Kayıp, karanlık ve dayanışmayla geçen beş gün

Sokakta, kamusal alanda Ermenice sloganlar atılması bizler için bir ilkti. Hayatımda ilk kez, 21 yaşımda sokaktaydım. O kalabalıkla bir şey paylaşıyor, karşı çıkıyor, bağırıyordum. O günden sonra uzunca bir süre, sokaklarda savunduğum şeyler için haykırmaya devam ettim. Adaletsizliğe karşı haykırmaya başladığım ilk gündü 19 Ocak 2007.

2007’de üniversite ikinci sınıftaydım. 19 Ocak Cuma günü, üniversiteyle eş zamanlı sürdürdüğüm Aras Yayıncılık’taki işimde çalışıyordum. Biz Ardaş (Margosyan) Dayday’la mutfaktaydık, yazıhane tarafında bir ses geldi, Payline (Tomasyan) Tantik telefonun başında ağlıyordu. Arayan kimdi hatırlamıyorum, telefondaki kişi “Hrant’ı vurdular” demişti. Agos gazetesinin önünde... “Bir şey olmuş mu?” diye sorduk aslında malum sonucu kastederek. Evet, olmuştu. Haber sitelerine “SON DAKİKA” diye düşmüştü Hrant Dink’in öldürüldüğü haberi.

Haberi duyduktan ve biraz algılayabildikten sonra ilk aklıma gelen abimin o an nerede olduğu oldu. Abim Aris Nalcı, uzun yıllardır Agos gazetesinde çalışıyordu. Henüz tam olarak ne yaşandığını bilmediğimizden, korkuyla onu aradım, telefonu açmadı bir süre. Belki sadece birkaç saniye sürdü, bana asla öyle gelmedi. Telefonu açtığında “Baron Hrant’ı vurdular” dedi. Gazetede olmadığını, oraya doğru gittiğini söyledi. Onun yanına gitmek istiyordum ama bir yandan da olduğum yere çakılmıştım. Korkuyordum, ilk hissettiğim şey sevdiğim, tanıdığım, bildiğim insanların bu şekilde kaybettirilebileceği gerçeğiyle yüzleşmek ve bunun getirdiği büyük bir korku olmuştu.

Aras Yayıncılık’ta, benim dışımda orada bulunan herkes, kaç yıllık dostlarını kaybetmişlerdi. Takuhi Tantig, haberi alır almaz Teknik Döküm’den çıkıp gelen Tomo Dayday… Ben çalan telefonları yanıtlamaya çalışıyordum. Adını vermeyen biri ağlayarak arayıp “Çok dikkatli olun” demişti sadece, arayıp bizi uyarma gereği duymuştu. Bu ne demekti? Hepimiz hedefte miydik? Ne oluyordu orada? Haberi duyan yakınlarımız, Aras Yayıncılık’a gelmeye başlamışlardı.

Tüm o hikâyeler vücut buldu
Ailemizdeki soykırım hikâyelerini belirli bir yaştan itibaren dinlemiş; kültürüne, diline sahip çıkmaya çalışan bir ortamda büyümüştüm. Ailemin de parçası olduğu Sayat Nova Korosu’nun, sonra dahil olduğum Aras Yayıncılık’ın bir farkındalıkla yetişmeme faydası çoktur. Aslında 19 Ocak 2007’ye kadar, birçoğu yalnızca bir “hikâye”den ibaretti. Geçmişte yaşananları dinlemekten, okumaktan sonra vardığımız noktada, bizzat gözlerimizin önünde bir cinayet işlenmişti. Tüm o hikâyeler vücut bulmuştu. Bu hiç bitmeyecek miydi? Hep bir kurban mı verilecekti? Bildiğimiz anlatıların, büyüklerimizden duyduklarımızın, aslında nerede yaşadığımıza dair dinlediğimiz ve gençler olarak zaman zaman karşı çıktığımız nasihatlerin altında ezilmiştik.

19 Ocak’taki yürüyüş
19 Ocak Cuma akşamı, Taksim Meydanı’nda toplanıp Agos’un önüne yürüyüş organize edilmişti. Tünel’deki Hıdivyal Palas’tan bir noktada çıktık, ben de Taksim Meydanı’nda toplanan o kalabalığın içinde buldum kendimi. Sonra o kalabalıkta arkadaşım Narod’la (Erkol) birbirimizi bulduk. Kim olduklarını bilmediğimiz bir kalabalığın içinde, elimizde mumlarla Agos’a doğru yürüdük. Sonraki yıllarda Hrant Dink anmalarıyla çok bağdaşan Sari Gyalin şarkısı söylendi o yürüyüşte, biz de eşlik ettik. “Hepimiz Hrant’ız Hepimiz Ermeni’yiz” sloganı da sanki o ilk yürüyüşte mi atıldı? Tam hatırlamıyorum ama Nor Zartonk ekibinin başlattığı bazı Ermenice sloganlar atıldığını hatırlıyorum. Sokakta, kamusal alanda Ermenice sloganlar atılması bizler için bir ilkti. Hayatımda ilk kez, 21 yaşımda sokaktaydım. O kalabalıkla bir şey paylaşıyor, karşı çıkıyor, bağırıyordum. O günden sonra uzunca bir süre, sokaklarda savunduğum şeyler için haykırmaya devam ettim. Adaletsizliğe karşı haykırmaya başladığım ilk gündü 19 Ocak 2007.

Akşam Aris’le konuştuğumuzda, Agos’ta her türlü yardımın işe yarayacağını söylediğinden ertesi gün sabah ilk iş Agos’a gittim. Hem elimden geldiğince destek olmaya hem de abimin yanında durmaya. Telefonlar susmuyordu. Nuran (Ağan) Abla hepsine yanıt vermeye çalışıyordu. İçerisi çok kalabalıktı. Ben Nuran Abla’nın yanında, onunla telefonlara bakmaya yardımcı olup arayanların ilettikleri mesajları not alma görevini üstlenmiştim. Ülkenin birçok yerinde başsağlığı mesajları yağıyordu. Kalemler, defterler insanların paylaşmak, söylemek istediklerine yet(e)miyordu.

Sonrasında yoldaşlık edeceğim birçok insanı tam da o gün, orada tanıdım. Ümit Kıvanç’ı, Aydın Engin’i, Hayko Bağdat’ı, Garo Paylan’ı, canım Çiğdem Mater’i… O gün bir şekilde orada yolları kesişen bir grup insan, sonrasında uzun yıllar dava arkadaşlığı edecek, sürecin takipçisi olacaktık.

Dayanışma ve nöbet
Agos’taki o dayanışma hali devam ederken bir yandan yapılması gereken çok önemli bir iş vardı: Cenaze organizasyonu! Ön büroya giren Garo, masa başında beni görünce, direkt cenazeye katılacakların isim listesiyle alakalı bir iş istedi. Kimse kimseye kim olduğunu, o işi yapıp yapamayacağını sormuyordu bile. Oradaydık işte, nedeni belliydi. Ne gerekiyorsa yapmaya, Agos’a, Dink Ailesi’ne elimizden geldiğince destek olmaya çalışıyorduk.

20 Ocak akşamından itibarendi sanırım, Agos’un önünde nöbet tutulmaya başlandı. Biz de Sayat Nova Korosu ve Kardeş Türküler ekipleri olarak 22 Ocak akşamı nöbetçi olmak için gönüllü olmuştuk. Sebat Apartmanı’nın önünde dururken polisler, ekip otoları geldi. Agos’un etrafı çevrildi. Bizi binaya soktular. Ne olduğunu anlamadık. Sebat Apartmanı’nın içerisindeki merdivenlerde dururken polislerin aralarında tuttuğu, kelepçeli kişi Ogün Samast’tı. Tatbikat için Hrant Dink’in katilini gazetenin önüne getirmişlerdi. Bir katil, Hrant Dink’in katili, Sebat Apartmanı’nın kapısının önünde, tam karşımızda duruyordu. Ben sadece merdivenin başında kalakaldığımı hatırlıyorum. Gerisi yok. Tatbikat bittikten, nöbet de sona erdikten sonra kimse evine tek başına yürüyerek dönmedi, onu hatırlıyorum.

23 Ocak 2007 Foto: Ahmet ŞıkCenaze günü
Ertesi gün 23 Ocak’ta cenaze vardı, Agos önünde toplanılacak, cenazenin kaldırılacağı Kumkapı’daki Meryem Ana Kilisesi’ne kadar yürünecekti. Her semtten, her dernekten Ermeni gençleri, siyah-beyaz kıyafetleriyle cenazede görev almak için Agos’un önündeydi o gün. Yıllardır görmediğim çocukluk arkadaşlarımla orada karşılaştım, simaen bildiğim ama birebir tanışmadığım bir sürü Ermeni genci oradaydı, Hrant Dink’in cenazesinin etrafında toplanan kalabalıkla, sanki o yüz binler bizlerdik. Cenazemize sahip çıkarken, bir yandan da inadına ne kadar çok olduğumuzu göstermek istiyorduk sanki. Gerçekte olan, Rakel Dink’in hafızalarımızdan hiç silinmeyecek o konuşmasında bahsettiği “bir bebekten katil yaratan karanlık”la tanışmış olmamızdı. O karanlığa karşı yapabildiğimiz tek şey, o an yan yana durmaktı.

Kortejle birlikte belirli bir yere kadar yürüyüp görevliler olarak bir noktadan sonra minibüslere binip Kumkapı’ya doğru devam ettik. Bir minibüs dolusu Ermeni, yürüyüş kortejinin içinden geçerken kalabalıklar tarafından alkışlanmıştık. Neden? Biz alkışlanacak ne yapmıştık? O an sadece çok üzgündük, neyin içinde olduğumuzu, önümüzdeki günlerde bizi nelerin beklediğini bilmediğimiz bir yere doğru giderken, 19 Ocak öncesine kadar sokakta Ermenice konuşmaya çekinen bizler, şimdi Taksim’in orta yerinde alkışlanıyorduk.

Kiliseye vardık, sokağın ta başından itibaren iki taraflı sıralanmıştık. Cenazenin, Dink Ailesi’nin, cenazeye katılacak insanların kiliseye girebilmelerine yardımcı olmaya çalışıyorduk. Cenaze aracı önümüzden geçerken, aynı anda hem yaşlı hem de öfkeli gözlerle bir sürü yüz gördüğümü hatırlıyorum.

Cenazeye katılan o kalabalık içerisinde ol(a)mayan insanlar da vardı. Abim Aris’in de içerisinde olduğu bir grup Agos çalışanı cenazeye gelmeyip gazetede kalmışlardı çünkü “her şeye rağmen, Agos çıkmalı”ydı ve yazılması gereken çok fazla şey vardı.

Kategoriler

Dosya

Etiketler

Hrant Dink


Yazar Hakkında