Hrant Dink’in yokluğu benim için ne ifade ediyor?

Hrant Dink, ırkçıların tahammül edemeyeceği kadar dürüst biri. Herkesle temas kurabildiği için ‘tehlikeli’, faşizmin tahammül gösteremeyeceği ölçüde açık, inandırıcı, duru bir dile sahip.

19 Ocak 2007’de, fakültedeki odamda bir şeyler okurken, iki kadın meslektaşım girdi içeri, yüzleri bembeyaz; “Hrant Dink’i öldürmüşler.” Bir süre sessizce oturduğumuzu hatırlıyorum. 

O hafta sonu için, Radikal İki’ye, “Hrant Dink ve hâkim vicdanı” başlıklı bir yazı kaleme aldım; bildiğim bir yerden bakmaya çalıştım Hrant Dink’e yapılanlara. Dink, herkesin gözü önünde, adına yargılama adı verilen bir şarlatanlığın sonunda açıkça hedef gösterilerek öldürülmüştü. Yargılamanın konusu, aslında herkesin anladığı, buna mukabil Dink’ten rahatsız olanların anlamazdan geldiği bir yazı dizisiydi ve nihai karar Türkiye’de yargının hali konusunda epey fikir vericiydi. Şoven milliyetçi dille yazılan karar okunduğunda, sonrasında Fethiye Çetin tarafından kaleme alınan kitabın başlığındaki duyguyu hissetmemek, utanmamak, rahatsızlık duymamak olanaksızdı.

Sonrası herkesin malumu. Bu kez Dink suikastı davasında yaşandı benzer bir yüz kızartıcı süreç. Yıllar boyunca olup biten her şey, tanık olduklarımız, çocuk yaştaki katil yakalandığında onunla ‘bayraklı’ fotoğraf çektiren polislerin yüzündeki muzaffer gülümsemeyi büyütmek içindi. Tetiği tutan el sonunda serbest kaldı; şimdilerde elinde tespihle poz veriyor, halihazırdaki uygarlık düzeyimize yaraşır biçimde.

On sekiz yıl geçti üzerinden... İlk Ermeni arkadaşı 30’lu yaşlarının sonunda olmuş, benim gibi biri için ne ifade ediyor Dink’in yokluğu, iki satır da olsa bir şeyler söylemek istiyorum. 

Hrant Dink ile hiç karşılaşmadım, televizyonlardaki konuşmalarından ve yazılarından tanıyorum. Bir kez bile yüz yüze gelmediğim bir insanı neden bu kadar çok seviyor ve özlüyorum? Başta Ümit Kıvanç’ın “Hafıza Yetersiz” belgeseli olmak üzere  yıllardır nerede bir Hrant Dink sesi ve görüntüsüyle karşılaşsam aynı istek ve sevgiyle seyrediyorum, dinliyorum. Hiç kimsenin bilmediği bir şeyler söylemiyor konuşmalarında Dink, anlattıkları bir yerlerde yazan konular. Buna mukabil, hiç kimsenin söylemediği biçimde dile getiriyor düşüncesini, diğer herkesten farkı bu. 

Irkçıların tahammül edemeyeceği kadar dürüst biri
Tanışmadığım Hrant Dink, ‘tanıdığım’ en dürüst, namuslu, açık sözlü ve iyi kalpli insanlardan biri. Eşsiz bir hali tavrı var. Şimdi, bu yazının başına oturmadan önce Kıvanç’ın belgeselini bir kez daha seyrettim, not alarak. Aynı hisle... Nasıl olur da bir insan bu denli samimiyetle konuşur, nasıl böyle inandırıcı ve ikna edici olur. Hrant Dink, ırkçıların tahammül edemeyeceği kadar dürüst biri. Herkesle temas kurabildiği için ‘tehlikeli’, faşizmin tahammül gösteremeyeceği ölçüde açık, inandırıcı, duru bir dile sahip.

Eğer bir eksiklik ise sözünü ettiğimiz, Hrant Dink’e özgü dildir, üsluptur bana kalırsa; ömrü hayatımızda pek az insanda karşılaşabildiğimiz sadelikte ve yalınlıkta bir dilin, niyetin eksikliğiyle yaşıyoruz 2007 kışından bugüne.
Bir zaman önce, açlık grevleri sürer ve yine genç insanlar can verirken, Yaşar Kemal’in artık yaşamadığını düşünmüştüm. Bir Yaşar Kemal daha olmadığı için bu ülkede, hiç kimse gidip grevcilerle konuşmayı düşünmüyordu şimdi. Demek ki yalnızca ülke edebiyatının çınarı değildi yitirilen, Yaşar Kemal yalnızca bir romancı olmadığı için. Hrant Dink ile de Türkiye, sadece bir Ermeni yurttaşını, gazetecisini, sosyalist aydınını değil, bir üslubu kaybetti. 

Ezberleri reddedip ‘lügatini’ yarattı
Hrant Dink buralıydı, burayı terk edemeyecek kadar buralı ve ülkesini yalnızca sevmiyor, aynı zamanda iyi tanıyordu. Sıklıkla, “hiçbir Türk’ün kalbini kırmak istemediğini” dile getirmesi, yaşamı ve tarihi ‘siyah-beyaz’ karşıtlığıyla düşünmeyi reddetmesi, her rengi görmeye çalışması ve bu çeşitlilikten duyduğu memnuniyet, kendi kimliğine ısrarla sahip çıkarken bir ‘Türkiyeli’ olduğunu dünya âleme inatla hatırlatması, ezberleri reddedip ‘lügatini’ yaratması, bir yandan resmî tezleri elinin tersiyle iterken diğer yandan Ermeniliğinin ‘başkalarının’ sermayesine dönüşmesine karşı çıkışı ve her ne yazıp konuşuyorsa bunu aynı nezaketle, aynı duyarlılıkla, aynı diğerkamlıkla yapışı... Dink’i özlememin nedenleri olmalı. Derdini, dert sahiplerine anlatırken kibirle hareket etmedi, zira bu ülkede, ilk Ermeni arkadaşını 30’lu yaşlarında bulan ‘okumuşlar’ olduğunu gayet iyi biliyordu. 

Üç milyonken, üç yüz bin oldu; ardından, o kadarına da tahammül edilemedi... Bir halktan, kültürden, zanaatkârdan, sanatçıdan, siyasetçiden, entelektüelden, insandan söz ediyoruz, birkaç bin yıldır bu toprakta yaşayan, dini, dili farklı, binlerce ibadethanesi ve okulu olan koca bir halktan. Bugün hâlâ, ırkçıların dilinde bir anda küfre dönüşebilen, Cumhuriyet tarihi boyunca hemen her zaman ‘mili güvenlik’ sorunu olarak algılanan bir halk. Hrant Dink, böylesine zorlu bir yurttaşlığı, buralı olmayı, buralılık için mücadele etmeyi, toprağındaki her tasayı ‘kendi yükü’ olarak görmeyi seçti. Zamanımızda, fırsatını bulanın terk ettiği bir ülkeyi ve insanını, kendi ‘şifâsı’ saydı. Konuşmaktan, anlatmaktan, dinlemekten, barış içinde birlikte yaşamaktan başka bir derdi olmayan Hrant Dink’i, kendi şifası kabul ettiği halka hakaret etmekten yargılayıp hedef haline getirdiler, bunun koskoca bir yalan olduğunu bilerek.

Hrant Dink ile birlikte, yalnızca dünya iyisi bir insanı değil, memleketin sağına ve soluna sık uğramayan, kibirden arınmış, içten, berrak ve düşünceli bir dili yitirdi memleket. Hiç tanışmadığım bir insana duyduğum özlem bundandır. Hrant Dink, Ermeni, Türkiyeli ve sosyalist bir gazeteciydi. Hrant Dink, çok dürüst bir insandı.

Kategoriler

Dosya

Etiketler

Hrant Dink


Yazar Hakkında