifa etmeden kısa bir süre önce CHP'ye geçmek için kendilerine başvurduğunu, “Tek adam rejimine itiraz benim partimde çok güçlü değil; size geçmek istiyorum” dediğini, ilkesel nedenlerle (bunları sayıyor Özel) bu başvuruyu reddettiklerini duyurdu .
Yukarıda alıntıladığım, “Türkiye siyasetinde şu anda iki büyük güç var: AK Parti ve CHP”nin ne anlama geldiği böylece anlaşılıyor, sanki.
***
Prof. S. Yazıcı’yı konuşmasıyla çok etkilediğini öğrendiğimiz CB Erdoğan’ın fotoğrafıyla bitirelim:
1) Ekonomi. Bu konuda herhangi bişey söylemek gereksiz. Bizzat CB Erdoğan’ın bu konudaki tesellisini hatırlamak yeterli: “Dünya bir imtihan yeridir, ekonomik zorluklar gelip geçer” .
2) Baskı politikası. Kutuplaştırmayı ilke edinmiş temel politika. Örnekleri, ikişer kelimeyle ifade edilse bile saymakla bitecek gibi değil. Rastgele bir-iki tanesi:
Sürekli kayyımlamalar.
O. Kavala ve S. Demirtaş başta olmak üzere, AİHM ve AYM’ye rağmen “içerde” tutmalar.
HDK başka olmak üzere seri tutuklamalar. Nasuh Mahruki gibi bir adamın bile “halkı yanıltacak bilgiyi alenen yayma”dan mahkum edilmesi.
Prof. Kaboğlu ve İstanbul Barosu yönetimine “terör”den 12 yıl talebi.
TÜSİAD için 1980’lerin Marksist literatüründen kopyala-yapıştır “komprador burjuvazi” sıfatı.
“Çiftçinin anası ağlıyor” diyen köylüye ''cumhurbaşkanına hakaret”ten 4 yıl 8 aylık dava açılması…
3) Rakip engelleme. Tek Adam olmaya devam edebilmek için anayasayı değiştirmek istemek ve adaylığını ilan eden İBB Başkanı İmamoğlu’nun 1987’deki yatay geçişi hakkında, basın toplantısında sunulan bütün resmî belgelere rağmen sahtecilikten soruşturma açtırmak.
Ve bunu da, üniversite diplomasını 23 yıldır henüz göremediğimiz bir insanın, İmamoğlu’na “Üniversite arkadaşlarımı çağırsam, miting yaparım. Ama birisi, tavla oynayacak adam bulamaz" lafını ettirecek biçimde yapıyor olması .
4) Dış politika. AB’nin Türkiye Raportörü Amor’un “daha az aday” diye nitelediği, “bu gidişle ülkenin yarısı terörizmle suçlanabilir” dediği ve dahası, “herkesin soruşturma ve tutuklanma riski olan bir ülkeye kim yatırım yapar” diye sarstığı bir Türkiye.
Hatta cumhurbaşkanının, Artvin’de 25.01.2016’da “Avrupa bizi kıskanıyor” demesinden de ileriye giderek, “AB’yi düştüğü çıkmazdan sadece Türkiye kurtarabilir” buyurduğu bir Türkiye.
Açlık ve baskılar yüzünden içerde yükselen meşruiyet fukaralığını dışardan sağlamaya çalışmak biçimindeki Erdoğan Dış Politikası’nın (EDP) son tezahürü olarak, çaresiz kalmış bir Zelenski’yi getirtip kendini barış görüşmelerine zemin ve garantör adayı ilan eden bir ülke .
Hepsini bırakın, bu ekonomik bunalımda “Mavi Vatan dışında da Hint ve Atlantik okyanuslarına kadar kullanılabilecek yeni nesil bir milli uçak gemisi” inşa etmeye girişip Yunanistan’a gözdağı vermek suretiyle oy toplamaya çalışan bir iktidar.
5) Kürt meselesi. Bunu en başa koymak gerekirdi. Bir yandan “Kürt kardeşliği” deyip, diğer yandan sürekli kayyımlamaların Kürt etnik bilincini keskinleştirdiği bir Türkiye. Çünkü bir etnik grup, aydın yetiştirip farklılık bilinci kazandıktan sonra asimilasyon ve baskıyı sürdürmek, o grubun bilincini keskinleştirmekten başka işe yaramaz.
Tam da, dış Kürtlerin Irak’ta (Kürdistan Bölgesel Yönetimi) ve Suriye’de (Rojava) çok önemli bir yükseliş yaşadığı, ayrıca, Trump-Netanyahu ekibinin parçalamaya çalıştığı İran’da adı Kürdistan olan bir bölgenin varlığının hatırlandığı bir sırada.